Eylül 26, 2012

ZM / Dönüşüm

Resmi kişisel tarihim 2004, haziran’a kadar gidiyor. Yani en eski yazım 2004, haziran’ına kayıtlı. Aslında 2000 ve 2002’lere kadar düşebilirdi. Ama kalbim kadar temiz olan sayfalarla ve çocuk yazılarıyla dolu o hatıra defterini(!) komik bulup atmıştım, 2002’de Türkçe öğretmenlerinin zorla tutturdukları günlüğümü ise gün içinde yaptığım şeyleri sıraladığım için kof bulup yırtmıştım.

Velhasıl kelam kala kala 2004, haziran’ında başlattığım ergen günlüğüm kaldı. O da defter şeklinde değil, en fazla 20-30 sayfacık notları dosyaladığım renkli tükenmez kalemlerle yazılmış kahır notları. –duygusal dahi değil, şu dersi yapamadım, şu şeyi başaramadım’larla dolu-

Ve 2006’larda word'da yazmaya başladığım, kayıt başlarına numaralar attığım geneli öykücük(!)  bir kısmı da alt alta sıralanmış cümlelerden oluşan, şiir hevesinde(!) sonu sıfat fiille biten, şimdi güdüklüklerinden utandığım pıtırcık dizeler.

Yazıya konu edeceğim şu alıntı da, 2006, aralık’ına ait. Serbest atış, serbest çağrışım. Geç büyüdüğümün her zaman farkındaydım da, yine de 16 yaşıma rağmen şu kadar pıtırcık ve bir damla düşünsellik barındırmayan bir yazıcık düzdüreceğimi beklemezdim. Ama durunuz bir dakika. Bir kelimenin hatırına meydane çıkacak o yazı şimdi. Böcek kelimesini hatırına.

Sanırım bu kavramı kokolok (kokoloji, eğlenceli psikoloji diyelim) lara önermeliyiz. İnsan neden kendine böcek der. Bilinçaltı olmadığı kanıtıyla söylüyorum bunu, kafka’yla sonraları tanıştım ve bundan eminim.

Sanırım sıra, kendine aynı anda kraliçe ve böcek benzetmesini yapan 16 yaş ergenine geliyor. Yücelik ve aşağılık. Üstünlük ve aşağılık kompleksinin hoş bir dışavurumu olsa gerek.


doğum


Dönüşüm (adı şimdi verildi, birbiri ardınca şekil değiştiriveren imgelere ve kafka’nın hatırına binaen)

“…Kimi zaman bir kraliçe, kimi zaman da tipsiz bir böcekti dünyasında.
Sanki bir sihirli değnekti her an istediği kılıkta görünmesini sağlayan.
Şimdi şişman bir çocuk; dondurmasını yalayan.
Şapırtılar yankı yapıyor, bembeyaz ellerin çaldığı bir piyanonun melodisi oluyor.
Kabarık bir elbise taşıyan bir kadın yanaşıyor yanına.
İğrenç bir kahkaha duyuluyor. 
Şimdi özlüyor temiz bir gülüş, belki bir tebessüm.
Aklına o geliyor, gözleri doluyor.
Şık bir bardakta su içerken buluyor kendini.
Bir çeşme. Bir köy çeşmesi.
Kambur bir kadın belini tutan. Belindeki kırışık el gezmeye götürüyor onu.
Yürüyor yürüyor minik pabuçlarıyla.
…Ayağını burkuyor Yere düşüyor irkiliyor.
…”

2006, aralık

büyüme / ergenlik

Siyah ve Bir Zamanlar Kraliçe Olan Bir Böceğin Nasıl Öldüğü Üzerine

Ben taklitçi değilim. Yaranmayı da sevmiyorum. Kafka’yı ve Gregor samsa’sını bilmeden, okumadan bulmuştum da koymuştum adını. Kimi zaman bir kraliçe kimi zaman da bir böcek olan bu varlığın adını.
Nasıl yaşadığının, neleri sevdiğinin, neden sevilmediğinin, niçin bir kraliçe olduğunun, kraliçe olduğu halde niye hüküm süremediğin.. aslında bunların hiçbir önemi yok. Son’a varacaksa, baş’ın, nasıl’ın ne önemi var. Öldü. Bunun da nasıl’ına gerek yok. Ölüp gitti işte. Bir gün geldiler ve gördüler. Böcek olmasına rağmen ölünce dünya güzeline dönüşmüş yüzüne baktılar. Ölmüş dediler.

2012, eylül
*

6. yaşını dolduramadan ölen bir böceğin sergüzeştiydi. 
Ölüm -en güzel klişelerden biriyle söyleyelim- aynı zamanda bir başlangıçtır. 6 yıldır, baktığım, beslediğim bu kahır böceğinin öldüğünü –belki de intihardı bu nasıl öldüğü bir sır kaldığı için bilemeyeceğiz- haber veriyorum. Belki yerine güzel bir varlık çıkagelir.
Seni özleyeceğim. Biriciğim, karanlığım, huzursuzum, nadidem.
Ruhumun içinde en az 6 yıldır yaşayan, ona kahır ve huzursuzluktan başka bir şey vermesen de yine de o'nca sevilen ve özlenen olacaksın.

Hoşçakal.

*
Adı; kraliçe böcek & böcek kraliçe
Doğum: 2006, haziran – 2012, eylül
Ruhuna fatiha.
ölüm / dönüşüm - doğum


Eylül 22, 2012

Keşfsever'in Lotus'la Konuşması IV

K:

bakın, önyargılı, hoşgörüsüz yaklaşmıyorum şu an. entrylerinizi inceledim ben de, hemen hepsini okudum. gerçekten yeni, farklı bir şeyler duymam lazımdı çünkü. bulduklarım içimi kesmiyor artık. huzursuzluğum ve sıkıntılarım arttı.

samimi konuşan kimseyi kıramam, sizi kırmak gibi bir niyetim de yok. ama sizin bulduklarınızda da bir şeyler eksik. bunu muhafazakar hayat tarzımın yadırgaması olarak da düşünmeyin. sırf kadınları, eğlenmeyi, içkiyi seviyor diye bir ruhu bayağı bulacak değilim.

ama dediğim gibi, bir şeyler eksik. yanlış şeyler de seziyorum.

o duvar dediğiniz sürekli kafamda zaten, uyumsuz, aksi ve huzursuz biriyim. tam anlamıyla araf çekiyorum. evet, benim "kendimi bastırabiliyor olma ihtimalim" var. bunu düşünmezlik edemem. günahlardan, yasaklardan kaçınmaya çalıştım. buna kendi irademle dikkat ettim.

size gelecek olursam, siz doğruyu bulmamışsınız. sadece yanlış dediğiniz bir duruma karşıtlık besliyorsunuz. etrafınızda ve çevrenizde bulunan insanlara bakıp benim seçtiğim bu olamaz demişsiniz’e yoruyorum tavrınızı.
elbette -yanlış anlamayın yine de- büyük bir idin, yıllardır süper egonuza yaptığı baskının bir dışavurumu gibi geldi bazı tavırlarınız.
siz de bunu düşünün. kabala da vardır hem, tepkisel olmayın diye.

iyice korkmaya başladım, keşke haz'la mutlu olabilecek bir ruhum olsaydı.
siz de bunları düşünün, -kendi adıma- vurguladığınız şeyler zaten angst'ımın sebebiydi.
ama yine de teşekkür ederim.



L;

söylediğiniz şeyler doğru büyük oranda. tepkisellik var, o var bu var. insanız. etten kemikten.
özgür irade ve özgür seçimime karşın ruhum hiçbir şeye meyl değil.

aylardır seks bile yapmıyorum. halbuki istesem kralını yaparım. bu tövbe hali de değil. hayır. tövbe değil. sadece gerçekte ne istediğimi ve nasıl isteyeceğimi biliyorum.

bakın şunu açıklığa kavuşturalım. ben size benim yolumdan gelin demiyorum.
siz bu zamana kadar belli bir çevrede büyüdünüz bu çevrenin etkileri oldu. oydu buydu eğri doğru oraya girmiyorum. fakat geldiğimiz yer bu. netice bu.

benim söylediğim şey, siz belki ilahi aşka ulaşacaksınız ama kibriniz ve duvarınız buna engel olur. ve bence oluyor. bunu nasıl aşacağınız gideceğiniz yol, adımlar. bunu siz akıl ve vicdanınıza vurarak bulacaksınız. ve bu da özgür irade-özgür seçim.

siz yine dini bütün olun. ama bu duvarı nasıl aşacaksınız konu bu.



K;

Meyl etmemek. Doğru nokta burası. Beşeri her şeyi fark edecek farkındalıkta olarak ama aslında hiçbirine değer vermemeyi başararak.

Her şeyi bırakıp gidebilmek özgürlüğün en uç noktası. Ama dikkat edilmeli fazla özgürlük itaati ve sadakati mahveder.



L;

"allah der ki kimi benden çok seversen onu senden alırım. ve ekler, onsuz yaşayamam deme seni onsuz da yaşatırım"

mevlana'nın bu sözünü hatırlıyorsunuz.
‘kimi benden çok seversen’ buradaki kritik ifade bu. kimi benden çok seversen diyor. sadece beni sev değil. her şeyi sev ama en fazla beni sev. ki bu da gayet adil görünüyor. gerçek huzur da budur. çoğu insan bilmez. çünkü bilemez.

meyl etmemek insanın kendini sıfırlaması değildir. gerektiği kadarını almasıdır. arzu insan içindir. gerektiği kadarı haktır. yukarıdan verilmiştir. aksi taktirde ölürdük. intihar ederdik.

özgür irade ve özgür seçim islam'da nefs olarak bilen şeyi beslemek için değildir. sizin geçmişte söylediğiniz gibi öyle veya böyle yaratana giden pek çok yollar vardır. bunları bazen biliriz bazen bilemeyiz. özgür irade ve özgür seçim öncelikle bu yolların keşfi için vardır. ve ardından yükselebilmek için.

yaratıcı (allah/tanrı/rab ne dersek) ancak kendisine gerçek bir arzu duyulduğu taktirde yüzünü gösterir. aksi halde bön bön bakan adama nurunu göndermez. ki bu da adildir. o çok değerli bir mücevher gibidir. onu ancak hak etmelisiniz. bu sizin elinize hiç bir şey yapmaksızın bırakılmaz. önce arzu etmelisiniz. arzu her şeydir.

özgür irade ve özgür seçim aynı zamanda şudur ki; yaratan sana istersen arzu et, ama etmeme hakkına da sahipsin der. ancak etmez isen kuru bir yaprak gibi, taş gibi, cansız bir varlıksındır. sadece yaşar ve gidersin.

bunun üstü gerçek insandır. bunun altı ise insanın altıdır. adına her ne derseniz.

yaratan için bu bile bir sınav değildir. çünkü o her zaman sonucu bilmektedir. dolayısıyla ona bir şey ispat etmemize gerek yok. onun derdi bunun yapılarak kendisine ispat edilmesi değil, yaparak bunu bizim kendimize göstermemizdir. çünkü o senin bunu görmeni istemektedir. bunu sen fark etmelisin o değil. o zaten biliyor.

*

hazır yeri geldi. beni bir abiniz olarak görün.
bu da ne kadar doğru bir ifade bilmiyorum ama aklıma o geldi.
elbette abinizin yerini tutamam. ama sizin dediğiniz gibi keşf edin bakalım bu adam neler diyor.

işin aslı ben insanlar için yaptığım hiçbir şey için asla bir şey beklemem. bu çok iddialı görünse de doğru bir ifade. çok insanlar için çok şeyler yapıyorum. ne bekliyorum? bu meçhul. aslında hiçbir şey sadece iyi olmaları. iyi olmaları beni mutlu ediyor. beklentim bu. hepsi benim içimde.

ve henüz yeterince bencil ve hatta günahkar olamayacak kadar gençsiniz. endişe etmeyin.


K;

iki insanın birbirini, sadece fikirleri ve ruhlarıyla görmeleri için ille de abi, abla, teyze gibi rahatsızlık azaltıcı hitaplar bulmalarına gerek yok. -ama ne yapalım bilinçaltına kadar işlemiş bu baskı-

gençlikten ziyade farklı bir zorluk daha var. dindarların, muhafazakarların sorunu. elbette benim de sorunum. dünyanın getirisi olan çoğu şeyle, dinin örtüşmediği muhakkak. ikisi aynı anda gitmiyor, basit bir deyişle. gittiği zaman, yeşil müslümanlardan tutun, dinin özüyle nerdeyse çelişen durumlar yaşayan sözde dindar insanlar görüyor insan. popüler deyimle, araf sıkıntısı. taraflar arasında seçim yapamamak. ki bence, dindar insanların şu zamanda yaşadığı en büyük problem bu.

ben buna şu şekilde bir savunma buldum; bir şeyi seçmenin getirisi. yani bir seçim yaptığım için ben, güzellikler bazen de zorluklar görüyorum önümde. kendimi cennetle ya da bana vaat edilenlerde yatıştırıyor değilim -ne yazık ki çoğu dindar bunu yapıyor- ben sadece gönüllüce yaptığım bir seçimin zorluklarını da kabulleniyorum. -elbette her kabulleniş bu kadar kolay olmuyor-

şimdi size şunu soruyorum, bu zorluk dediğimiz, çoğunlukla nefsimize ağır gelen "seçimlere" siz nasıl bir savunma ya da cevap buluyorsunuz? -elbette dini kaidelerle çelişmeden-



L;

bakın bende şöyle oldu en başından. dediğim gibi ben 12 yaşımda falandım. elazığ'daydık o zaman (ankaralıyım). orada cami çoktur. her yer cami. neyse sabahları bazen ezana uyanırsınız. ben de böyle arada uyanıyordum. sonra yaratıcı bir varlık olması gerektiğini düşündüm ve fatiha süresini okuyup yattım bir kaç gece. sonra ayıp dedim sadece fatiha okunmaz. namaz kılmaya başladım. sabah namazları. aslında bendeki bir utanma duygusundan kaynaklandı. koskoca bir yaratıcı var ben onu anmıyorum falan gibi. böyle başladı ve 10 yıl kadar kesintisiz 5 vakit kıldım. elbette bugünde dahil olmak üzere ben onu ona en kızgın olduğum zamanda bile kalbimden çıkarmış değildim hala öyleyim. o ilk 12 yaşımdaki halim hep var. ki bu çok önemli. sonra o 10 yıldan sonra azalarak gitti namazlar. ve sonunda kalmadı.

diğer konuya gelelim. en zor kısma. bunu yürütebilmek. ben gördüm ki eğer bunu yürütmeye kalkarsam -kesinlikle ama kesinlikle- kafayı yiyeceğim. bunu yürütmenin ve bu yolda -en azından bize öğretildiği biçimde- ilerlemenin sağlıklı bir yolu yok. asla. bugün ilerliyor görünenlerde ya kafayı yemiştir siz fark etmezsiniz ya da taş kafanın tekidir zaten hiç bir şey hissetmeyen ruhsuzdur, fanatiktir, öyle gitmektedir.

artık kırılma noktasına geldiğinizde inanılmaz ama inanılmaz ıstıraplar yaşarsınız. bu bir çeşit manyaklık gibidir. inanın bana canlı canlı derinizi yüzerler. inlersiniz bile. akıl hastanesine düşmeniz adeta an meselesi gibidir. o anda bunun nefisle hatta şeytanla mücadele olduğuna kendinizi inandırarak yolunuza devam etmek istersiniz. çünkü iyi niyetlisinizdir. kalbiniz yaratana dönüktür. farklısınızdır. ama maalesef bunların hiç biri sonuç vermez. maalesef.

çünkü en önemlisi birey olmayı istemektesinizdir. ruhunuzla ve bedeninizle. bu zincirlerle bağlı olduğunuz sürece ki o zincirler dünyanın en kalın zincirleridir bunun asla mümkün olamayacağını ve asla bir ferahlığa erişemeyeceğinizi artık fark etmişsinizdir. özünde bu aslında nefisle, arzulu şehvetli olmakla bile ilgili değildir. siz sadece kendiniz olmak istemektesinizdir. elbette insanız şehvetimiz, arzumuz dilek ve isteklerimiz var. kahretsin var çünkü biz böyle yaratıldık. sonra bakarsınız ki bütün bunların şeytan, meytan ve nefisle de bir ilgisi yok. siz sadece hakkınız kadarını talep etmektesinizdir. buna kesin kanaat getirdiğinizde artık ruhunuz ister istemez öfkeyle dolar. çünkü fena biçimde kandırıldığınızı düşünmektesinizdir. ki gerçekten bunda tamamen değil ama büyük bir doğruluk payı da vardır.

birey olmak. kelime budur. kendi ruhunu ve bedenini bilen bir birey. belki çok özel koşullardaki bazı insanlar hariç çoğu insan için doğru başlangıç noktası aslında önce birey olmaktır. birey olmak kendini bilmektir. ve bildiğiniz gibi tüm felsefeler, öğretiler önce kendini bilmeye dayanır. ki bu da adil görünür.

size gelirsek, sizinle ilk karşılaşmamda sizde kendimi gördüm. empati yaptım. duvarlarınıza karşın yılmadım. yaşadıklarınız birer tesadüf veya size özel hazırlanmış bir tiyatro kurgusu değil. ben yaşadım. ve eminim dünya üstünde pek çok insan çok benzer durumda. ama çıkış yolunu bulamıyorlar ve belki hiçbir zaman bulamadan ölecekler.

ben bugün şuna inanıyorum. sizinle olan karşılaşmamız bir tesadüf değildi. ben sizin her gün yaptığınız duanın karşılığıyım belki de. yaratan illa sizin beklediğiniz gibi bir karşılık mı vermek zorunda? belki size bir şey söylemek istiyor. gerçek şu ki tesadüf diye bir şey yoktur. çünkü her şey ama her şey onun mutlak iradesi altındadır.

doğrusu manevi dünyamızın işleyişi fiziki dünyamız gibidir. siz şu anda bütün bunlardan kendinizi sıyırmak isteseniz de yapamazsınız. bu, vücudu uyuşturucu, alkol, zehir vb. yüklü bir adamın haline benzer. o kişinin önce detoks olması gerekir. dolayısıyla sizin yapabileceğiniz 2 şey var:

1. detoks olacaksınız ki bu zaman alacaktır. zaman içinde eğriyi doğruyu bulacaksınız. ama bunun birinci şartı özgür irade-özgür seçimdir. bu iki koşul yoksa geçmişin kabulleri ile dünyaya bakmaya yargılamaya devam ederseniz. bir şey değişmez. aynı kalırsınız. dün bir şey söyledim. her insan kendinin devrimcisidir.

2. bu zamana kadar geldiğiniz yolda devam edeceksiniz. evleneceksiniz. bir eşiniz olacak. çocuklarınız olacak ve öyle yaşayıp gideceksiniz. ama size bakıyorum. siz bu halinizle bunu nasıl yaparsınız bilmiyorum.

netice şu, kibirlisiniz + duvarlarınız var. adeta bir peygamber gibi tüm insanlığı --ayırt etmeksizin-- kucaklayacak olgunluğu sahip değilsiniz. işte bu yüzden bu sebeplerle yaratana ulaşamazsınız. bunlardan kendinizi kendi başınıza kurtaracak güç ve donanımınız da yok. öte yandan bu karışık halinizle evlenirseniz karşı tarafa ne verebilirsiniz. bu da bir soru işareti.

peki, şimdi ne yapacağız? bilmiyorum. karar sizin. ama en azından resmi çektik. bu da çok önemli.

şimdi diğer kitabımın ilk sözü aklıma geldi.
gerçeğe giden yolun dönemeci çoktur demişti kitap.

sonuç, benim gördüğüm durum bu. ve karar sizin.

Eylül 20, 2012

.: kara :.

"bir elif tahsil eden bu alemden, endişe ikliminden arınmalı, kurtulmalı.
'elif tahsili' yeterli olmalı, bu 'kurtuluş' için."
"nefret ediyor hem de seviyorum, ne oluyor bana yahu
bilmiyorum. iliklerimde duyuyorum bunu. kahroluyorum."
"beni iyileştirerek, hastalığıma çare bularak gördü, işaret vererek baktı
gönlüm donarak baktım ona, ne yapacağımı şaşırdım; kaygım beni durdurdu."

beyitler, dörtlük ve tercümeleri;
Doğu Batı : Kaygı  (Sayı : 6)
Ahmet İnam / Kaygı Gülü Açarken

Eylül 18, 2012

Igor Krutoy / Sad Angel



bu isim, bu tınıda bir melodiye meyl edeceğimi hiç sanmazdım.
ne güzel, ne cici aymış şu eylül.

.: kün! kün! :.

kaynak: not found.
 
ek; (başımıza iş almayalım)
 
"Çıplak hakikat çıplaklıkla örtülüdür. Simge asla kendisini göstermez. Çıplak kadına bakmakla çıplak kadın resmine bakmak aynı şey değildir."
 
Dücane Cündioğlu

.: kün ! :.

 
kaynak: not found.

Eylül 17, 2012

ZM / Süperderviş

"nasıl yaşarsak öyle.."

*

yaşarsam ve büyük aksilikler de olmazsa belki de bundan on-on beş sene sonra evli ve çocukları olan bir kadın olacağım. sevmediği bir işte çalışan, bu kısmı da es geçmeyelim. belki kanaat etmeyi öğrenmiş ya da -ufak bir ihtimal- istediklerini elde etmiş –ki hala ne olduğundan emin değilim- biri de olabilirim. bir açıdan rahatım -çok kolay olmasa da- hala bir şeyleri değiştirebilecek bir konumda sayılırım. gencim, bakmak zorunda olduğum insanlar yok ve içsel olarak özgürüm.
*

bir film izledim. güzelliğine methiyeler düzmeye ya da tanıtmaya gerek yok. into the wild ismi. 22 yaşında, tam da mezun olduğu bir zamanda beşeri her şeyi bırakmayı “seçen” bir ruhun -christopher johnson mccandless- yaşamıydı film. parayı, sevmediğinden değil ama kesinlikle doğadan her zaman daha az sevdiği insanları, ailesini ve beşeri dünya rahatlığını elinin tersiyle iten bir ruhun, “süperderviş“in yaşamıydı film.

yazıya dökülecek, vurgulanılacak, ustaca yormaca yapılacak birçok ayrıntısı var ama yazma kabiliyetim bu konuda bana yardım edemiyor. ben yine ben’ce yazıyorum.
*

ismini ve doğum tarihini kendinin seçtiğin 1990 - temmuzu, bu yılın bu ayında doğan beni mutlu etti alex supertrumpt. bu iş’e kalkıştığında da 22 yaşındaymışsın. hem doğayı insanlardan daha çok seviyormuşsun. ne dersin bunlar işaret mi sayılsın birisine?
ben senin kadar zeki, güçlü ve özgür değilim. hiçbir zaman senin yaptıklarına benzer şeyler de yapamayacağım. çünkü “seçim” yapabilecek şartlara sahip değilim.

ruhun, yaşamayı seçtiğin hayat çok güzeldi. kitaplarına gömülürken,  yüksek bir dağın tepesinde kollarını açarken, deli gibi koşarken, hiçbir şeye bağ(ım)lı olmazken –yolda rast gelen bir dosta, yatacak rahat bir yere, bir kıza- zorla değil, meli-malı’larla değil, sahiden meyletmezken, yaptığın çoğu şey çok güzeldi.
*

umarım son soluğunda gökyüzünde parlaklığıyla keşfettiğin o ışık seni mutlu etmiştir. çok güzel yaşadın ki, çok güzel öldün.
bilmem süperdervişler ölünce arkasından ne denir.  
seninle ve yaşamınla uzaktan da olsa tanıştığıma memnun oldum.
umarım ben de senin gibi güzel ölenlerden olurum.

Into The Wild, 2007

Eylül 14, 2012

.: gençlik idolu :.

Ali Şeriati / http://zekizabeth.deviantart.com/gallery/#/d5e0l9o
küçümsedi beni. daha yalnızlık sözlerini bile bitirmediğim bir adama hayranıyım dedim diye.

nasıl ki bir yüze, surete on saniyede vuruluyor, o bir cümlenin sahibine de ilk duyuşta dahi hayran oldum diyebilir insan.

hayran olmak, içi kamaştırır, insanı mutlu eder. velev ki, güçsüzlükten, yaranma ihtiyacından doğmasın.

Rabindranath Tagore / Utanıyorum

bana öyle bakma utanıyorum
utanıyorum. ben dilenci değilim
bir gülüne bile elleşmedim bahçenin
her meyve dalında duruyor bak
...
yağmur deli dolu yağıyordu - yorgundum
karayel bambuların beline vuruyordu
üç kere yıldırım düştü - şavkı gözümü aldı.
karanlıktayım. utanıyorum - görmezlikten gel beni

görmezlikten gel beni n'olur - utanıyorum

(Türkçesi; Tarık Dursun K.)

Eylül 11, 2012

ZM / Düştümse Eğer Sana Bakarken Düştüm


“Zeynep kendine iyi bak çok zayıfsın yoksa derslerinde başarısız olursun.”

Bilgisayarımı babama işini görmesi için vermiştim de bulmuştum belgelerimde bu notu. Şaşırıp hemen açmıştım, şimdi de bu yazıya motto ediyorum. Hiçbir şekilde müdahale etmedim, yazı şekli calibri, altı çizili ve tipik babam cümlesi. Ama ilginçti bana not bırakması.
*
Siz hiç zayıf düştünüz mü. Hayata, kendinize ve her şeye karşı. Ben düştüm. Ben düşüyorum. Ama korkmuyorum, utanmıyorum düşmüşlüğümden. Düştümse eğer sana bakarken düştüm. Gurur duyuyorum çünkü sana bakarken düştüm. Aynen babamın da yazdığı gibi bedeni zayıflığa da düştüm. Çirkinleştim. Kemiklerim belirginleşti, yüzüm karardı. Kargalar gibiyim.
Yemek yemeği unuttuğum zamanlar oluyor. Ama ne güzel. Demek açlığını çektiğim şey bilindik bir şey değil. Dünyanın en güzel kızları, erkek gözlerine latif, zarif bir yansıma düşürme hevesi kuran kızları, zayıflamak istiyorsunuz ya ben bunun derdini dahi çekmiyorum. Ne kadar şanslıyım değil mi. Zayıf mı olmak istiyorsunuz, kendinize sizi eriyip bitirecek bir dert bulun. Dert bulun tamam mı. Sizi eriyip bitirsin o dert.
Soylu bir acınız olsun ama. Varsın size bakanlar tuhaf bulsun, tutunamamış bulsun.  Utanmayın düşmüşlüğünüzden. Ama biliyorsun ya Sen, benim acım soylu değil. Sana bakarken düştüm ama yalan söyledim, utanıyorum düşmüşlüğümden. Bu dünyada da olsa tutunamamışlığımdan.
*
Eylül ilerliyor. Ah benim cici eylülüm. Sadece ortaokula kadar sevdiğim eylülüm. Defter kitap ciltlemeyi, kırtasiye malzemeleri alma kısmını sevdiğim, arkadaşlarıma karışacağım da, takdir edileceğim diye sevdiğim eylülüm. Benim için sıkıntıdan ibaretsin şu an. Ama bak bu eylül belki de son kez öğrenci olduğum eylül olacak.
Peşine ekim gelecek. Aşkın ve ölümün ekimi. Ne kadar tenasüplü birbirleriyle. Ölüm ve ekim. Belki de bir ekimde düşeceğim.
*
Bu hallerimden de sıkıldım. Bu her zayıflığıma soylu kılıflar takmaktan da sıkıldım. Tutunamamışlardan biriyim sadece. Belki de tutunmamayı yüce bellediği, aslında derdine âşık olduğu için düzelmeyi ve diğerlerinden biri olmayı reddeden kendimden de sıkıldım.

Ama ne güzel, ne güzel, içinde o cümleyi taşıyan bu şiir ne güzel.


Asrımızın zarif düşünceli gençlerinden biri
Kederli elini
Temiz alnına koyarken fikretmek için
Çocukların susması 
Kuşların ve kedilerin uzaklaşması
Haritaları üzerine bezlerin atılması
Lambaların kısılması
Kadınların bir vakit konuşmadan
Yaşaması gerekebilir

Korku gerek reca gerek
Yanlış anlaşılmış olabilir
Sesini duyuyorum kendimin/kelimeler kendinden emin değil

Yanlış anlaşılmış da olabilir
Aklım başımda mı! Değil

Ve sesimi duyuyorum
Kaburgalarımın gelip artık kavuşamadıkları iniltiden

Ama söyle olmuşsa yüzüme karşı söyle neyi inkâr ettim

Dilediğim en güzel hayat 
Çöplerin içinde rüya aradım
Düştümse eğer sana bakarken düştüm
2012, eylül 11
gece.

Zeyl: Başlık: Cahit Zarifoğlu.

Eylül 07, 2012

Keşfsever'in Lotus'la Konuşması III

L;
“22 Eylül, 2011
Ali Şeriati / Ahiret Algısına Göre Üç Tür insan


bir grup insan cenneti istiyor,
bunlar tamahkâr ve menfaatçi kimselerdir.
diğer bir grup cehennem korkusu taşıyor,
bunlar aciz ve korkaktırlar.
bir grup insan ise cennet arzusu ve cehennem korkusu taşımaksızın,
aşk beslemek ister.
bunlar hür olanlardır.
aşk hürleri.

Yalnızlık Sözleri'nden
Gönderen ZM Zaman: 21:38”

güzel yazı.


K;
ali şeriati adamımdır zaten. çok güzel eserleri var.
beğendiğiniz kısım, taklidi imandan kurtulup, yakinlik mertebesine varan beşerlerin seçimleri oluyor zaten.
cehennem korkusu ve cennet arzusu duymayan, aşk hürleri.


L;
“20 Mart, 2012
ZM / Beyaz


renkler var bir de.
nefsin, karanlığın, özgürlüğün, aşkın, iyiliğin, cesaretin, kıskançlığın...
bizi tek renge bürümeye çalışan izmler, yollar, insanlar da var bir de.
en fazla iki üç renkli olabilecek dünyasından sıkılıp, darlanıp yeni renkler peşinde koşan insanlar var bir de.
onların ya bir gök kuşağına, ya karışık bir cümbüşe dönüşme ihtimali var bir de.
beyazın, tekliği altında, tüm renkleri doğurması var bir de. (volume IV)
ve beyazın, hakikatın, tekliğin şaheserliği var 1 de.”

Işığa beyaz demiştiniz. Ama elbette başka renkler de var. Öte yandan şüphesiz en güzeli yine beyaz.
Siz böyle söyleyince benim çok kullandığım bir söz aklıma geldi. Bunu romanlarımdan birinin giriş cümlesi olarak kullanmıştım. ilk cümle olarak.

“Derler ki, gerçeğe giden yolun dönemeci çoktur.”

Gerçeğe giden yol dümdüz, tek bir çizgi değildir demek istiyor. Farklı renklerin olması gibi.
Bu 1 kısmı da manidar. Hoş. Sanırım tahmin ettiğim şey.

K;
evet, beyaz güzel renk. dahası en güzel renk.
tekliği ve hakikatliği dar bulduğum bir zaman, ilaç gibi gelmişti bu benzetmeyi bulmak.
beyaz tek bir renk ama içinde tüm renkleri saklıyor.
kanımca islam ya da hak din kavramı aynen buna tekabül ediyor.
1 i anlatmaya lüzum yok, her şeyi başlatan şey.


L;
mükemmellik bazen kendini bırakmaktır.

ben bazı zamanlar tünelin ucundaki ışığı kendi karanlığımda görürüm. ışığın rengi kendini ancak karanlığın içinde belli eder. aksi taktirde yolumu bulamam. uzun lafın kısası karanlık bazen gereklidir. karanlık kendiliğinden oluşmamış, yaratılmıştır. sebebi var. bu durum hem etrafı hem kendisi bembeyaz kar yığılmış bir dağ yolunda arabayla gitmeye benzer. hele bir de tipi varsa iyice beyazlanır her yer. sonunda kar gözünüzü öyle bir alır ki arabayla yoldan çıkarsınız.
-benim geçmişte görev bölgem kars, ardahan, erzurum, erzincandı bir zamanlar, dağda çok kaldık kimsesiz, karda tipide. uzun hikâyeler-

çünkü her yer ama her yer bembeyazdır. yol beyazdır, gökyüzü beyaz, kayalar, taş, toprak her şey bembeyazdır. inanamazsınız. beyaz bir boşluk içinde gibisinizdir. beyazın haricinde başka hiçbir renk yoktur. yolu seçemezsiniz. böylece yoldan çıkarsınız.
hatta bunun adı kör körlüğüdür. bu sebeple bazen karda bile koyu renk güneş/kar gözlüğü takılır.

beyazın haricinde de renklere ihtiyacımız var. bu sebeplidir. aksi halde yolumuzu bulamayız.

K;
kendini bırakmak dediğiniz şeye ben teslimiyet diyorum.
teslimiyet de kusursuz bir varlığa yapılmalı.
beyaz harici renkler demişsiniz de, beyazın içinde her rengi barındırdığını anlatmaya lüzum yok heralde.

L;
sizin hakkınızdaki düşüncelerimi duymak ister misiniz?
son mesaj olarak.


K;
önyargılı olmayalım ve tahmin etsem de soralım.

L,
gerçekten tahmin ediyor musunuz? peki.

sizin etrafınıza ördüğünüz duvar o kadar kalın ki tanrı bile gelse geçemez.
ne kendiniz o duvarın dışına çıkabilirsiniz ne de bir başkası girebilir. mesele ben değilim.
o kadar kibirlisiniz ki asla ama asla sözde teslim olduğunuzu sandığınız şeye ulaşamazsınız.
bu ördüğünüz duvar hayata karşı zayıflığınızdan veya sözde ilahi aşktan kaynaklanıyor olabilir. bilmiyorum.
ama gerçekte zayıf değilsiniz.

sizinle olan diyalogum geçmişte sizin yaşlarınızda yaşadıklarımı hatırlamamdan kaynaklandı.
ama anladım ki size verebileceğim hiçbir şey yok. çünkü alamazsınız.
benim olduğu kadar ama özellikle sizin öğreneceğiniz çok şey var.
gittiğiniz yol yol değil.
bunu sizi düşünen bir insan olarak söylüyorum.

sıradan bir insan değilsiniz. evet, bu doğru. üstün yanlarınız çok.
ama bütün bunlar faydasız ve kullanışsız durumda.

açık sözlülüğüm için beni lütfen mazur görün. bunları belki faydası olur diye söylüyorum.
size harikasınız mükemmelsiniz aynen böyle devam gibi yalanlar saymayacağım.

son söz şu; lütfen kibrinizi yok edin, duvarı yıkın.
bunu yaptığınızda istediğiniz yere ulaşabilirsiniz.

kendinize iyi bakın.


K;
o zaman bir soru da ben sorayım.
o kendini bırakmak dediğiniz şey'in, o sonsuz özgürlüğün doğruluğundan nasıl emin olabiliyorsunuz? -gerçekten samimiyetle soruyorum-
evet benim duvarlarım var, onları kaldıracak gücüm ya da mütevazılığım yok, bu doğru.
ama en önemli soru bu, cevaplayabilirseniz, duvarları yıkma cesareti gösterebilirim.


L;
hiçbir şeyin garantisi yok. hiçbirimiz öbür dünyaya gidene kadar yürüttüğümüz politikanın doğruluğundan asla ama asla emin olamayacağız. ister dünyanın en iyi filozofu, bilim adamı veya mütefekkiri olalım.

yaratan bize 2 en önemli hediyeyi vermiştir. bunlar akıl ve vicdandır. herhangi bir konuda eğer hem akıl ve hem vicdan onaylıyorsa o şey kuvvetle muhtemel doğrudur. bizim silahlarımız bunlar. bunların kullanılabilmesi için özgür irade ve özgür seçim olmalıdır. aksi durumda duvarların içinde yaşarız. sadece kendimizi bitiririz.

bu söylediğim dünyanın en zor işidir. en zor. düşünceyi yok etmek atomu parçalamaktan daha zor, bilirsiniz.

ama sizin durumunuzda suyu bulandırmak istemem. siz söylediklerimden kendinizce faydalı gördüklerinizi alacaksanız alın. ama sizin en büyük sorununuz kibir ve duvar konusu.
her insanda az veya çok bunlar bulunur. bende de var. vardır. ama sizin sıkıntınız bunun bir biçimde yüksek seviyede olması.
bu yapı içinde hiç bir şekilde hareket etmeniz mümkün değil.

üstünsünüz. bu zamana kadar karşılaştığım bayanlar içinde gerçekten mümtazsınız. doğru.

şu anda çözüm olarak söyleyebileceğim şey etrafınıza ördüğünüz bu duvarın kalınlığını yavaş yavaş azaltmak olabilir. bu bir anda olmaz. olamaz. bunu yapacak kişi sizsiniz. bütün iş sizde.
zamanla ne yöne gitmeniz gerektiğini göreceksinizdir.