William Dyce / Francessa da Rimini, 1877 |
-Biliyorum.
-Dinlenmek istiyorum.
-Farkındayım.
-Bir kıza âşık oldum. Bütün yüklediğim anlamların dışında
bir şey olduğunu fark ettim. Uzay gibi. Uzay… Ve sen şimdi böyle bir adamın
kahrını çekeceksin. Sana yalan söyleyemem. Bunu bil ki. Bu dostluk samimi
olsun.
-Ne zaman oldu?
-Bir ay kadar oluyordu.
-Sezmiştim.
-Sezgin yüksek. Zaten saklayacak da değildim.
-Neden yenildin?
-Yenilmedim ki… Yorgun çıktım sadece.
-Varlığını anlat kızın. Yankısını.
-Bir kız arkadaşım vardı eskiden. İğrenmezdim hiçbir şeyinden. Öyle bana yakın
geldi. Ağzı, yüzü, yanları, kadınlığı hatta. Şimdi düşünüyorum ne bulduğumu.
İzah edemiyorum kendime.
-Nedeni sormuyorum, tesir soruyorum. Tesirini. Sıfatlarını değil.
-Sıfatları beni irdelemedi çok. Ben soyut yaşıyorum
bilirsin. Kendi kendime yaşıyorum işte. Monoblok bir gövde halinde.
-Yansımayı soruyorum. Kızı değil. Nesneyi değil. Fotoğrafını atsana.
-Fotoğraflarını sildim. Hiçbir şeyi yok. Görmek istemiyorum.
-Yankısı?
-Baş ağrısı gibi bir şey. Kalp ağrısından öte.
-İsminde M var. Sezdim.
-Başka ne sezdin?
-Beyaz ten.
-Başka?
-Uzun gibi.
-Başka?
-Gözleri ürkek ve cesur. Ceylanınki gibi. Gözleri güzel.
-Başka?
-Sesi heyecanlı. Kaşları uzun ve kavisli.
-Başka?
-Sana karşı boş değil ama başka birileri de aklına. Güç seviyor.
-Fal mı bakıyorsun?
-Hayır. Sezdim.
-Kadınların hepsi güç sever.
-Hayır, hepsi değil.
-Bir erkek bir kadına meyl ettiği zaman, kadın onu çıta
belirleyip daha iyisini arar hep. Daha iyisi, daha iyisi.
-Söylediklerim doğru muydu?
-Kısmen. Aklında başka birileri yok. Aranıyor. Kendine
yürünülmesinden hoşlanıyor. Ve bununla övünüyor. Beni alelade zannetti. Ben ona
hakikati tarif ettim. O ise “ben buğday istiyorum” dedi. Çoğu kadın gibi.
-Çünkü kendisine ziynet muamelesi yapıldı. O da güzel bir ziynet olarak kendini armağan edip sunacağı sultanını istiyor. Sen sadece güzel bir ziynete
âşık oldun. Senin olsa mutlu olursun.
-Çok güzel değil. Beni cezbetti. Aynı vadinin insanıyım
zannettim.
-İnsan aynı vadinin insanını nasıl tanır ki?
-Oysa ben vadinin bütün topraklarının nefes alışını
bilirken, içinde gezinir, yapraklarına vururken o pencereden bakıyor sadece. Ve
birilerini arayışı. Sığ geldi bana. Çünki ben ortak kabul edemem. Tanrılaşırım.
Şirk koştu bana.
-Kendini Mehlika Sultan zannediyor. Belki de gerçekten öyledir. Allah
ona sultan nasip etsin. Ki bir Sultan’la evlenecek.
-Ne sultan artık…
-Göz teması kurmak ne hissettiriyor? Yenilgi? Utanç?
-Gözleri bakmıyor. İçi bakmıyor. Siyasetle bakıyor. Beni zapt etmiş gibi bakışlar.
-Kendine bir sultan istiyor. Derviş istemiyor. Feylesof istemiyor. Kral
istiyor.
-Ne bok istediğini bilmiyor.
-Gerçekten âşıksan ona bir kral olduğunu ama buna tamah etmediğini
göster.
-Krallık dönemi geçti gitti. Bir şeymiş gibi davranacak
zamanı geçirdik. Çok zengin de olamam. Ama olsam, para bana çok yakışır. Belki
makam sahibi olmama ama olsam bana çok yakışır. Çünki dünyalık olduğunu
bilirim.
-O zaman neden hakikat yerine buğdayı tercih eden bir kıza vuruldun?
Demek ki bu elde değil. O zaman onu kötülemekten vazgeç.
-Ben ona kıyabilir miyim sanıyorsun?
-Demek o kadar âşıksın :) “Kıyamayacak” kadar. Aşkının peşinden git. Kaybetsen bile.
-Kaybettim. Ya da o kaybetti. Bilmiyorum kim kaybetti.
-Emin olma o kadar.
-Sen artık koca bir kadın olmuşsun…
-Ne şanslısın ki Allah kalbine hala bir insanın aşkını düşürüyor.
-Aşk benim mesleğimdir. “daha asili mi var” demişti biri.
-Var. Hakikat.
-Gönlüne kıvılcım düşmeden olmaz.
-Benim sinemden aşk yükü alındı. Ben âşık olmadan öleceğim. Biliyorum.
-Ben ise aşksız olunmazam…
-Aşkına duyduğum hürmet ve üzerinde hala başka bir kadının varlığının
tesiri olduğu için seninle sadece dost olacağım. Kibrim başka bir varlığın
tesirinde kalmış bir adama kadın görünmeye bile razı gelmez. Ki zaten
göremezsin de aşkında hakikatli isen.
-Keşke süreçler böyle matematik işlese. O olsa bu olur. Bu
olsa şu olur. Ama sonuç yağma olmaktır. Başka bir şey değil.
-Bana aşkını anlat sadece. Ben senin varlık nesnende aşk üzerine olan
sorularımı keşf ederim.
-Bırak. Oluruna bırak. Yönetme. Emme. Sömürme. Bırak gitsin.
-Bana âşık olma an’nını anlat. Ya da o cezbenin tesirine “evet aşkmış”
dediğin o kabullenme anını.
-Kalçası bana kadınsı geldi. Onunla birleştiğimi hayal
ettim. Beni tamamen aldığını. Kapsadığını. Liman gibi yanaştığımı. Dinlendiğimi.
-Yani kadınsı bir kalça başlattı aşkını?
-O başlatmadı. Ben başlattım. Ben bitirdim.
-Bitirmedin. Yoruldun sadece. Arzun var çünkü hala.
-Arzum kadına var artık. Kadınlığa. Bu ihtimal beni diri
tuttu bir süre. O da köhneyip geçti işte. Çünki boncuk dağıtıyordu. O
adamlardan biri olmak istemedim. Hedefe kilitlendim. Aşağılık bir şekilde. Onlardan
daha aşağılık ıslak şeyler düşündüm. Ateşli şeyler.
-Bu bir hayal kırıklığı. Mağlubiyet hissi. Kibrini kırmış. Ve aşk
olmuş.
-Mağlubiyet değil. Aynı düzleme bile gelememe. Aşk benim
ondan estetik devşirdiğim şeydir. Yoksa insan çoğalır bir şekilde. Düzüşür
falan.
-Sana karşılık verseydi?
-Verseydi onunla çiftleşirdim. Sevişirdim. Genlerimi
aktarırdım.
-Evlenmek?
-Belki o da olurdu.
-Mücadele et ve sakın yenilme.
-Bu iş benim içimdeki süreciyle başladı. Ve devşirmeye
başladım. Dışarının anlamı kalmadı. Artık mücadele edecek bir şey yok.
-Değil zaten.
-Mücadele birini ayartmak için yapılır.
-Kaçıyorsun sen. Çünkü yenileceğini anladın Mehlika’ya. Kaybedeceğini
bilsen de kaçma.
-Ne yaparsam yenilmiş olmam. Onu elde edip sonra tiksinmek.
Bu mudur?
-O zaten kendini elde ettirmez sana. Sultan istiyor o. Ve bir Sultan’a
varacak.
-Sultan’a kovalamak yaraşmaz. Gider bulur… İsterse. Ben
oturup konuşmak. Dinlenmek istiyorum.
-O penceresinde… Gelip geçen âşıklarına bakıyor. Şevkle, neşveyle… Gözleri
oynak. Sesi kuş gibi.
-Takılsın işte penceresinde…
-Sen sokağın ucunda duruyorsun. Yorgun. Sultan’san durma orada.
-O kendini gösterenleri görür. Ben vadiye teşneyim.
Durmuyorum zaten.
-Kaçtın. Durmadın orada daha fazla yenilmiş görünmeye. Bindin yaralı
siyah atına… Müphem bir sokağın olduğu yola saptın.
- Ben ne sultanlığın peşindeyim, ne sultanın peşinde olanın.
Ben benim artık. Gerisi boşa çıktı. Yorgunluk var sadece. O da geçer.
-Ben o müphem sokağın olduğu yolum. Yaranı sarıp, keşf edip, seni
yollayacağım.
-Sen de insanlardan bir insansın. Bana kadınlık yap. Yaramı
sar istedim.
-Asla.
-Kibrine dokundu, benimkine nasıl dokunduysa.
-Sana âşık değilim ki kibrime dokunsun. Benim kibrime sadece âşık
olduğum varlığın kılıcı değer.
-Yaralıyım ben.
-Biliyorum. İlk geldiğin andan itibaren. Başkasına âşık olana kadın olan fahişedir. Fahişelerden uzak dur.
-Bilmeyecekler.
-Kalbinde aşk varken sana kadın olan her dişi fahişedir.
-Zina yapacağım.
-Sultan olmadığını nişanı olur fahişelerle zina etmek.
-Sultanlığın aq!
-Bana o yüzden mi yazdın? Azıcık da olsa kadınlık görürüm umuduyla?
-O yüzden yazsam bunları söyler miydim?
-Sezerdim. Seninle bir kez daha konuşmak istiyordum. Yarım kalmıştı
çünkü o konuşma. Bugün tamamlandığını hissediyorum.
-Ne düşünüyordun benle ilgili? Nasıl biriyim ben? Sez
bakalım.
-İsraf olur kelimeler bundan sonra.
-Adam mıyım? İyi miyim? İnsan mıyım?
-Bu konuşma kemal oldu.
-Boktan bir adamsın diyorsun.
-Asla. Ben hissemi aldım.
-Kemal-i afiyetle her şey oldum bu dünya denen yerde. Kanı
içine akan yaralı bir at. Ben de böyleyim işte. Halimce Bedrettin’em. Demiş ya adam.
-Yoluma çıktığın için şükran.
-Sana şükran. Beni kendince keşf edip tükettiğin için.
-Aslına sadık ol ve fahişelerden uzak dur.
*
Dedi ve yoluna devam etti Keşfsever.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder