Wang Wen’den Lonely God eşlik edebilir bu yazıya.
“Bir akşam, dalgın
dalgın hoş bir kitabı karıştırırken, bir an bile duraksamadan: ‘Tutkulu
ruhların çoğunda olduğu gibi, yaşamdaki inancının tükendiği an gelmişti’
cümlesini okudum. Bir saniye sonra, cümle içimde bir kez daha yankılanıyordu ve
gözyaşlarına boğulmuştum.”
Albert
Camus
Bir
sanatçıyı sanatını yaparken seyretmek, sanatın kendisinden daha sanat bazen.
Bir sanatçıyı, sanatçı yapan sanattan vazgeçmesi de sanat olabilir mi peki? Vazgeçebilmek,
tıpkı seçmek gibi bir kudreti gerektirir. Kudreti olduğu halde bırakmaktır,
vazgeçiş. Mağlubiyet, bırakış, uzanamayış değildir o.“Bartleby Sendromu”
diyorlar. Sanatçı ruhu, yeteneği, yaratma kudreti olduğu halde çeşitli
nedenlerden, nedensizlikten, nedenin ne olduğunun dahi bilinmediği durumlardan
dolayı sanatçının yaratmaktan vazgeçmesi hali. Sanatın intiharı budur belki, yaratmaktan vazgeçmek. Yoklukta bir
varoluş; vazgeçişin sanatı. Peki,
insan neden bir şeyi yapabilecek kudreti, istidadı, potansiyeli olduğu halde
yaratmaktan vazgeçer?
Yaşamanın Tesellisi:
Yazmak
İnsan
yazmaktan, yaratmaktan neden vazgeçer sorusu “insan neden yazar?” sorusuna
götürüyor aklı. Yaşamı ateşli bir hastalık gibi, bir sara nöbeti geçirenler çok
defa yaşamanın tesellisini yazmasının şifasında bulurlar. Sait Faik’in “Yazmasam
deli olacaktım”, Slavoj Zizek’in “Yazmak hayatımı kurtardı” gibi bazı yazmak
gerekçeleri yazıcın şifacı etkisini gösteriyor. Zizek’te yazmak, intihar erteleyici
bir özellik de taşır. Bir röportajında şöyle ifade eder bu yüzden: “İntihar
edebilirim ama bitirmem gereken bir yazı var. Önce onu bitireyim, sonra kendimi
öldürürüm. Sonra başka bir yazı sonra başka bir tane. Ve işte hala buradayım.” Bu
şifacı etki Cioran’da zirveye çıkar. Ezeli Mağlup’ta “Yazmak olağanüstü bir
tesellidir. Daha da ileri gideceğim: eğer yazmamış olsaydım, katil olabilirdim.
İfade etmek bir kurtuluştur.”
William
Faulkner, yazmak ve yaşam arasındaki gelgitli ilişkiye daha başka bir
perspektifle bakar: “Yaşayabilenler yaşar, yaşayamamanın acısını çekenler de bu
acıyı yazarlar.” Faulkner bu sözüyle, Oscar Wilde’ın yaşam ve yazı münasebetini
de izah etmiş olur. Çünkü Wilde dehasını hayatına; yeteneğini yapıtlarına harcadığından
bahsetmişti. Andre Gide bu yüzden Wilde için “Yunan filozofları gibi Wilde da bilgeliğini yazıya
dökmez, konuşmasıyla ve hayatıyla aktarırdı; bilgeliğini tedbirsizce,
insanların uçucu belleğine emanet ederdi, suyun üzerine yazar gibi.”
Yazmak
gerekçeleri ise, yazarların mizacı, üslupları miktarınca çeşitleniyor, renkleniyor.
Onlardan diğer ikisi Virginia Woolf’u “şimdiki an” hissinden iyileştiren ve onu
akıntısına bıraktıracak zamanlar arası hareket edebilen sandal işlevi gören
yazısı. Diğeri ise tıpkı yapıtlarına benzeyen bir gerekçeyle George Orwel.
Orwel, yazarı yazmaya sürükleyen nedenleri dörde ayırıp yazma gerekçelerini
şöyle söylüyor: egoizm, estetik hevesi, tarihsel dürtü ve politik amaç.” Bu bambaşka
yazmak gerekçeleri arasında, ben yazmak gerekçemi bedeli yaşamak israfı olan, pahalı
bir ihtiras derdim. Yahut olmayan düşlerin, olandan intikamı yazgısından
intikamı… Olmayanın, olması için oldurak.
Taklidin Talihsizliği
Yazma
gerekçelerinin varlığı kadar yazarları bekleyen tehlikeler de var. Barbleby
Sendromunu ne kadar tetikleyici olduğu bilinmez ama her iyi yazar “etkilenme
endişesi”ne sahiptir. Tam bu noktada devreye taklidin talihsizliği girer. Sanatçıların
ya da sanat eseri yaratma hevesi güden insanların başına gelebilecek en
talihsiz şey; tesirinde, çekiminde, cezbesinde kaldığı güçlü bir ruhu şuursuz
taklit etmek. Taklit ne kadar şuursuz, ego ne kadar yaralıysa vaziyet o kadar
trajik olur.
Tezle
değil antitezle başlayan, bir akıma karşı doğan fikir akımları gibi yazmak
reaktif tavırla yapılıyor bazen. Reaktif bir tavırla yazanların rekabet
hırsından beslendiğini görürsünüz. Yaratma edimi kendiliğinden değil "o
yazıyorsa/o yapıyorsa ben de yazarım/yaparım" diyedir. Kendiliğinden,
kendilikleriyle değil, reaktif bir tavırla yola çıkanlar en çok üslûp ve
özgünlük konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Kendilerine ait bir odaları, kavramları,
sözcükleri yoktur çünkü. Deneme, şiir, inceleme, eleştiri, roman denemedikleri
bir tür kalmamıştır. Tam da bu yüzden özgünlük yetenekten daha mühim. Yetenek,
zekâ, birikim hepsi büyük avantajlar ama yeteneği, zekâyı, birikimi özgünlükle
birleştiremeyenler benzersiz bir eser ortaya koyamıyor. Napolyon "taklit
edilemez tek şey" der cesaret için. Şuursuzca tesirinde kaldığı herkesi,
her şeyi taklit edebilen insan cesareti taklit etmeye cesaret bulamıyor.
Özgünlüğünü bir cesaret gibi ortaya koyanlar içinde geçerli bu, özgünlük
cesareti taklit edilemiyor.
İstencin İntiharı
Konuşmak
ve susmak arasındaki münasebet; yazmak ve okumakla öylesine münasip ki. Fazla
konuşmak gibi yersiz düşüyor bazen yazmak ve bilge bir susuşa benziyor okumak.
Okumayı pasif, yazmayı aktif bir hâl sanırdım eskiden. İyi okumayı vasat
yazmaya yeğleyen bir eşik varmış; orası yazmak, var olmak, yazarak var olmak
hevesine galip geliyormuş. İyi kitaplar okumak, yazmak hevesini kırıyor. İyi
bir eski bir kitap, vasat olan yenisini fikriyle, üslûbuyla yıkıp geçiyor.
Gerçekten iyi bir metin tahrik etmeli zihni, afallatmalı başı, ayartmalı ruhu,
titretmeli kalbi. Yapamıyorsa neden var olsun ki? Neden yazılsın ki?
Tesir Kudreti
Ruhun
gücünün alâmeti bu çünkü Tesir Kudreti. Ruha sinmek, öyle bir ruh taşımak ki,
muhatabın ruhuna nüfuz etmek. Mevlana "neye talipsen o'sun" diyor.
Katılıyor ve artırıyorum: Neyin tesirinde isen, o'sun. Tesirinde kaldığımız şey
kadar ruhumuzu ifşa eden ne var?
Zihnin
hoşlanma belirtileri: dikkat. Zihin hoşlandığı bilgiye dair her şeye dikkat
kesiliyorken umursamadığını anons gibi onlarca kez duyup geçiyor. Beden
dilindeki aynalamanın zihinde de izdüşümü var. Kelime seçimleri zihinsel
tahriklerimizi ifşa ediyor. Daha önce hiç kullanmadığınız bir kelime dilinize
pelesenk mi oldu? Yeni fikir flörtünüze merhaba deyin.
Herman Melville /
Katip Barbleby
Moby
Dick’ten de tanıdığımız Herman Melville’in kitabı Kâtip Barbleby,
enteresanlığını en çok da yazarına borçlu. Kitap “yapmamayı tercih eden”,
eylememeyi eylem edine edine eylemsizlik anıtına dönüşen, ömrü pasif bir
direnişe dönüşmüş kahramanından alır adını. Fakat bu pasif direniş, altında
çalıştığı “efendisine” tabi olmayacak kadar minnet etmeyişi de beraberinde
getirir. Bu yüzden kitaptaki Barbleby’in işvereni olan anlatıcı sesi, bu pasif
direniş karşısında iktidarını sorgular ve çok defa mağlup olur. Fakat Kâtip
Barbleby’in hayır deme cüreti bir zafer meydana getirmez. Kahramanımızın
“solgunca, derli toplu, acınacak ölçüde saygıdeğer, iflah olmaz derecede
hüzünlü” yaşamı tıpkı yaşadığı gibi sonlanır.
Eylememeyi
eylem edinen Barbleby’in varlığını da yokluk görünümünde olur. Ölümünden sonra
hakkında ulaşılan tek cümlelik bir biyografisi bile şaibelidir: Bir zamanlar
Washington’da Ölü Mektupları Dairesinde yardımcı bir kâtip oluşu. Otuzlu yaşlarında
yazmayı bırakan Melville, kalan ömrünü New York’ta büro işleri yaparak geçirir.
Belki de bu yüzden Kâtip Bartleby ondan başkası değildi…
Vazgeçişin Şiirini
Yazanlar
Sınanma
anksiyetesi, mağlubiyet korkusu zannedecekler. Dünya, tarihe adını “en iyi” olarak
geçirenlerin gerçekten en iyi olanlar olduğunu asla ispat edemeyecek. İddia
edecek sadece. “En iyi” bildiğimiz sanatçılar, yazarlar; en eşsiz dediğimiz
eserler en iyi olanların değil; en iyi bildiklerimizin olacak. Sıfatların
gerçek sahiplerini asla bilemeyeceğiz. Ama sıfatların gerçek sahiplerinin;
duyduğumuz isimler olmadığı bilgisini bu isimler sayesinde bileceğiz.
Bu
sıfatlar, şık iltifatlar ne kadar umurlarındaydı?
6 yorum:
Vazgeçişin şiirini yazanlar, çok güzeller.
Yazınız da öyle...
Vageçmek çok zor. Ama özgürlük için gerekli.
Kitaplara Kaçanlar;
çok teşekkürler
Yazimbari;
Vazgeçmek, tekamülün bir mertebesi. Yalnız özgürlük için değil var olmak için de gerekli.
başlık ilgimi çekmişti, güzel bir yazı. teşekkürler
freud da kendi günlüklerinin ve mektuplarının yakılmasını istemişti ve bir bölümünü bizzat kendisi yok etmişti. belki freud bunu iç dünyasının analiz edilmesinden çekindiği için yaptı. ama bu da bir vaz geçişti.
belki bu noktada düşünen birey, kendi evreninde bireysel özgürlüğünü ilan ediyor ve artık bütün egolarından sıyrılıp bilinme kaygısını çıkarıyor varlığından. ya da tam tersi. kimbilir.
Entlovin;
rica ederim, keyifli okumalar.
Kedikedikedi;
yazmak ya da yazmamak gerekçeleri de ruhlar kadar çeşitli. Freud'un da benzer bir serüveni olduğunu bilmiyordum. kimbilir...
Yorum Gönder