Cemal Bey'in Köşkü / 2011, ocak |
Z: o vakit ne iyi olmuş ki, fotoğraflarla o an’ları saklamışız. sanırım biraz özlem oldu. bende de oldu.
K: evet efendim özlem, içim hep özlem dolu. Şiirleri, beyitleri, dağları, eski günleri. hepsi, hepsi çok uzaklarda kaldı sanki.
Z: ama özlemek de güzel değil mi?
K: öyle.
Z: kahırlanmak bile güzel’ken.
kıskanmak hep güzel’ken.
2012, ekim*
Şüphe yok ki ketumi, bu ıssız vadi’ye de olsa, yazılmaktan hoşlanmazdı. Yüzünün, hislerinin belli edilmesinden hoşlanmazdı. Azmi’ye benzemezdi. Antika’cıydı. O’nun yeri sandık içiydi. Azmi’nin müzeciliği o’na göre değildi.
İçine şiirleri, resimleri, parfümleri, her türden geçmişi doldurduğu perişan, eski bir kutsundan başka neyi vardı ki. Birkaç parça elbisesi, yaşlılıktan ağarmış bir lacivert mont, bir üniversite hayatına tanıklık etmiş adidas ayakkabılarından başka. Başka ne’yi vardı ki üzerinde. Görünüşüne dahi önem vermeyen biri, görünmeye önem verir miydi hiç.
Bu yazı
için –hoş her zaman şikayetçi oldu bundan- hiçbirine kulak asmayacağım ketumi.
Seni cümlelerle dahi olsa ayan edeceğim. Saklanamazsın artık. Herkes bilecek
seni.
Ne yaşından,
ne isminden, ne o profilden belki de güzel’liğin aynen senin de dediğin gibi
hüzün hali olabilecek yüzünden çok bahsetmeyeceğim ama. Cinsiyetini dahi
söylemeyeceğim. Ama ruhunu ele vereceğim burada. Buna bir şey diyemezsin. Her
şey kurallara uygun. Seni ilk gördüğüm zaman bundan nerdeyse altı yıl önceydi. En arka sırada oturmuş kağıda çizikler atıyordun. Sonra en arka sırada yanına düştüm. En arka sıranın arkadaşı olduk. Şımarıklığın, ukalalığın sınırlarını zorladık. Birlikte kahkahalar attık. İçime sızdın, ruhuma sızdın. Sonra da geldin benim dostum oldun.
Unutmamın
neredeyse imkansız olduğu –hayır o sabaha karşı’yı hiçbir zaman unutmayacağım,
kulakların iyi duysun bunu- 21 ocak 2009 oldu sonra. Seni tamamen kaybettiğime
emin oldum. Aslında ölmemişsin ki, yine beraber olduk.
Her şeyi
zamana göre kodlayan bir kafadan nasıl bir yazı çıkabilir ki. Aynen yukarıdaki
gibi, olaylar silsilesi. Oysa ben seni şiir gibi yazmak isterdim. Ya da
dosto’nun karakterleri gibi. Elimden gelse o sevdiğin divanların beyitlerine
saklayacağım seni. Ama olmuyor ki, içime öfke doluyor. İçimdekileri keskin,
incecik ve ölümcül güzel yapamıyorum diye kaba dilime, yeteneksizliğime
kızıyorum. Yoksa senin içimi titreştirmen de bir eksiklik yok.
Sevdiğin
şarkıları seviyorum –hepsini dinlemediğim için kızsan da bana- özellikle içinde
kendini bulduklarını istemesem de seviyorum. Elimde olmadan meyl ediyorum
onlara. Shape of my heart, lonely day, isimlerini yazmaya üşendiğim klasik
müzikleri.
Bunu
sana söylemedim ama eski montunu bile seviyorum. Soğuktan ölecek olsam dahi
giymeyecek olduğum o yaşlılıktan ağarmış lacivert montunu. Yolda yürürken bana
attırdığın kahkahaları. Ahmet Hamdi Tanpınar tarzı, yerelliklerle, inceliklerle
–şu an bile sırf “bilkut abla” hatırına bir kahkaha daha atıverdim- dolu,
hicivlerini, esprilerini.
*
Kısa da
olsa yazarken bu şeyciği, yağmurdan, ani hava açmalarına kadar her hale
soktunuz beni. Ama en çok kar’ı seviyorsunuz biliyorum. Hem neşe hem de hüzün
veren kar’ı seviyorsunuz biliyorum. Akşamları beyazlatırken ortalığı, cama
yapışıp seyredilen kar’ı seviyorsunuz biliyorum.
Kar’ı
seviyorum ketumi.
2 yorum:
ihtiyar cevüz mütebessim oldu efendim başka ne demeli? zaten bu karlar altında saklanmaktan başka ne ister ki.. :)
Dünyanin en uzun hüznü yagiyor
Yorgun ve yenilmis insanligimizin üstüne
Kar yagiyor ve sen gidiyorsun
Aglar gibi yürüyerek gidiyorsun
Belki bulmaga gidiyorsun kaybettigimizi
O insan ve tabiat cagini
Dön bana ve dinle
Kuslar ucusuyor icimde
Los bir keman solosu gibi
Kuslarin ucustugunu icimde
Dön bana ve dinle
Karanlik denizlerin dibinde
Birtakim incilerin oldugunu
Birtakim incilere ve hatiralara
Neden bagli oldugumuzu unutma.
Duy beni ve dinle
Denizler bogusuyor icimde.
Unutma diyorum ama sen anla
Anlat bizim de yasamak istedigimizi onlara.
Erdem Beyazıt / Kar Altında Hüzün Denemesi
Yorum Gönder