“Zeynep kendine
iyi bak çok zayıfsın yoksa derslerinde başarısız olursun.”
Bilgisayarımı babama işini
görmesi için vermiştim de bulmuştum belgelerimde bu notu. Şaşırıp hemen
açmıştım, şimdi de bu yazıya motto ediyorum. Hiçbir şekilde müdahale etmedim,
yazı şekli calibri, altı çizili ve tipik babam cümlesi. Ama ilginçti bana not
bırakması.
*
Siz hiç zayıf düştünüz mü.
Hayata, kendinize ve her şeye karşı. Ben düştüm. Ben düşüyorum. Ama
korkmuyorum, utanmıyorum düşmüşlüğümden. Düştümse eğer sana bakarken düştüm.
Gurur duyuyorum çünkü sana bakarken düştüm. Aynen babamın da yazdığı gibi
bedeni zayıflığa da düştüm. Çirkinleştim. Kemiklerim belirginleşti, yüzüm
karardı. Kargalar gibiyim.
Yemek yemeği unuttuğum zamanlar
oluyor. Ama ne güzel. Demek açlığını çektiğim şey bilindik bir şey değil. Dünyanın
en güzel kızları, erkek gözlerine latif, zarif bir yansıma düşürme hevesi kuran
kızları, zayıflamak istiyorsunuz ya ben bunun derdini dahi çekmiyorum. Ne kadar
şanslıyım değil mi. Zayıf mı olmak istiyorsunuz, kendinize sizi eriyip
bitirecek bir dert bulun. Dert bulun tamam mı. Sizi eriyip bitirsin o dert.
Soylu bir acınız olsun ama.
Varsın size bakanlar tuhaf bulsun, tutunamamış bulsun. Utanmayın düşmüşlüğünüzden. Ama biliyorsun ya
Sen, benim acım soylu değil. Sana bakarken düştüm ama yalan söyledim,
utanıyorum düşmüşlüğümden. Bu dünyada da olsa tutunamamışlığımdan.
*
Eylül ilerliyor. Ah benim cici
eylülüm. Sadece ortaokula kadar sevdiğim eylülüm. Defter kitap ciltlemeyi,
kırtasiye malzemeleri alma kısmını sevdiğim, arkadaşlarıma karışacağım da,
takdir edileceğim diye sevdiğim eylülüm. Benim için sıkıntıdan ibaretsin şu an.
Ama bak bu eylül belki de son kez öğrenci olduğum eylül olacak.
Peşine ekim gelecek. Aşkın ve
ölümün ekimi. Ne kadar tenasüplü birbirleriyle. Ölüm ve ekim. Belki de bir
ekimde düşeceğim.
*
Bu hallerimden de sıkıldım. Bu
her zayıflığıma soylu kılıflar takmaktan da sıkıldım. Tutunamamışlardan biriyim
sadece. Belki de tutunmamayı yüce bellediği, aslında derdine âşık olduğu için
düzelmeyi ve diğerlerinden biri olmayı reddeden kendimden de sıkıldım.
Ama ne güzel, ne güzel, içinde o cümleyi taşıyan bu şiir ne güzel.
Asrımızın zarif düşünceli
gençlerinden biri
Kederli elini
Temiz alnına koyarken fikretmek için
Çocukların susması
Kuşların ve kedilerin uzaklaşması
Haritaları üzerine bezlerin atılması
Lambaların kısılması
Kadınların bir vakit konuşmadan
Yaşaması gerekebilir
…
Korku gerek reca gerek
Yanlış anlaşılmış olabilir
Sesini duyuyorum kendimin/kelimeler kendinden emin değil
Yanlış anlaşılmış da olabilir
Aklım başımda mı! Değil
Ve sesimi duyuyorum
Kaburgalarımın gelip artık kavuşamadıkları iniltiden
…
…
Ama söyle olmuşsa yüzüme karşı söyle neyi inkâr ettim
Dilediğim en güzel hayat
Çöplerin içinde rüya aradım
Düştümse eğer sana bakarken düştüm
2012, eylül 11
gece.
Zeyl: Başlık: Cahit Zarifoğlu.
22 yorum:
O yüzden seninkisi düşmek değil, hele de tutup elinden kaldıranın yine O olacağını bilirken...
O mısrayı yazanın da elleri dert görmesin/görmemiştir inşallah:)
N;
benimki zevk duyduğum bir acı.
*
o mısrayı yazan adı gibi zarif adam'dan allah razı olsun. bizim de hissettiklerimizi, zarif'çe ifade ettiği için.
sonra etrafına içinde saklanabileceği, derin bir uykuya dalacağı bir koza ördü. karanlığa büründü. bacaklarını içine çekti. - tp
doğru cümleyle başlamışsın :)
tahmin etmiştim biliyor musun, mısranın sahibinin o olduğunu...
masallara benzettiğimi söylemiştim bu cümleyi.
ama soru şu; bu bir giriş cümlesi mi, yoksa sonu "sonra da öldü"yle bitecek bir bitiş cümlesi mi?
biliyor musunuz N, bir kaç gündür durup durup bu cümleyi söylüyordum, yolda yürürken, evde homurdanırken. büyük bir hırsla ve zevkle.
sonra baktım olacak gibi değil, bu yazı peyda oldu.
Çok iyi yazı ama şu hezeyan hallerden çıkmamak, hem de bu kadar uzun süre... yazık!!!
Her şeyin aşırısı zarar, ibadetin bile...
Zayıflığın da öyle...
erdost;
başlık yaptığım dizeye bak, kendine acımayan, düşmemiş bir adam böyle bir şey yazabilir mi. demek acı, çok güzelliğe gebe bir şey.
ve bunların hiçbirisinin nedeni ibadetler yüzünden değil. bundan emin olabilirsin. bu farklı bir mesele.
hezeyan doğru sayılabilecek bir kelime çünkü çektiklerime asla "çile" -uzlette çekilen, şiir kitabına ismi düşen- demem.
yazık olduğu doğru, bunların hepsinin çaresine bakacağım.
zayıflıktan çok da şikayetçi değilim.
Zeynep,
Aslına bakarsanız durumun fazlasıyla farkındayım.
Sizi tanımıyorum ama hallerinizi tanıyorum. Bu size yol gösterme hakkını bana vermez tabii ki ama söylemek istediğim nokta kendinize yazık etmeyin. Hezeyan haller güzeldir bazen, kişi kendi karakter uygarlığını olgunlaştırır ama bir yere kadar. Ağır düşüncelerle aşılan bir yokuştan yuvarlanarak geri düşmeye başlarsınız. Rüyalar bile gerçekten daha anlamlı gelir ve özetle önce büyüten bu haller sonrasında da çürütür...
Halbuki yaradılışın gereğine bile terstir bu durum. Çile mevzusu "kutsal" bir durum olabilir fakat yanından bile geçmiyoruz o durumun söylediğiniz üzere ki gerek de yok.
İbadetle alakası olmadığını biliyorum. Aşırılığa vurgu yaparken örnekleme olarak kullandım sadece.
Biz sizinle insanlık çatısı altında paylanıyoruz; kimi zaman birbirimize tuhaf gelen şeyler de yazacağız ama bu kadar edep içerisindeki birine zayıflık yakışmıyor ki zayıflık derken bedeni kast etmedim...
İnsan önce kendine yaramalı ki güzel bir hayat sürebilsin. Bunları söyleme sebebim bu hallerin farkındalığı ortadan kaldırması. Farkında olmadan en güzel zamanlarınızda yapmak istediklerinizi fark etmeyerek, günü öldürerek geçirmeyin isterim. Belki de hallerinizin yakınından bile geçemedim ama aklım bana bu sözcükleri verdi kullanmam için...
Yazdıklarımız kadar kötü değiliz, bunun da farkındayım...
unutmadan; orası bir kadın mı?
Daha dün kendimi,
Uyumsuz titreşimlerle hayatın göğsünde dolaşan
Bir toz zerresi olarak görüyordum;
Bugün ve işte şimdi biliyorum ki,
gök benim, ben kendim;
ve uyumlu toz zerreleri halinde
bu, içimde dolaşıp duran da
hayatın kendisi
HALİL CİBRAN...
erdost yüksel;
hezeyan konusunda söylediklerine hak veriyorum, bunun sanat'tan başka bir getirisi yok. -gerçi bu çok şey ama hangimizin hezeyanı sanat'a dönüşecek derinlikte? çok çok azımızın-
edep konusunda yakınmak istediğim şeyler var. dindar bir hayat yaşamaya gayret ediyor diye kimse edep sahibi tanımlamasını almaya hak kazanamaz. edep sahibi miyim? hiçbir zaman olmadım. şükretmeyi, kanaat etmeyi, isyan etmemeyi bilmeyen bir varlık nasıl edep sahibi olabilir? ben dua dahi edemiyorum.
evet, burada yazdıklarımız kadar kötü olmadığımıza ben de katılıyorum. bu dünyanın muhayyel olduğu malum.
"orası" neresi bilemedim.
N;
yine biliyor musunuz diyeceğim, çünkü bir iki gün önce ben de "ermiş"i okumaya başlamıştım.
Tesadüfler planlıdır bence :)
tesadüf'lerin tevafuk'tan çıkma olduğunu biliyorum.
ama bazı şeylere tesadüf demeyi daha çok seviyorum.
Edep ile dindarlık arasında bir bağ göremiyorum ben... Çok farklı bir sebepten söyledim bunu!!! Elbet tekrara düşeceğimdir bu konuda ki zaten düşeceksem... :)
Hoş kal...
etik deseydin anlardım da, edep ile dindarlık arasında bağ kuramamana hakikaten bir şey diyemiyorum.
çok farklı sebebi de anlayamadım, galiba farklı tarz düşünüyoruz çünkü genelde anlaşamıyoruz.
hoş değil ama hoşçakalayım en iyisi.
Çok farklı sebep Zarifoğlu'na atıftı... Bazen ardı ardına gelince cümleler, yorumlar, hangi atıf hangi cümleye gidiyor o bile karışabiliyor.
Edep meselesine gelince de Hay'dan gelen Hu'ya tur bindirirken edep ya da edeb sahibi olamadım demenizi anlayamıyorum. Edep sizin söyleminizle etik'e indirgenemez. Edep sadece dindar insanların sahip olabileceği bir özellik de değildir. Edep sahibi olmak sadece "ben" demekten vazgeçmektir bazen. Edep, insanları kırmamaktır da mütemadiyen. Dik durmaktır edep, hileye, haksızlığa... Edep, kalabalıklar içerisinde yalnız kalsanız dahi doğrunuzu savunmaktır... Edep öyle etek boyu, baş örtüsünde falan da gizli değildir... Hem bir süreçtir, hem de bir haldir... İnsani bir olgudur edep, insani erdemlerin başında gelir, insanı insan, güzeli güzel yapandır... Bunlar sizde yok mu?
Dua etmeyen bir insan edep sahibi olamaz mı?
Bir de aidiyet eksikliği başa bela. Olmak istediğiniz kişi olmak ve olmak istediğiniz yerde olmak... Arada kalmamak... Bazen bir güçlük bu, nefis mücadelesinin güçlüğü... Yalnız bir kere geliyorsunuz hayata; Bazıları yaşar hayatı, bazıları da ömrünü tüketir...
Ben anlaşamama durumu görmüyorum ki sadece düşünce büyütüyoruz, çoğu kez küçülerek...
hakikaten farklı çalışıyor beyinlerimiz. çünkü çok da zıt düşünmesek de, aynı noktada buluşamıyor gibi oluyoruz.
ben edebi etiğe ne zaman indirgedim? -yanlış okudun belki, olabilir- ikisinin yeri farklı dedim. etik bu işin felsefesi, genel adı. edep'se daha ziyade islam toplumunda kullanılan ifadesi.
başıaçık benden bir çok açıdan farklı bir kızkardeşim var ve samimiyetle benden daha edepli olduğunu söyleyebilirim. yani burada da katılıyorum sana. edep kimsenin tekelinde değil.
benim edepsizliğim farklı bir konu. argo değil, tasavvufi bir benzetmedir, "köpek nefsli" insanlar vardır. benim edepsizliğim tam olarak buradan kaynaklanıyor.
samimiyetle iyi bir yaklaşıma ve savunduğun edebe de sahip olduğunu düşünüyorum.
velhasıl kelam sorun yok, karşıt kulvarlarda değiliz. sadece ton farkı, renk farkı var.
burada bitirelim ve Allah rızası için eyvallah deyiver.
Eyvallah...
:)
kozmos
güzel bir şiir. acı çekmekten zevk almak mazoşizmdir bildiğiniz üzre.dünyaya yeni gelen bebek akciğerin oksijenle ilk tanışmasından doğan acıyla ağlar. ama bu acıyı duyumsamak bir rahmet ve başlangıçtır. sizin acıdan aldığınız zevkin neye gebe olduğunu merak etmekteyim. doğum ne zaman ? ya da bebeğiniz postmature mi olacak?
dua, rahmet, zevk ve mutluluk ile..
kozmos;
bilmiyorum.
ama herhalde çirkin bi bebiş olur.
Yorum Gönder