yine de hayatla barışığım. |
Dört beş durak sonra otobüsün girişinde kimsede olumsuz izlenim bırakmayacak bir surete sahip, o teyze belirdi. Elinde görür görmez dikkatimi ona yöneltecek bir şey taşıyordu; beyaz zambak. Soğanları içinde torbalanmış, tüm çiçekleri poşetten dışarı sarkmış, bembeyaz “misk” zambakları. Kendimizi şanslı hissettiğimiz zamanların, duruşu ve güdüsü pek de zarif olmayan sırıtışlarından biri belirdi yüzümde. Ya da muzur mutluluk.
Yürümeye başladı zambaklar. İşte
yanıma yaklaşıyorlar. Yanımda açtılar şimdi de. Çünkü teyze beni seçti
alternatiflerin fazla olduğu boş yerler arasında. –ya da rahat ineyim diye
yaptığı hesabın benimkiyle aynı olmasının olağan sonucu olarak- herneyse,
mutluyum hala. Bir anlık coşmuşlukla teyzeye bir şey söylemeye hallenecek kadar,
iki üç cümle dolaşıyor ağzımızda ve düşüyorum sonunda; “güzellermiş”
Bir vakit sonra, bir plaka
geçiyor önümüzden. Plakada, ilkokul numaram el sallıyor. “.. .. 374” geçen gün
de, 1743 göz kırpmıştı. Ne saçma
mutluluklar, diyorum şimdi yazarken.
*
Elbette gün, başladığı gibi gitmedi. Sınav, ertelenme gerekçesini belirtme ihtiyacı bile hissetmeyen pişkin bir adam tarafından ertelendi. Kopya planlarını suya düşürecek bir asistan, zar zor yapabildiğim cevaplarıma sırnaşmaya çalışan yüzünü bile ilk defa gördüğüm bir gayretkeşle devam etti biricik sınavım.
Lavaboda benden çakmak(!) istediğini düşündüğüm, meğerse “selpak” isteyen cici kızla devam etti gün-içi sosyal münasebetlerim. Sıcaktan ve şaldan bunaltılar geçiren yüzüm ve az önceki yanlış anlama mağduriyetinin sesime verdiği sönmüşlükle son bir kurtarışa yeltendim “ikisi de yok” peşine zorlama bir gülüş.
*
Devam edelim. Bu gün sonuncusundan kurtulacağım yemek yapma sorumluluğum var. vakit daracık, karnım aç –yemek yemeği unutacak kadar ihmalkarım çünkü- sonuç makarna. Eyleme geçiyorum hemen. Nem yüzünden 20-30 kibrit katlettiğim bir periyoda giriyorum şimdi. Yanmıyorlar diye kızdığım, sertlikten odunlarını perişan düşürdüğüm çöplerle birlikte.
Hayır, burada da bitmedi. Bir ruh sakarıyım ben, aklımda bir işe yaramayan arılar da var, plastik, adi bir kaşığı kaynamış makarnanın içinde bırakıyorum. Biraz sonra, dertleri bir an önce akşam yemeği yemeği işini bitirmek olan 3 kişiyle devam ediyoruz. Musibete neden olan varlığım soruyor, tadı tuhaf değil mi? –o plastiğimsi şeyi çağrıştıracak bir gariplik değil asla- “evet” diyorlar, “tuz atmamışsın, salçası da az.”
En sevdiğim eylemlerden biri olan(!) bulaşık yıkama faslında fark ediyorum gerçeği. Plastik kaşık sıcağa direnememiş, bırakmış kendini. Sonrası malum. Kanserojen maddenin midemizin en ücra köşelere kadar sızdığı gerçeğinin duyurulması.
Ohh.
*
Hayır, burada da bitmedi. Az evvel süt bulamadığımdan suyla pişirmeye razı olduğum bir pudingi pişirmeye yeltenirken, oraya nerden düştüğünü hala bulamadığım o siyah bıçağın altında, insanları korkutmak için konulmuş iri, plastik ve siyah oyuncak böceklerden biri sandığım bir böceğin gizlenmiş olduğunu fark etmem. Bıçağa ramak kala el sürecekken..
Böceği az önce katlettik. Zehirli olabilirliği ve büyüklüğü ona merhamet duymamamızı engelleyecek kadar büyüktü çünkü.
*
Bu da böyle bir gün idi işte.
Bembeyaz zambaklarla başlayıp, kara bir böcekle nihayete eren.
"6.6.12"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder