I
Diyorlar ki, hakikat bu
Diyorlar ki, varolmuş tüm beşeriyatın en seçkini bunlar
Diyorlar ki, sen de birşeyler yap
Renklerin hepsini keşfe çıktım
Kara'nın içine dalma dediler
Kırmızın cezbesi; zinhar
Yaklaşma, yanarsın, yakar dediler
Yaklaşma, yanarsın, yakar dediler
Hem, beyazın içinde hepsi var dediler
II
II
Rahmet mi, sağanak mı, altına düştüm
Yağmurun vuruşunu ağladım sandım
Yıkananlar gördüm, sükun bulmuşlar
Gözümdeki donuklukla kaldım sadece
"benden ısrarla nefsimi ıslah etmemi istediler
nerde bende o göz
vazgeçermiyim ömrümü adadığım diktatörlükten
olacak şey mi bu
hiç olur mu"
III
Onlar dünyada krallıklar kurdular
Mülkler verildi onlara, melik oldular ordulara
Payıma mahrumiyet getiren hırs düştü
İçerledim, haset ettim
Yalnız düştüm, güçsüz düştüm
Kaybettikçe hırslandım
Hırslandıkça kaybettim
Garip bir ağaca taht kurdum sonra
Sırtımı dayadım, dayandım varlığına
Ruhumu koklayıp dallarında;
Mahrumiyet çektim altında.
2012, haziran
(tırnak içi; ismet özel)
6 yorum:
bana her sözünden hikmet devşirmeyi umduğumuz konuşmacıların şöhretleriyle iyice kalabalıklaşan konferans salonlarını hatırlatıyorsunuz. daha doğrusu en arkada ayakta duran bir erkek çocuğunu... konuşmacı, "insan en çok kendi kendine meçhuldür," diyor ve çocuk tuttuğu nefesini salıyor. çıkmadan önce bir kaç sıra önünde oturan, deliler gibi not alan kıza bakıyor.
*
bu cümle çok doğrudur. dolayısıyla kendimizi boş yere şımartmak kadar haksızlık etmek de mümkündür.
kendinize bu kadar çok zulm etmeyin derim.
sizin kadar hür değilim efendim.
(bu yorumu dört gün önce yazmış, peşi sıra postalamaktan vaz geçmiş ve zarfı kendime saklamıştım. vnf blog'da "olmak" başlıklı kırık, dökük yazının altındaki yorumunuzu okuyunca sakladığım yerden çıkarttım. bence yayınlanası değil, ama siz bilirsiniz)
bazen oradan bakınca görüleni merak ediyorum. üstelik ses ve mimik olmadığı için daha da sessizleşen cümleler ile "benim kadar 'hür' olmak" nedir bilmiyorum.
bununla söylenmek istenen, kural tanımamazlık ve çizgiyi aşıp başkalarının alanlarına tecavüz eden özgürlük ise, ze. yanılmaktadır.
makul sebeplere dayanan bir şımarıklığım ve bu şımarıklığın etkisiyle de büyüyen bir kendine güven haline sahip olduğumu asla inkar edemem. bu içinde bulunduğum halin temin ettiği emniyetten kaynaklanıyor olabilir. ama ben kişisel donanımlarım kadar, güzel insanların benim için ettiği dualara ve ohepvarolan'a da güvenirim. sorularımı hep çalıştığım yerlerden sormuştur ve hakkımdaki kanaati iyi olmalı ki beni koruyup kollamıştır.
(burasını şu an ekliyorum: kalabalık bir ailede büyüdüm. kuzenlerimin dostluğu ve arkadaşlığı hâlâ benimledir. okullarda edindiğim dostluklar, yenilmişse hayatın akışına ve zamana yenilmiştir. ama kalabalık olmak, münzevi olmaya, derviş olmayı istemeye ne zaman engel oldu?)
hür değilim. varoluşumun farkına vardığımdan bu yana olamayacağımın da fazlasıyla farkındayım. benimki, belki benim yukarıda saydıklarımın da beslediği bir çeşit 'cüretkarlık. 'biraz da yaşlılık hali. ve tecrübeden uzak sahte bir özgüven asla değil.
yaptığım ise baştan ayağa kayıpta olduğumuz dünya halimizi biraz sanata, biraz da aşka sığınarak güzelleştirme arzusu.
kusurumuz varsa da hesap gününde affola.
“Seçebilme hürriyeti”
Sıfatlardan kaynaklanan sahip olma durumu kişiye seçebilme hürriyeti verir. Yaratan kimine bu konuda ‘cüretkar’ davranıyor. Kimini ise gözyaşıyla ve iflah olmaz bir kahırla beslenen ‘mahrumiyet’e itiyor.
*
Kastettiğim hür olma meselesi biraz bununla ilgiliydi. ‘Seçebildiğimiz kadar hürüz.’ Dolayısıyla sıfatlarımızın çokluğu kadar hürüz.. Yaratıcının verdiği kadar aslında.
*
İnsanları tanımak, onlarla ilgili hükümler vermek, cümlelerden ruh çıkarımları yapmak tabi bu kadar kolay değil. Ama görünen ipuçları sunuyor çoğu zaman. Kastettiğim ya da buradan görebildiğim buydu; seçebilme özgürlüğü elde etmiş ama zühdden yana nasipsiz olan bir hürlük.
Bizi cüretkar ya da mahrum bırakan Yaratan, zühdü de kimine veriyor. Belki de en değerlisini bu ‘kimilerine’ veriyor. Çünkü biliyorum, her yokluk, her mahrumiyet ve ukde.. Hepsinin bir manası var. Ve dönüşülebilirliği bir yerde.
*
Bazıları mahrumiyet çekmeden ağlayamaz. Ağlayamadığı için anlayamaz. İşte bu kimseleri ağlatmak için mahrumiyet lazımdır. Soluğunu bir kıza-somut herhangi bir şeye- salıveren, güdülerini bastıran, o şöhretin kalabalıklaştırdığı yerlerde kendine bir yer bulan erkek çocuğu değilim bu yüzden. Ülkesi olmayan bir melik, melike düşünün.
Ne kadar farklı değil mi?
*
Kestirip atmayı seviyorum. Bu cümle için de öyle. Anna kareninaya aşık olan biri göklerin münzevi dervişi olamaz. -bunu da hem hem le geçiştirmeyin-
Görüyorsunuz işte, hiçbir mahrumiyet ukalalık taslamaya engel değil.
kendimi fenerbahçe-galatasaray tartışıyormuş gibi hissettiğimi, dahası sonunda tuttuğumuz takımlar değişmeyecek olsa da son defa söylemek istiyorum.
inatla görmediğiniz bir yer var ve beni oradan isimlendiriyorsunuz: doğrudur, ben anna karenina'ya aşığım. onunla karşılaşmayı hayal ettiğim de doğru. çünkü onu baştan ayağa aşk, cüret ve tutku olarak görüyorum. ona hayranlığım, güzelliğinden beslense de oradan kaynaklanmaz.
ona böylesi büyük bir tutkuyla aşık olabildiği için değil, oğluna rağmen eşini terkedip vronski'ye gidebilecek kadar cesur olduğu için değil, neyi varsa yakıp yıkacak, aşkının peşinden gidecek kadar güçlü olduğu için değil, gizli kapaklı yaşandığı takdirde çevresindekilerin hatta kocasının bile onaylayacağı, normal bulacağı bir ilişkiyi öyle yaşamayı soysuz bulduğu için alenen yaşamayı tercih ettiği için severim. tekrar ediyorum;gizli kapaklı yaşandığı takdirde çevresindekilerin hatta kocasının bile onaylayacağı, normal bulacağı bir ilişkiyi öyle yaşamayı soysuz bulduğu için alenen yaşamayı tercih ettiği için severim.
anna kareninaya da, idealize ettiğiniz aşk anlayışınıza da lafım yok. saygı duyuyorum.
'kıyas' olunca dahil oluyorum duruma zaten. henriette, münzevi derviş yüzünden giriştim bu kadar lafa.
Yorum Gönder