Carl Vett: teoloji ve antropoloji öğrenimi gören, psikoloji alanındaki çalışmalarıyla tanınan, uzun yıllar Avrupa’da büyükelçilik yapan bir Türk
ile tanışması sonucu İslam’ın mistik yönelimlerine ilgi duyan ve 1930’larda
çeşitli tekke ve zaviyelerde zikir ve sohbetlere katılan İsviçreli bilim adamı.
Tekke günlüğü isimli eserinden Şeyh Esad Erdebeli ‘den naklen;
“çeşitli İslam ülkelerinden birbirinin
dilini bilmeyen dört hacı, çölden geçerek Mekke’ye doğru yola koyulmuşlar” diye
başladı şeyh. “vahada ilerlerken bir metal para bulmuşlar. Eğer bunu bozdurup
her birisine dağıtacak olurlarsa, ellerine neredeyse hiçbir şey geçmeyecekmiş. Bu
nedenle bir şeyler satın almaya ve satın aldıkları şeyi paylaşmaya karar
vermişler. En yaşlı olanı Arapça olarak üzüm istediğini söyler. Bir sonraki
bunu farsça ifade eder, üçüncüsü aynı şeyi Türkçe olarak ister ve sonuncusu da
bu isteğini Kürtçe ifade eder. Farklı dillerde aynı isteği ifade etmelerine
rağmen, birbirini anlayamadıklarından dolayı kavgaya dönüşen bir ağız dalaşına
tutuşurlar. Ama dört dili de anlayan beşinci hacı geldiği ve her birine
paylarına taahhüt ettiği vakit, hepsi sakinleşti."
"Sana ruh hakkında soru soruyorlar.
De ki: Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir.
Size pek az ilim verilmiştir.”
İsra, 85
k: "bedenim ben mi, benim mi?" (tırnak içi; ömer tuğrul inançer)
l: ben dersem benden ayrı bir kişilik yüklemiş olurum. benim demek sanırım daha doğru. benim için bedenim benimdir. ben değil. arada bir boşluk yok. ruhumla bedenim arasında bir boşluk mesafe yok. zaten olmamalı. olursa dengesizlik olur. sistem doğru çalışmaz. gerginlik oluşur.
k: bu soruya verdiğiniz cevap ruhun yahut benzeri bir şeyin varlığına delil değil midir?
l: ben, beden ve ruh toplamından ibarettir zaten. ancak bedenin ölmesi ruhun ölmesi anlamına gelecektir diye bir şart öne sürmek sanırım çok doğru olmaz.
k: o zaman bir soru daha. madem ben dediğimiz şey bedenimizden ibaret değil. bedenin ölmesi durumunda, ben'e de ölmüş diyebilir miyiz? ve ben'den geriye ne kalıyor ve o ben'e ne oluyor?
l: cevabı biliyor gibisiniz. sizce ne oluyor ?
k: cevabını bilsem de soru sormak hoşuma gidiyor. bence bir yerde duruyorlar. beklemede. madem bedenim ölünce ben ölmüyor o zaman ölümden sonra hayat var mı?
l: olmasını ister misiniz? ruhunuzun ölünce o hayata gitmesini mi, -ki bu sizin için muhtemelen muazzam bir hayat olur. sıkıntınız olmaz- yoksa ruhunuzun hep gitmek istediği ama bilemediği yere gitmesini mi isterdiniz?
k: kendimi bana vaad edilen cennetle avutuyor değilim. -bu cümleyi sevdim- şeriati'nin sözünü anımsatmaya gerek var mı. ne cennet sevgisi, ne cehennem korkusu. ikisi içinde bir şey yapmam. ruhumun hep gitmek istediği yer'i bilmiyorum. bu yüzden oraya neverland diyorum.
l: o geldiği yere dönmek istiyor.
k: peki, geldiğim yer, anne karnı mı yoksa ruhumun yaratıldığı yer mi?
l: allah.
*
keşfsever'in yine içi sıkıldı. ve söyledi.
"ben'i bedenden ibaret gören; anne karnını, ruhtan ibaret gören ise bezm-i elesti demeyi tercih etti. cevabı 'ben' ölene değin kimse bilemeyecek."
Kendini ifade etmenin ne çok yolu
var. Harflerle. Seslerle. Ve çizgilerle. Karakalem portre çizmeyi çok
istemiştim. Özellikle de 1 yüzü, tüm hatlarıyla çizebilmeyi. Gözbebeklerini,
yüz çizgilerini velhasıl kelam her bir ayrıntısını ellerimle şekillendirmeyi.
Teşebbüs de ettim ama erken pes ettim.
Ama güzel yazma arzumu
–hala-hiçbir şey geri püskürtemedi. Güzel yazmayı, çocuk yaşlarımdan beri
önemsiyorum. Çok önemsiyorum. Hatta benim için bu tutku mertebesinde bir
takıntı halinde. –güzel olmayan yazıları, yazdıklarımı tek hamlede yırtıp
atabilirim-
Bir kulvar daha var. Çizgilere
hal, üslup, karakter ve ruh kazandırarak yapılan bir kulvar. Genelde mizah
amacıyla kullanılıyor ama ben karikatürde en çok karakterlerin hallerine,
kılıklarına bakmayı ve onların küçücük ayrıntılarını keşf etmeyi seviyorum.
Öyle güzel ki her bir karakteri mesela yüzüyle, gözleriyle, burnuyla hatta pantolonun
duruşu, yüzündeki eblehliğiyle çizgilerle ayan etmek.Tam olarak hitap etmiyor bana ama bir yeri
ruhumun, seviyor ve eğlenceli buluyor hepsini.
Sanırım geçen sene bu zamanlar,
tanıştık. Bana hep, nedense turuncu’yu anımsatıyor. Hatta tanıştığımız ilk gün,
yolda beraber yürürken söylemiştim ona. Turuncu gibi, hareketli, atik ve
enerjik olduğunu. Portakal turuncusu değil ama. Bir şeyler yapmak, denemek
aslında bir yönüyle var olmak isteyen genç bir ruhun kendini ifade etme
arzusunu kastederek. –daha 19 yaşında ve psikolojik danışmanlık bölümünde
okuyor- Canlılığını seviyorum, hatta gıpta ediyorum.
Gece masa başında laflıyorduk,
ellerimi oyalama sıkıntısıyla önümdeki kitabın üzerine çizikler atmaya
başladım, sonra çizikler peçetelere taştı. Masadakilere sevdiği kelimeleri
sorup çizgilerle kitap kapaklarını dolduruyor -P’ye de birkaç şey çizikledim-
p’yi ve dünyasını irdeliyordum ki birden, beni nasıl çizeceğini sordum sanırım.
Kalemlerini aldı, odasına gitti, fazla değil 10-15 dakikaya bakınca beğendiğim
ve gerçekten sevdiğim bu karikatürü çizdi.
Bu kadar karamsar ve mutsuz
göründüğümü bilmiyordum ama sevdim. Ellerimi cebime sokuş şeklimi, kullandığı
renkleri –mor, gri ve siyah- ayaklarımın duruşunu ve elbette ki bankta bacak
bacak üzerine atmış oturan halimi. Sanırım beğenmediğim tek kısım -fark
edilmiyor ama- boynumdaki makinenin askısındaki nikon baskıları. -gülen surat-
Beğendiğim diğer kısımlarsa, bir
yol üzerine, bir yol üzerinde olmam ve bulutçuktaki ifadeler.
Görünür kılalım;
“
Vardı, vardı bir gariplik.
Karanlık,
şeytani bir tarafı var ama huzurlu gibi. Nasıl
desem derin bir acının mutlulukla çevrelenmesi. Neyse
ben bir bloğuma bakayım”
*
Çizgileri, ifadeleri ve ince
ayrıntıları görüp, çizgilere dönüştürmeyi becerebilen P’ye teşekkür ederim.
Çok değil, yakın bir gelecekte
Canlı, güçlü ve içi dolu olgun bir portakal olacağından şüphem yok. -gülen surat-
"inaan, kii senden başka, senden başka, senden başka hiiç kimse yok içimde, kimse yok içimde"
*
ne istediğimi anlamaya yaklaştım mı? yaklaştım mı?
yaklaştım.
elimi uzatacak kadar yakın olup, bırakmak istiyorum. her şeyi, hepsini bırakmak istiyorum.
parmaklarımla kavrayacak kadar yakınken,
her şey, hepsi
benimken,
benim olabilirken,
bırakmak istiyorum.
hepsini bırakmak istiyorum.
*
maya takviminin son günü, 2012'nin en uzun gecesi.
Ne güzel bir teskin şarkısı. Sızlayan bir nefsi, arada ritmi bozulan bir kalbi ve hastalanmış bir ruhu teskin etme şarkısı. Doktoru kendi olan, kendi kendine söylenen bir kendi şarkısı. Hasta kalplerin ilacı. Bana iyi gelmişti. Gece, gökyüzüne bakarak birkaç doz..
*
Feridun Düzağaç beyin şarkıları güzeldir. Sözleri de güzeldir. Kendisini pek tanımıyorum ama canlı olarak dinlediğim nadir, çok nadir sanatçılardan biri kendisi. –yakın oturmuştum sahneye ama uyuzluk mu, tuhaflık mı, yoksa sevgimi belli etme şeklimi diğerlerinden ayrı tutma güdüsü mü ne eşlik etmiştim şarkılara, ne de alkış tutmuştum. Tiyatro izler gibi dinlemiştim kendisini.Son şarkısına ellerimi bir iki kez şaklattım ama-
Hatırlıyorum, klipinde saçlarını kestiği, çocuk halimle etkilendiğim-şarkıdan değil, saçlarını kesmesinden-dipteyim sondayım şarkısı vardı, Kral tv’de(!) çıktığında muhakkak durdurduğumuz. Sonra aşkın e hali, düşler sokağı, fd gibi yine klip çektiği şarkıları. Velhasıl kelam başta fd, alev alev, lavinya, düşlerime kal, cumartesi.. –en iyisi devam ettirmeyeyim-
Son şarkılarını da sevdim. Sadece eski şarkılarıyla sevilen biri olarak kalmadı. Kurumuş ölüyorken, rüya, beni bırakma ve hazırcevap –muhtemelen eklemeyi unuttuğum eserleri var yine- en son hazırcevap diyordum; evet hazırcevap.
Bu şarkı çıktığı, ses yoluyla kulaklarıma vurduğu ve iç’imi meftun ettiği zaman, benim yaşadığım farklı bir dünya vardı. Ve yaşadığım, hüküm sürdüğüm(!)1 başına dünyamın o zamanında benim için yazılmış daha güzel bir şarkı olamazdı. –düşünsenize 1 adam, 1 şarkı yazıyor ve o 1 şarkı, kaçının içini teskin esiyor, kaçının şarkısı oluyor. yaratmak ne güzel, ne güzel-
İntroyu uzun tuttuğumun farkındayım ama gerekliydi. Şarkının sözlerini iç’inden çıkarana da, o sözleri ses yoluyla kulaklarıma getiren melodiye de hürmetimi belli etme adına.
*
Ne güzel bir teskin şarkısı. Evet, teskin şarkısı. Sızlayan bir nefsi, arada ritmi bozulan bir kalbi ve hastalanmış bir ruhu teskin etme şarkısı. Doktoru kendi olan, kendi kendine söylenen bir kendi şarkısı. Hasta kalplerin ilacı. Bana iyi gelmişti. Gece, gökyüzüne bakarak birkaç doz..
“Hayata dair hazırcevaplar var
Öyle çok düşünüp kendini heba etme sen”
-ne güzel başlıyor değil mi. daha ilk cümleyle ilacın varlığını müjdeleyen doktor cümlesi gibi-
“Biraz oku, dolaş, yaşa işte
Kimseye kötülük etmeden”
-yapman gerekeni söylüyor, yapmam gerekeni söylüyor. iki kez söylüyor, kimseye kötülük etmeden, kimseye kötülük etmeden-
“Ah ötekim, tatlı şaşkınım
Gel sen inanma benim her sözüme Kelin merhemi olsa sürmez mi Aşkın yüzü olsa gülerdi yüzüme”
-bu paragrafın kıymeti ah ötekim ve tatlı şaşkınım kelimelerinde.moda olmuş, rahat rahat konuşup yalnızlık ikiyüzlülüğünün daniskasını yapan o insanların kokusunu dahi alamayacağı bir ötekilikse ama. Tam bir “dünya beceriksizi” olduğunuzu yüzünüze vuran anlamında ise ama-
“Dilin yaresi pek acıtmaz
Aşk yarasından yoktur öte Öyle her çiçekten bal alınmaz Niyet oynaktır dikkat et nefsine”
-son iki cümle. nefsi levv eden, tokat atan, tokatın haklılığıyla nefsinize acı ama bir taraftan da zevk veren kısım.“-maz” ın ve “-nefsine” söylenme şekilleriyle şarkıyı iyice zeyn eden kısım. şarkıya iç’en de olsa en çok eşlik edilen kısım-
“Kalbini kırarsa hayat Derin bir nefes al, geçer
Ah bu yanardöner hayat küsme Gün olur rüyalarından geçer”
-derviş sözlü Türkçe müzik. gün olur rüyalardan geçer hayat tanımlamalı.”
“Korkacak bir şey yok, nefes al gitsin Hayat güzel şey neticede Biri aşk derse kalbine sor Kim ne derse yalan, o ne derse öyle”
-en güzel kısım. en sevdiğim kısım. korkacak bir şey yok, korkacak bir şey yok. nefes al gitsin. endişelenme, endişelenme. yanardöner bir hayat için endişelenme. rüyalarından geçer olsa bile yanardöner olan bir hayat için endişelenme,
nefes al gitsin, nefes al gitsin. şşş! sus. nefes al gitsin. yaşa, ömür sür, tüket, bitsin ve gitsin-
*
Eseri ruhuma sevdirdiği için, Feridun Düzağaç’a teşekkür ederim.
Ümitsizliğin nasıl bir şey olduğunu
mu merak ediyorsunuz veya yardımdan ümidini kesmiş bir kalp mi görmek
istiyorsunuz, Flavitsky’nin "Prenses Tarakanova" (1864) adlı
tablosunu muhakkak temaşa etmelisiniz. St. Petersburg’lu bir ressam
Konstantin Dimitriyeviç Flavitsky (1830-1866), fakat şah-eseri Moskova’da.
Galeri Tretyakov’da. Yelizateva Alekseyevna Tarakanova. Rivayete göre, Çariçe Yelizaveta’nın
Kont Aleksey Razumovsky’den olma gayr-ı meşrû kızı.
1762’de tahtı ele geçiren Çariçe II.
Yekaterina döneminde tahtta hak iddiasıyla ortaya çıkar(ılır.) En nihayet
yakalanır ve tutuklanıp Petro-Pavlov Kalesi’ne hapsedilir. Çok geçmeden de bu
zindan ona mezar olur. Hem de gencecik yaşında. Tam yirmi yaşında.
Sanatçı, Tarakanova’nın trajik
ölümünü ebedî bir hikâyeye dönüştürmüş, ve 1777’de vuku bulan bir su baskınında
Prenses’in ölüm karşısındaki çaresizliğini ustaca resmetmiştir. Hücresine dolan nehir sularının
hışmından korunmak üzere yatağının üzerinde âdeta son dakikalarını yaşayan genç
prensesin içine düştüğü yıkıcı ümitsizlik âdeta tecessüm etmiş gibidir.
Hiçliğin sınırına gelmiş bir ruh-ı
mücessemin eriyişi.. Havanın, suyun, demirin, kalbin
soğukluğu... Angst’ın ta kendisi. Karşımızda.
Ölüm. Ürkütücü.
Tanım: karadelik sorular, soruların cevaplardan daha mühim olduğu, soruların ve sorma'nın asıl olduğu sorular demektir.
cevapları zordur ya da yoktur.
1.
şeri hükümler sadece avam, level 1 için mi?
nefs 7 makam, kur'an yedi makam. günah-sevap bunlar da mı makam makam?
hep seviye seviye mi?
2.
birine sadece ve coşkuyla sarılmayı istemek ne anlama gelir?
(sarılma'nın kalpleri karşılıklı birbirine değdirmek güzellemesi dikkate alınarak)
3.
hayatın anlamı, biricik sırrı;
aynı ders çalışmak gibi zor, yaparken yorucu ama ne ekersen onu biçersin mantığıyla mı?
"sınanmak" açıklamasıyla mı?
incinin oluşma süreci gibi, ama sonunda emeğinin karşılığını alacaksın sırrıyla mı?
yoksa;
osho'nun, kısmen kabala'nın, bu dünyanın, 1 dünyanın nimetlerini tadanların da dediği gibi fazla zorlamadan mı, keyfe bakarak da mı?
niye ilk varsayım daha sahici, daha samimi?
4.
mutlu olmak istemediğini, hüznü ve acıyı diğer her şeyden daha derin ve güzel bulduğunu anlayan, kafasına dank ettiren, ben böyleyim demek ki'yi fark eden bir ruh hasta mıdır?
(başarılı olabilir çalışsa ama çalışmıyor,
sevdiği birini etkileyebilecek güçte belki ama ukdeleri ve kıskançlığı, sevgiye ve aşka tercih ediyor,
nihayetinde çoğu olumsuzdan, olumlulara kıyasla daha fazla haz duyuyor)
bu alametler hastalık mıdır?
hastalıksa ne yapmalı?
V-vau T-nrı'nın bizim âlemimize inen ışığını
sembolize ederken ondan sonraki harf olan Z-zain bu ışığın "geriye
dönen" imgesi olarak kendini gösterir. Işık muazzam bir kuvvetle geriye
dönerek geldiği kaynağı bile aşarak yükselir. Kabala'da ışığın bu geri dönüşü
yedili şamdandan(menorah) yükselen duman ile simgelenir. Bu da T-nrı'ya olan
özlemimizi ve ona bağlanma çabamızı ortaya koyar.
Zain İbranice'de kelime olarak
"silah" ya da kılıç anlamına gelir. Zain harfi formunda yukarıya
doğru yükselen ışık kılıcın(harfin) üstüne doğru gelerek iki yöne doğru ayrılır
ve tutanak yerini oluşturur.
Hayat
ağacı’nda bilinçüstünün en üst seviyesine(kether) karşılık gelen bu noktada
T-nrı’ya duyulan sevgi ve huşu ile karışık korku birbirinden ayırt edilemez durumdadır.
Kılıcın tepesi her iki yöne de bakar ve bu yönlerden sol taraf T-nrı’ya duyulan
huşu ile korkuyu ve sağ taraf T-nrı’ya duyulan sevgiyi simgeler.
Zain harfinin
üstünde bulunan bu taç Kabala’da ayrıca, kocasının tacı olan cesur kadının da
sembolüdür. Yani bir erkeğin bilinçüstünün en yüksek durumuna yükseltilmesi
ancak kadının, kocasının iradesini mükemmelleştirerek yerine getirmesi
sayesinde gerçekleşir.
Zain harfinin
şekli olan keskin kılıç Kabala’da sadece bir silahı sembolize etmekle kalmaz o
ayrıca, gerçekliğin en ücra oyuklarına işlemek suretiyle doğadaki türlerin
varoluş ya da yok oluşunu belirleyen bir araçtır. Dolayısıyla Zain ayrıca kendi
yarattığı canlıların sürekliliğini sağlayan tanrısal devamlılığın da bir sembolüdür.
Zain harfi
ile ilişkilendirilen yedi sayısı ise bir odak noktasıdır. Sepher Yetzirah’ta
altı temel yön görürüz. Bunlar kuzey, güney, doğu, batı, yukarısı ve
aşağısıdır. Bu yönlerin merkezinde ise durağanlığın yedinci noktası bulunur.
Zain İbrani
alfabesinin yedinci harfidir ve hayat ağacında bilgelik ile bilgi’yi birbirine
bağlayan yolu oluşturur.
Zain harfine karşılık gelen
kavramlar şunlardır; Kavram: hareket Uzay/ yön: ikizler takımyıldızı /
alt Zaman: mayıs Beden: sol ayak.
-burada yazılanlar doğru ama mütemadiyen değildir ve elbette sanat sanat içindir-
Her sabah aynı dünyaya, o bildik dekora göz açmak ne tuhaf.
İrkilerek, sıçrayarak uyanmak ne tuhaf. İlk 5-10 saniye kim olduğunu dahi
hatırlamadan, gördüğün, algıladığın her şeyi anlamlandırmaya çalışmak ne tuhaf.
Yıllardır, her sabah uyanmalarım ne tuhaf.
*
Yüzünü ve kendini en çok gösterdiğine selam çak. Ayna’yı boş
gözlerin, şişmiş ve değişmiş suratınla selamla.
Yine okundu öğle. Hep
okunur öyle. Farzın yettiğini farz et ve farzından dahi çaldığın vakitle yüzüne
fondöten sür. Yüzün kendi’n görünmesin. İyi sakla kırmızıları. Kırmızı’ya karşı
önlem al. Ugly but cool, büyük tişörtü giy. Bir şey yemeden evden çık.
Vakfa git. Vakf et. Çocuklara şirin görün. Eğitmeye can at,
eğitim gönüllüsü ol. Çocuklara bilgisayar öğret. Evet ablacım, tamam mı ablacım
de.
İkindi kolektiften ahbapların ‘akşamdan kalma’ evine git. Akşamdan
kalma mezelere ve bardaklara bak. Gürcü şarabının yanında kaçmış ikindiye
yazıklanıp, dün kafa çekilen yerde akşamı eda et.
Akşam başka, daha başka vakfın söyleşisine git. Haklı ve öfkeli
olmalı adamı’nın Suriye’de çektiği acıları dinle. Esad’ın kaka bir adam
olduğuna, Suriye’nin direnişinde ne kadar haklı olduğuna bir daha hükmet. Yanındaki
çarşaflı kadının hiçbir tepkisinden etkilenme.Gittiğin her yerin yabancısı ol.
Yolda biriyle selamlaş. Adının Fidel mi, Büşra mı olduğunu bile
kestireme.
Eski sokağın, uzuun yoluna düş. İçeri geçmiş, gurlayan
midenle markete gir. Abur ve cubur al. Eve git. Sudan sebeplere, en olmaz
şeylere gül. Kahkahalar at. Dişleri yukarıdan aşağıya fırçala. Yüzünü ve
kendini en çok gösterdiğine selam çak. Ayna’yı boş gözlerin ve bitkin yüzünle
selamla.
Yatsı’yı eda et. Kulağa varolmayan ülke’nin, o belde’nin
seslerinden aç. Cenin pozisyonuna geç. Uykulara ve karanlığa git.
9 yaşlarında falandım. Işık tv –belki hala vardır- adında milliyetçi çizgisini açıkça belli eden, hemen her programı bu ülküsüne bağlı yayın yapan bir kanal vardı, ilk orada denk gelmiştim. Kanal sayısı en fazla 25-30’u bulan televizyonumuzda reklam aralarında ya da genel bir zap turunda karşımıza çıkan bir jenerik vardı, adını çok sonraları öğrendiğim bir şarkının çalındığı; Polyushka Polye. Kumanda kime denk gelmişse, çalsın diye diretirdim. Sonuna kadar çalsın diye. Büyük bir vadide atlar üzerinde koşan cesur adamların müziği çalsın diye. Kendimi o yaş çocuklarının çok sevdiği, büyük bir iş becermiş bir kahraman, asker gibi hissederdim. Çünkü kahramancaydı, çocuktum ve hoşuma giderdi.
Müstakil evciğimizin önündeki küçük bahçenin yukarısındaki duvarın üzerinde –zincirleme isim tamlaması diye buna denir- aşağıya bakıp küçük kız cüssemle bu eşsiz eseri mırıldanmışlığım, daha da beteri mırıldanırken -evet burası utanç verici- gözlerimin dolduğunu dahi hatırlarım.
Yıllar sonra Ahmet koç beyin sazıyla yorumladığı, klibinde dişilliğinin tüm hünerlerini kısacık eteciğiyle göbek atarak sergileyen kızla süslediği o çalışması olmasa idi bugün ben bu eşsiz melodinin ne adını bilecektim, ne de bu yazıyı yazdığım kıymetli oluşuma ad verebilecektim.
*
Kırgızlara aitmiş aslında da Ruslar sahiplenmiş, belki de Cengiz’in atlarının müziğiymiş rivayetleri olsa da bugün dünya bu eseri Sovyetlerin cesur devrim marşı olarak tanıyor. Kulak verelim;
Bu ova, Bu engin ova Atları koşar üzerinde çayırların Hey, kızıl ordu kahramanlarının
Hanımlar bakın, Gittiğimiz yere bakın Uzun yolumuz, hızla koştuğumuz Hey, sizin şanlı yolunuz
Her duruma verecek bir cevabınız varsa ya da yığmışsanız her
olası duruma antitezler, mutsuz olmaya mahkûm oldunuz siz. Hani bir kız
demişti,“şaşırmayı severim, en çok
şaşırmayı severim” Her duruma verecek bir cevabınız varsa, öyle kolay kolay
şaşıramayacaksınız siz. Aklıma “surprise”kelimesi düştü. Boş yere değil. Hangimize gerçek anlamı, şaşırmak olan
bu kelime mutluluğu çağrıştırmadı ki. Edilgen de olsalar, verilmiş, vadedilmiş
de olsalar, kaynağı bizden, içimizde değil de, bir başka özne’ye ait olsa da
insanlar sever, biz severiz hazırlanmış, tertip edilmiş sürprizleri.
-Bu girizgahı telefondaki muhatabıma borçluyum. Ve kuracağım
her cümleyle de borca batacağım. Olsun..-
Beni şaşırttığından değil ama. Tüm tavırlarımı,
düşüncelerimi ve kelimelerimi önceden düşünmüşlüğüme, hesapçılığıma ve son
raddede de samimiyetsizliğime yorduğu için.
Elimde değil. Elimde mi ki. Kendi’yle ilgili, ben’iyle
ilgili düşünülmedik bir yer bırakmayan, suyunun da suyunu çıkaran bir varlık,
kendiyle ilgili kurulan cümlelere şaşırabilir mi hiç. İltifatları dahi şüphe ve
gururun incecik süzgecinden geçiren bir varlık herhangi bir eleştiriye
şaşırabilir mi hiç. Ben’i şaşırtabilir misiniz ki hiç.