Eylül 29, 2017

Ruhumu Put Sanıp da Kıran Kim?

Enki'nin Lat Öyküsü Üzerine

Ayn Rand'ın aynı isimli kitabından uyarlama, 
1949 yapımı "The Fountainhead"

Dominique Francon karakterinin aşık olduğu heykeli kırma sahnesi.
Zaten anlatılacak olandan nasıl bahsedilebilir ki? Belki ruhta bıraktığı tattan bahis açılabilir. Ruhtaki tesir tadından. Bakınız, bu yemek en güzel burada yenir gibi “bu kitap böyledir ve sadece böyle kimselere hitap eder” tembihi. O halde bu yazı neyi amaç ediniyor? Bu bir önsöz mü? Bir eleştiri? Bir şerh? Bir zeyl? Zarif bir takdim?
Hayır, hiçbiri.

Bazı hikâyeler peşinden koşar yazgıların. Bazı yazgılar peşinde koşturur hikâyeleri. Bazı hikâyeler dayatır bize kahramanlarını. Bazı kahramanlar hikâyeleşmek için canlarına kast edebilirler. Bazı hikâyeler canımıza kast eder. Michelangelo’nun “mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuşturuncaya dek mermeri oydum”u gibi. Bazı hikâyeler vardır, 1 kenz gibi keşfi bekleyen hikâyeler.

Onun 1 hikâyesi vardı. Benim 1 hikâyem vardı. Şartların müsait bir an’a tekabül etmesine; 1 Rast Makamına ihtiyaç vardı. Doğru an doğru muhataba seslendi. Ve hikâye, ilk okurlarından birinin kucağına rast makamında doğmuş bulundu.

*

Picasso "Ben aramıyorum, rastlıyorum.” derken önüne çıkan her şeyi güzellemekten çok belki de önüne çıkan şeyin güzel olacağını biliyordu ya da rast gelen her şeyin güzel olacağını zaten. Ben aramamıştım. Aramazdım. Önüme bir hikâye rast geldi.  Erteledim defalarca onu okumayı. Ama nasıl okumazdım ki? Okunmak için gelmişti. Öylesine kâbustu ki, bir hikâyeye bile benzemiyordu. Zaman yoktu, mekân yoktu, kahramanı dahi yoktu. Kimsesiz bir hikâye. Kimsenin olmayan. Kimsesi olmayan. Kahramanı olmayan bir hikaye olabilir miydi?

Ne 1 varmış, ne 1 yokmuş. 1 hepmiş, 1 hiçmiş. 1 hep hiç’miş… Ve başlamış. Varlığım dünyaya düşmek için kanların en çok aktığı günü aramış ve bulmuş gibi Kurban Bayramında doğmuş. İsmail’dim. Tabi o zamanlar bundan haberim yoktu. ‘Bir kitap okudum hayatım değişti’ değil. Ali Şeriati’nin bir pasajı ve ben varlığıma güzellemeler dizeceğim o kutlu bahse kavuştum: “Senin İsmail’in Kim?” Sonrası gönlümü put sanıp da kıran 1 şiir:

“İbrâhîm
İçimdeki putları devir
Elindeki baltayla
Kırılan putların yerine
Yenilerini koyan kim?”

Duydum ve artık bulunmuştum. Yazgısını güzellemeyi becermiş insan ve kendi için kendi seçtiği kimliği giyinmeyi becerebilme kudreti göstermiş insan sanatçıdır. Sanat doğuramasa da yaşadığını sanat yapar. Sanatın vasatı olmaz.

Sonra 1 Rast Makamı. Tezatın yolundan gelip 1 şiirde rastlaşan iki varlık. En sevdikleri şiirde varlıkları çakışmış iki varlık. Birbirlerine bulunmak için değil birbirlerinde 1irini bulmak için karşılaşan. Onun İsmail’i vardı. Benim yoktu. O İsmail’ini öldürecek kudrete sahip değildi, benim bir İsmail’im bile yoktu. Benim İsmail’im de, İbrahim de ve hatta gökten inen kurban da ben’imdi. Ben ben’imi öldürsem bu hem intihar hem cinayet hem de kurtulmaktı. O halde bu rast neden olmuştu? 

*

Hicri II. Yüzyıl Arap âleminin ünlü soybilim, tarih ve hadis bilgini İbn Al Kalbi’nin Kitab al-Asnam(Putlar Kitabı) yüzyıllar öncesindeki putlar ve tapınma biçimini izah ediyordu:

“Onları putlara ve taşlara tapmaya sürükleyen sebep şu oldu: Mekke’den uzaklaşan bir kimse Kutlu Eve saygısından ve Mekke’ye olan derin bağlılığından ötürü yanına Kutlu Bölgeden bir taş almaksızın uzaklaşamazdı. Nerede konaklarsa onu bir yere koyarlar ve tıpkı Kâbe’yi tavaf ettikleri gibi kendilerine uğur getirsin diye ve saygı ve sevgilerini ifade amacıyla onu tavaf ederlerdi. Kâbe’ye ve Mekke’ye olan saygıları da devam ediyordu. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’den öğrendikleri üzere haccediyor ve umre yapıyorlardı. Bu davranışları onları gitgide hoşlarına giden şeylere tapmaya götürdü, asıl dinlerini unuttular, İbrahim’in ve İsmail’in başkasıyla değiştirdiler. Putlara taptılar ve kendilerinden önceki toplumların durumuna döndüler.”

İbn Al Kalbi’nin Kitab al-Asnam(Putlar Kitabı)
(Syf: 26-27)

*

Post çağın yeni insanları putların geçmişte kaldığını zannederek büyük bir yanılgı içine giriyor. Oysa kırılmadı putlar. İsim değiştirdiler, mevcudiyetlerine çağdaş formatlar atıldı sadece. Moda putu oldu, birbirinden seksi vücutlarıyla salınırken put kadınlar. Makam putu oldu, heybetli koltuklardan bir yer kapmak için varlıklarını ardında bırakırken insanlar. Para putu oldu, şahsiyeti değil de mülkiyeti kadarıyla kendini var ederken varlıklar. Narsisizm putu oldu, en büyük putu beni olan, İsmaili de İbrahim’i de ben’i olan, akıbeti ya intihar ya cinayet olacak ben insanlar.

Şimdi ise; İbrahim, gönlümüzü put sanıp da kıran putlar kırılmadı İbrahim diye acıyor aklımız.

Hodbinliğimizden, habisliğimizden olmadı her zaman. Bazen en büyük putlar avunduklarımızdan oldu. Sinemizi teskin için, yumru yumru bağrımıza bastığımız taşlardan oldu. Sevgimizden oldu. Sevdiğimizden. Sevildiğimizden. “Ya benimsin ya kara toprağın” meczupluğunda sözde en çok sevdiğimiz dediklerimizden. Bazen öylesine âşık olduk ki, Basir’in gözünden nasipsiz, basarın gözüne dikildi putlarımız.

*

“Senin İsmail’in kim? Ancak sen bilebilirsin, başkası değil. Belki eşin, işin, yeteneğin, gücün, cinsiyetin, statün vs. Ne olduğunu bilmiyorum, ama İbrahim’in İsmail’i sevdiği kadar sevdiğin bir şey olmalı. Senin özgürlüğünden çalan, görevlerini yerine getirmeni engelleyen, seni eğlendiren, hakikati duymaktan ve bilmekten alıkoyan, sorumluluk kabul etmektense meşrulaştırıcı sebepler ürettiren ve seni sadece gelecekte senden gelecek yardım için destekleyen ne varsa; işte bunlar onun işaretlerindendir. Onu arayıp bulmalısın. Eğer Allah'a yaklaşmak istiyorsan, İsmail’i Mina'da kurban etmen gerek. İsmail’in yerine geçecek koçu (fidye) sen tespit etme, bırak Allah sana yardım etsin ve bir hediye olarak göndersin. O, koçu ancak bu şekilde kurban olarak kabul eder. Koç ancak İsmail’in bedeli olduğunda kurbandır.”

Ali Şeriati / Hac

İsmail’i bulmak da yetmiyor. Teşhis yetmiyor ki şifaya. Teşhisin de, tebliğin de en kifayetsiz olduğu bu post zamanda en zoruydu sınanmak ve bulmak 1 baltayı.
“O sahip olduğu en iyi işi feda etmiş olsa da, İbrahim olamazdı. İbrahim’in öyküsünden unuttuğumuz şey ıstıraptır.”

Kierkegaard / Korku ve Titreme (syf:71)

Ve, ıstırap. Acı vermeyen İsmail olabilir mi? Yokluğu tasavvur edildiğinde can yitmiş kaygısı vermeyenden?

“Sana "Kurbanın nedir?" diye sormuyorum ey talib, sadece rüya görüp görmediğini merak ediyorum.
Söyle, senin rüyan nedir? Hangi rüya uğruna neyi kesiyorsun? Hangi rüyanın gerçekleşmesini istiyorsun? Nasıl bir rüyanın?
Rüyan ne ki ey talib, kurbanın ne olsun?
Rüyan kadar kurban kesebilirsin! Düşün kadar. Düştüğün, düşebildiğin kadar.
İnan bana, ancak günahların kadar.”

Dücane Cündioğlu / İbrahim’inki Bir Rüyanın Eseriydi Ya Seninki?

*

O kâbusunu yazdı. Düş edemediği, düşünü düşürtüp doğurduğu kâbusu. İsmail’ini öldürme kudreti bulamayandı o. Ben ise kudreti olup 1 İsmail bulamayan. O’nun İbrahim’i yoktu, benim İsmail’im. Ben O’na İbrahim oldum, o bana İsmail. Ben onu boğazlarsam; belki gökten İsmail yerine geçecek bir kurban yerine bu kitap düşer…

*

“Sen İbrahim’sin artık! İsmail’ini kurban et, kendi ellerinle hem de. Boğazına bıçağı daya.
Fakat… İsmail’lerin fidyesini o Allah, o İbrahim’in ilahı bizzat ödüyor:
Öldürmezsin, korkma! İsmail’ini kaybetmezsin. Amaç, iman yolunda İsmail’ini, kendi ellerinle kesme noktasına kadar ilerlemendir.
Ta ki ‘en acı verici şehadet’e eresin.
Ve şimdi sen ey aşk tavafından gelen Makam-ı İbrahim’e durmuş, İbrahim mevkiine erişmişsin erişmişsin!”

Ali Şeriati / Hac (syf: 69)

Eylül 26, 2017

.: Rüzgar Ruhlu Mermerler :.

Ruh 1 rüzgar... Bazı varlıklar rüzigar.
Bir mermere rüzgarla ruh veren bu kadının ruhu muazzam.
(Heykeller: Luo Li Rong)









Eylül 14, 2017

Derviş Gözlü Kadınlar

Ayşe Şasa.
Bazen Ruhça’dan dahi daha tesirli: Göz Dili. 1 varlıkla tanışmanın en kısa, en kestirme, en hakiki yolu gözleriyle buluşmaktır. İki varlığın tüm bir ruhi cephanesiyle kuşanıp muhatabı olan varlığa karşı durması... Sonra o iki varlığın şiddetle çarpışması... Beden Dili üzerine onlarca vurgu yapıladursun; Ruh Dilinin, Ruhça’nın en hakiki iletişim yolu gözlerdir. Bedenin canlı görünen tek uzvu. Sıretin aynası... Birinin yüzünde gezindikten yahut zihninizdeki görüntüsünü ilk hatırladıktan sonra aklınıza ilk gözleri geliyorsa o insan etkileyicidir, gözlerin kudreti böylesine büyük, Gözlerin Dilini göz açıp kapayıncaya kadar konuşanlar böylesi efsunludur çünkü.

Kimi gözler hakikate cevaptır. Kimi gözler mürşittir. Kimi gözler irşad eder muhatabını. Kimi gözler öldürmekten beter anlar insanı.* Kimi gözler aynasıdır kalbin. Kimi gözler ok oktur, maktulünü bir bakışıyla kurban eder. Kimi gözler namludur. Bakışlarında patlamaya hazır fişekler saklar hep. Kimi gözler sobadır, iç ısıtır. Kimi gözler kutup yıldızıdır. Karşısında durmanız gereken yeri işaret eder size. Kimi gözler kuyudur. Bakışlarla yüzünde yürür, gözlerine düşersiniz. Ancak gözyaşıyla doldurursunuz kuyusunu. Kimi gözler karadeliktir. Karadelik gözlere düşeni Yakup bile bulamaz.

*

 “Çoğu kadın kişilikten tümüyle yoksundur.”
Alexander Pope

“Erkeklerin her biri ayrı bir ruha sahip oldukları halde, kadınların hepsinde tek bir ruh, aynı ruh, kolektif bir ruh vardır; İbn-i Rüşt’ün akl-ı faali bütün kadınlar arasında bölüştürülmüş gibi adeta. Kadınların duyuş, düşünüş ve isteyişlerinde gördüğümüz farklar sadece bedeni farklardan, yani ırk, iklim, gıda vesaire ayrılıklarından ileri gelir, bu yüzden çok önemsizdir bu farklar. Kadınların birbirine benzemesi erkeklerin birbirine benzemesinden çok daha fazladır; kadınların hepsi bir ve aynı kadındır da ondan…”

Miguel de Unamuno / Sis

"Kişilikten yoksun" "Hepsi aynı kadındır" Platon, Nietzsche, Schopenhauer'ın -ve diğerlerinin- hınç ve haz dolu tahkirlerinden bahsetmiyorum bile. Peki dertleri ne bu adamların? Neden tahkir etmişler kadınları? Bu kadar akıllı adamların kadınları bu denli hakir gören sözleri Femme Fatale’lerin gazabından nasiplerini almış, kalpleri küsüp, zekâları acıyınca çatallaşan dilleri yüzünden değildir herhalde.

Bir insanı dolayısıyla kadını yücelten tek ve yekpare şeyin; ruh'unun idrakinde olmayan dişileri muhteşem teşhislemişler. Yaratıcı'nın en büyük lütfunu idrak edememiş bir insan; 1 dişi, bir türdür, prototiptir. Bedendir. "Kişilikten ve ruhtan tümüyle yoksun."

*

Simone Weil.
Post Çağ bize Feminizmi pazarlıyor. Bizleri vitrinlere hapseden, güzel doğmamış ve estetik müdahalelerle dahi güzel olmak değil güzel bulunamamışsak yok ve çirkin sayan bir kadın prototipine hapsediyor. Vitrinlerdeki kadınlara benzediğiniz kadar güzelsiniz diye bağırıyor yüzlerimize yüzlerimize. En vasat yüz dahi burun, dudak estetiği, en sıradan göz dahi lens, eyeliner, kaş dizaynı gibi takviyelerle ‘güzelimsi’ görülebiliyor. Sonunda öyle bir hal alıyor ki, bu kadar güzel göz, burun, dudak, yüz suret, beden falan filan var ki; insan güzelliğin dahi başkasını arıyor artık.

Benimse Platon'un yüzyıllar önce sorduğu o soruya gidiyor şimdi aklım; "Ti esti to kalon?" Hakikaten, neydi hakiki güzel olan? Milyonlarca güzelimsi beden, yüz, kaş gözle doluyken vitrinlerimiz neydi hakiki güzel olan?

Ruhların mezara gömüldüğü bu Post Çağda belki de çoğu kadının seksapalite sandığı şey, hemcinslerinin tutmuş ve denenmiş taktiklerini sonradan bir öğrenmişlikle uygulamaktan ibaret. Başka bir kadının ruhundan devşirme bir hareketi belli ki silik, zayıf ve çelimsiz ruhuna adapte ederek nasıl çekici olabilir bir kadın? Başka bir kadının saç rengini, göz rengini, giyinme stilini çalarak nasıl kendi kalabilir bir kadın? Belki de bu yüzden 10 adımda karşı cinsi etkileme, ilişki taktikleri, 1 bakışta erkeği tahrik etme yöntemleri pazarlanabiliyor.

*

"Kalplere asıl mutsuzluk sızısı veren şey... Sarışın Inge'nin, kendilerini olduklarından da Avrupalı hissetmek için çırpınarak saçlarını sarıya boyayan, kaşlarını yolan ve butik butik gezip kıyafet seçen sosyete kadınlarına, ten renginin ve ırk yapısının da ne yazık ki kolay telafi edilemeyecek önemli bir eksiklik olduğunu hatırlatmasıydı."

Orhan Pamuk / Masumiyet Müzesi

Garp’ın Beden Kadını bile olabilmeyi başaramamış. Hüzünlü ve çaresiz bir heveskârlıkta kalmış kadınlar olarak kalıyorlar.

“Öğrenilmiş seksapalite"ye duçar olmuş 1 kadının ruhu, zekâsı, sezgileri eksiktir. Dişil zekâ ve özgün tahrik edebilme yetisinden yoksundur. Bu yüzden bazı kadınlara bakınca gördüğümüz tek şey bu. Tek farkı feromon salgılamak olan taze hoş kokulu 1 çiçek beden. Üzgünüz. Tüm sermayesi 'erkeğinin' burnuna hoş 1 koku getirmek olan bu ıstırapsız 'çiçek kadınlar'a saygımız yok. Aramayan, ıstırabı, 1 derdi olmayan kendi dünyasının müslümanı ya da 1 ömürlük dünyasının müsrifi insanlara saygımız yok. Doku torbası bedenlerini kullanarak kadınlık haysiyet, onur ve zekâsının ırzına geçen; ruhu, zekâsı, karakteri ve onlarca meziyeti varken eti ile kendini var eden kadınlara saygımız yok.

*

Samiha Ayverdi.
‘Başka bir güzel’e tanım diye söylüyor ya Özdemir Asaf;

"Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir,
Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir;
Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir,
Yalnız ben biliyorsam bu aşktır,
Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır."

Güzel ol(a)madığı için güzel olmayı umursamamaya çalışanlarda değil ama 'güzellik kaygısı' olmayanlarda 1 güzellik olduğunu düşünüyorum. 'Vasatlık hıncı' menbaalı anti olan üzerinden benliğini var etme bu ama bu kadar çok güzelin(!) olduğu 1 dünyada güzel olmak istemiyor kadınsı başkalığımız.

“Benim muhtaç olduğum şey, bir ruhtur, bir ruh! Ruh, ruh, ruh! Ateşli bir ruh; onun gözlerinden, Eugenia'nm gözlerinden saçıldığı şekilde. Vücudu... Vücudu... Evet, vücudu şahane, mükemmel, ilahi; ama bu; vücudu baştanbaşa ruh da, baştanbaşa hayat ve fikir de onun için öyle. Vücudum beni eziyor Orfeo, bıktım usandım ondan, çünkü ruhtan mahrumum. Yoksa bende ruh olmayışı vücudumun bana ağırlık oluşundan mı? Ruh nerede, Acaba ruhum var mı?”

Miguel de Unamuno / Sis

*

“27 Eylül 1317
Ve Allah' ın hikmetini bilmeyenler için her felaket abestir. Ben de bilmedim. Hala da bilmem. Ne günahım vardır? Bana hayatım neden cehennem olmuştur? Çilem ne zaman dolacaktır? Artık hiçbir şey arzu etmiyorum ki keder duyayım. Öyledir de derunumdaki binihaye hüzün nedir? Neden yolların, pembe güllerin üzerine, güneşin üzerine siyah bir tül gerilmiştir? Ben hala arzu etmemekten başka ne arzu ederim?”

Peyami Safa / Matmazel Noraliya’nın Koltuğu

*

“16 yaşındayım… Şişli’de La Paix Hastanesinin önünden geçiyorum. O dönemde inançlı biri değilim ama o hastanenin önünden geçerken içime bir şey doğuyor; bir dua değil de bir dilek, ‘hakikate vasıl olmama vesile olacaksa, yolumun bu hastaneden geçmesine razıyım’ demiştim içimden; niyet tutar gibi. ‘Hakikat’ (truth) kelimesine aşırı bir ilgim, abartılı bir merakım var.”

Ayşe Şasa / 1 Ruh Macerası

Evet, ruhumuz var. Samiha Ayverdi gibi. Ayşe Şasa gibi. Simone Weil gibi. Matmazel Noraliya’nın muhayyel varlığındaki gibi. Ruhumuz var. Yüzünde, hâlinde derviş nakışı olan, başında örtüsü olsun yahut olmasın "hicâplı" kadınlar var.
Bizler Post Çağın varlıklarıyız. 1 Yüzümüz instagramda. Bizleri vitrinlere, instagramlara hapseden ve güzelliği dahi başka olamayan, birbirine benzeyen ve ikame edilebilir olan post çağın varlıklarıyız.

Oysa 1 yüzümüz hep Ruh kadın. Ne kadar çok suret varsa o kadar az sıret var çağındaki Ruh Kadınlarız. Ruhumuzun gözlerini keşf ettiğimiz an hakiki güzel’i o kadar temaşa edeceğiz.
Ve o olacağız bir o kadar kadar 'başka' güzel.

Gözleri derviş olan kadınlara selam olsun.



*: Özdemir Asaf'tan Mevhibe Beyat'a (Lavinia): “Öldürmekten daha beter anlıyor insanı. Çok keskin gözleri vardı.” demişti.

Yazmak, Doğurmaktır


Ruhumun ifadesi konuşmak; aracı da ses değil Khoda...

Ruhumun dili harflere muhtaç benim.
Harflere muhtacım konuşmak için.

Ruhta sesini bulan ifadesini neden bulamıyor? O kadar mı kayıp harfler, o kadar haris Türkçem ve bu kadar mı ketum kalmış lâl dilim?

Hâle tanım giydirmekten başka avuntu veremeyecek kelimeler. Deneyelim o hâlde.
'Ruh Nadası'

*


Kadının varoluş acısı doğurunca geçer mi?

Tek buhranım doğuramamak belki.
Sanat, fikir, proje, aşk, 1 insan...
1 şey. Tek şey.
Doğursam geçecek, biliyorum.

*

Kadının ebediyeti zekasında değil, rahmindedir.
Yeni kadın, yaratıcılığın merkezini şaşırmıştır." diyen Peyami Safa'ya el-cevabımdır:

İlhâm, ruhu döllemektir.
Bazen tek 1 cümle dahi ruhu dölleyebilir.
Öyle bir döller ki hatta Alef ve Zain arasından
1 sonsuz doğurulur ondan.
İlhamının gelmesi beklenmez.
Hakiki 1 mülhem gelir, 1 ruhu döller ve gider.
Bazen ruhun ırzına geçerek dahi bırakabilir mülhem olanı.
Yazmak; doğurmaktır.
Ve yazmak, ruhunda ve zihninde bir rahim taşıyan kadınlara yaraşır en âlâ.