Güzel görünen, güzel midir her
zaman? Güzel, güzel görünen ya da güzel gösterilenden başkadır. Güzellenen her
şey güzel midir? Güzelin güzellenmeye ihtiyacı var mıdır peki? Güzellemek,
güzeli aşar bazen. Güzellenen, güzelden daha güzel görünür. Tam bu noktada üç
tür güzel görünür: Güzel olan, Güzel görünen, Güzellenen güzel. Güzelin bu üç
tezahürü güzelin ilmine götürür bizi. Güzelin ilmi ise hakiki güzelin peşine. Hakiki
güzel; güzel görünen ve güzellenen güzelin ardına saklanır çoğu zaman. Belki de
bu yüzden “güzelin örtüsü güzelden güzel olmamalı"*
Hatasını, acziyetini ve dahi
kötülüğünü; sahip olduğu, kendinde olan her şeyi güzelleme vebası yaygınlaşıyor
iyice. Güzellemek ve estetize etme kabiliyeti güzeli kamufle eder bazen. Çirkine
güzel örtüler büründürür. Kötülüğü örten güzellikler, güzel midir sahiden?
Sevgisizliği saklayan nezaket mesela? Nefreti gizleyen tahammül mesela? Kibri
perdeleyen tevazu mesela? Güzellenen kötülük, çirkinden daha kötü değil midir?
Güzelin taklidi, bu sahte güzellik plastik çiçekler gibi. Sahte güzelliği
kokusuzluğu ve ruhsuzluğunu bastıramıyor.
Estetize
Edilmiş Kötülük
Kavramların estetik katmanları
vardır. Örneğin Thomas Aquinas tembelliğe estetik bir tarif yapmıştı: "akla ağırlık yapan bir durgunluk ve
mahzunluk hali" Çoğu şey estetize edilebilir. Kötü bazen öyle bir
güzelliğe bürünür ki; estetize edilmiş kötü, estetize edilmiş yanlış vs. Estetize
edilmiş kötülük üzerine düşünürken Kur’an’da benzeri birçok surede geçen "Şeytan onlara yaptıklarını süslü
gösterdi" (Nahl, 63) ayetini ve "fe zeyyene" ifadesini
hatırladım. Semavi dinlerde “süslü gösterme”ye şeytani bir özellik atfedilir. Akıl,
süslü görünenin ardını ve aslını gören gözdür bu yüzden.
Estetize ederek kendini “süslü gösteren”
her fenâyı tanımak için; kendi bakışına da bakabileceği daha derin bir bakış
geliştirmeli insan. Kötülüğün; felsefeyle, dinle, sanatla, bilimle temasının
ölümcül sonuçları olabiliyor. Kötülüğün romantize edilmesi, estetize edilmesi,
iyilik kılıflarının, makul gerekçelerin içine gizlenmesi kötülüğün kendisinden
daha tehlikeli. Kötülük, aslıyla zuhur etmez çoğu zaman. Sanat'ın güzelinin, Din'in iyisinin, Bilim'in
doğrusunun, Felsefe'nin gerçeğinin ardına saklar kendini. Güzel, iyi, doğru, gerçek
görünenin parçalanmadan görülmez aslı. Şuursuz bir kötücüllüğü en güzel
örtülerle gizleyip kendi hakikatine varışını olanaksızlaştıran insanın kendine
yaptığı kötülük; kötülüğün kendisinden daha kötü değil midir? "Kendini
kötülükten münezzeh görmek" kötülüğün derin, estetik ve gizli halini
çağırıyor. Hiçbir kötülüğü yakıştırmayarak kendine; en büyük kötülüğü ediyor
insan kendine.
Kötünün
Zarafeti
Güzel fikir… Birlikte düşünmek,
başka bir zihne eşlik etmenin en güzel hâli. İki zihnin, aynı fikrin ritminde
dalgalanması... Düşünmek, işteş hâlinde dans etmeye benziyor. Güzel fikir her
zaman güzel ifade edilebiliyor mu peki? Güzel dahi kötü ve çirkin ifade
ediliyor bazen. Kötünün güzelliği ve kötücüllüğün zarafeti ne tehlikeli şey. “Bir hakikati yok etmek istiyorsan; ona iyi
saldırma, onu kötü savun” Ali Şeriati'nin bu sözü sinsi manipülasyonların
formülünü ifşa ediyor. Kabul edilmesi zor bir şeyi savunmanın yolu o şeyin
karşıtını uç, yoz ve şeytani bir forma sokmaktan geçiyor. Tıpkı şöyle: O şeyi
öyle kötü sun ki insanlar aksinin iyi bir şey olduğunu zannetsin. Sözün gerçeği
tahrif edebilecek bu yakıcı kudretinden başka sarhoş edici etkisi de vardır. "Söz, aklı sarhoş eden şarap gibidir.
Bir kimse bu şarabı içmeye müptela olsa, asla bir daha onu terk edemez."
Hücvirî'nin Keşfu'l Mahcûb'unda geçen bu bu söz, kendi sözünün sarhoşu
olmuşları ne güzel izah ediyor.
Estetize edilmiş kötücüllüğün
gerçek yüzü de gün yüzüne çıkıyor böylelikle. Öfkesini, nefretini
cümleleştiren, azıcık estetize eden düşünce ürettiğini zannediyor. Eleştiri
zannedilen çoğu şey de öfkeli cümlelerden ibaret. Öfke, nefret, hırçınlık
bilenmiş bir dikkate benziyor. Dilde, hâlde, tavırda, yazıda; açık, örtük,
metaforik ya da estetik fark etmiyor. Hırçınlık insanın bilendiği yeri ifşa
ediyor anında. Olumsuzu, kötüyü eleştirmenin kötüyü göstermek ya da kötüyü
estetize etmek dışında daha iyi yolları yok mu? Kötüyü eleştirmenin daha iyi,
daha doğru, daha güzel, daha sağlıklı yolları yok mu? Çirkin bir ruha ilim,
sanat bile yakışmıyor. Çirkin ruh, ilmi bile çirkinleştiriyor. İlmini,
bilgisini despotça insanlara hükmetmek, manipüle etmek için kullanıyor. Sanatı
da kibrini okşasın diye diğerlerini aşağılamak için kullanıyor.
Zorla
Güzelleme
"Dahil olamadığı her şeyi
kötülemek" diye bir kıskançlık eşiği var. Kendiliğinden güzel olan,
karşıtının yerilmesine ihtiyaç duymaz. Kıskançlığın mahrum ediciliği yüzünden
ne çok güzelliği ıskalıyor insan. Dahil olmadığı her şeyi kötülemek; sahip
olduğu her şeyi zorla güzellemeyi de getiriyor beraberinde. Sahip olduğu her
şeyi zorla güzelleme çabası aşırılaştığında; sahip olunan şey kötülük olsa dahi
güzellenmeye başlıyor. Sahip olunan herhangi bir şeyi; karşıtına nispet
ettirircesine zorla güzellemeye çalışmak; zorba bir güzellik doğuruyor. Güzellik
onu zapt edene değil ona layık olana ait oysa.
Zorba güzelliklerin uzağında kendiliğinden
güzel olanın, "müstakil varoluşun güzelliği" diye bir şey var.
Kimseye yaslanmayan, kimselere gölge etmeyen ve kimsenin önünü kesmeden kendi
başına varolmanın güzelliği... Bucaksız yerlerde bir başına filizlenen ağaçlar
gibi. Çiçekleniş, varlığımızın nüvesinden kendimizi filizlendirmeye benziyor. Varlığı
nefretten kurumuş insanlar; dikenli, kuru bir dala benziyor. Ne sulanıyorlar,
ne budanıyorlar. Bir çalı kadar hırçın, biçâre ve hırpani budaklanıyorlar
sadece. Hayatının hiçbir yerinde çiçeklenemeyen, filizlenemeyen, yeşeremeyenler
etrafını da kurutuyor.
Güzel her şeye erişim hızı arttıkça
o hızın bedeli olarak sonlanma hızı da artıyor sanki. Bu hızdan, ziyan olmaktan
kurtarılan her güzellik; kendi güzelliğe ek olarak yeni bir güzelliği de
doğuruyor. Güzeli, güzelleşmek çağırıyor. Güzeli isteyen, güzelce çağırmayı
bilmeli. Çağırdığı ne varsa en önce ona benzemeli insan. İstediği şeye
yakışmalı insan. İsteğine yakışır hale gelmek, ona ulaşmanın en iyi yolu.
Acıyan
Güzellik
Güzel acı, güzel dert, güzel yara…
Zorlukların estetize edilmesi kötülüğün estetize edilmesi kadar kötü değil her
zaman. Güzel acılar, kötü acılardan neden daha çok acıtır o zaman? Acının
güzellikle birleşmesi, en büyük acıyı verir kalbe. Her acı, şifa ümidini diri
tutar içinde. Kötü acı iyileşebilir. Acıtan güzellik, ölmüş güzelliktir.
Güzelin ziyan oluşu dahi kahrın güzelini verir çünkü. Bir güzelliğin yok oluşu
mu yoksa bir çirkinliğin varoluşu mu ruha daha çok dokunur?" sorusuna
Evelyn McHale derdim. Kahredici güzellik, femme fatale(öldürücü güzellik)
ilhamı da bu histen filizlenmiştir belki.
Güzel öfke... Kızgınlık ve ateşi
kalpten taze çıkmış bir hâl; kırgınlıksa o ateşin sönmüş, estetize olmuş hâli.
Güzel öfke… Sel gibi taşmadığında ya da yakmadığında kendinden hariç her şeyi,
ne güzelsin. Harekete geçiren, başlatan, ateşleyen güçsün sen. Haklılıkla
özünü, akılla dozunu, zarafetle şeklini bul sadece.
Güzel hüzün… Aşkın, gücün,
mutluluğun formülünü veren kocaman gülümsemeli aşk, güç, mutluluk üstatlarıyla
dolu ortalık. Evrenin sırrını çözmüş gibi bir bilgelikle kısıtlı
deneyimlerinden devşirdikleri taktikleri üstümüze saçıyorlar. Yaşamın sonuna
kadar sürdürülebilir aşk, güç, mutluluk müjdeleyen sentetik bir cennet vaadi...
Bunların bizi tatmin etmeye yeteceğini kim vaat etti ki? Anlamlı, estetik bir
hüzün sentetik bir neşeyle değiştirilir mi?
Güzel mahcubiyet… Fotoğraflarda
olduğundan hep daha az güzel çıkanları, fotoğraflarda olduğundan hep daha güzel
çıkanlara kıyasla daha samimi bulmak diye bir şey var. Samimiyet poz vermeyi
beceremiyor. Göründüğünden hep daha az iyi, hep daha az güzel, hep daha az
olanların dünyasında, göründüğünden hep daha fazlası olanlara bahşedilen şey.
İmgeyle ayartılamayan, yalnızca gerçeğe âşık olanların samimiyetle sıcak
münasebetleri var.
Güzel hasret… Güzel eninde sonunda
hüzün verir. Güzelin neşesi de yakınlığıyladır yalnızca. Güzel, sahip
olunamazlığı kadar uzaktır. Güzel; uzaklığıyla, uzaklaştıkça üzendir. Güzel hep
“uzak olan”dır bu yüzden.
Güzel
Şüphe Acı Gerçek
Güzel şüphe... Kışkırtır. Akıl hep
kışkırtanın peşinden gider. Küçük bir şüpheye kocaman hakikati yükler bazen
insan. Altında parçalanan aklı olur. Acıtan bir gerçektense; güzel bir şüpheyi
daha estetik bulur. Bir sevgidense bir şüpheyi büyütmeyi tercih eder. Kalbini
mahvetmek pahasına. Şüphe, zalimdir. İnsansa kendine zulmetmeyi pek sever.
Şüphe bazen de bir inanç değeri taşır. Apaçık ortada olan, delillendirilebilir
bir Tanrı'ya ve dine mensup olmanın ne anlamı olurdu? İnancın tüm sırrı burada
saklı sanki. Varlığı da yokluğu da kanıtlanabilir değil. Bu yüzden
"inanmayı seçmek" estetik ve değerli bir şey. Tanrı'yı ve inancı
delillendirme çabası "inanmayı seçme"nin estetik değerini tahrif
ediyor. Akıl, inandırılamaz. Kalp, ikna edilemez. İnanç, öylesine kalbî bir şey
ki inancı delillendirmek estetik olmuyor hiç. İnanmak gibi tıpkı; hayatta her
tür sanma biçimi de mümkün. Kimi estetik bir aldanış içinde sürdürür yaşamını.
Tek vuruşluk bir gerçeğe teslim olurken başkası.
Güzel yalan… Söz, büyünün ta
kendisi. O büyüyle değil herkesi, kendini dahi kandırabilir insan. Söz, güzel
görünen bir yalana saklanabilir. Bu yüzden gerçek bir sınanma anında seçtiği;
en gerçek sözüdür insanın. Gerçeği örten, güzelleştiren en güzel örtüleri dahi
alaşağı etmeli. Acı olsun, gerçek olsun. Güzellik, en çok gerçeğe yakışıyor.
Bazen en küçük şeyden dahi korkan insan, gerçekten korkmuyor. Güzel Gerçek...
Gerçeğin can yakan hali bile güzel. Aşktan dahi, daha çok.
*: Alperen
Karapınar