Sultanahmet, 2016 / Mayıs. |
Mayıs 26, 2016
Mayıs 20, 2016
.: ben ne yaptım? :.
Mayıs 05, 2016
Zeynep MERDAN / Keşfsever
Jean Jack Rousseau
Yalnız Gezerin Düşleri, Dördüncü Gezi.
*
Jean Jack Rouesseau’nun Juvenal’dan alıp, yazgısına
belki de mahlas seçtiği o güzelim tanım; Vitam Vero Impendenti. Sözlükler bizi
kandırmıyorsa “yaşamını hakikat uğruna riske atan kişi” mealinde. Bir filozof
için ne kadar da münasip bir mahlas değil mi?
“Kişi” ama kişi kim? Her bir kelimenin üzerine
onlarca mana giydirmişken zaman, kelimenin ve kastın hakikatini nasıl
bileceğiz? Kelimeleri
zamanın kirlettiği anlamlarından yıkayıp safi manalarına ulaşmak için illa
Hermeneutik mi öğrenelim? Gerek yok. Neyse ki makalenin didaktikliğinden ve
soğuk kasvetinden bizleri iltica ettiren denemelerimiz var sığındığımız.
Hangimiz kimliğimize tarif diye muhatabımızın kötü kurulmuş bir cümlesinde özetlenmek ister? Hangimiz
küfür saymaz muhatabımızın daracık ufkunda peyda olmuş bir cümleye sığmayı?
–bir insanı bir cümlede özetlemek küfürdür çünkü.- Belki de Spinoza “kimlik bedenin
hapishanesidir” derken bedene hapsedilmiş, ruhumuza dayatılmış ‘verilmiş
kimlik’leri teşhisliyordu.
Ben üzerine, kimlik üzerine, ruh üzerine, mahiyeti
açıklanamayan insanın hakikatini ifadeye yeltenen her bir disiplinin –felsefe,
psikoloji, din, sosyoloji …- kendince tanımladığı kavramlar üzerine sayfalar
yazılır, yazıldı, yazılsın, tüm bu kelimelerin cümlelere koşması için şartlar
müsait.
Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler’inde “kimliğim beni başka hiç kimseye benzemez
yapan şeydir” derken onun özgeliğinden bahseder. Eşsizliğinden.
Veril(e)meyişliğinden. Seçilmişliğinden. Ve hissedilen tüm aidiyetleri “kişiliğin yapı taşlarıdır, doğuştan
gelmediğini vurgulamak koşuluyla neredeyse ruhun genleri denebilir onlara” yla
özetlerken kimlik denilen şeyin aslında kişinin kendi ruhunu tanımlama biçimi
olarak mı kast ediyor? Bence öyle. Çünkü kendi ruhuna, kendi varlığına kendi
kelimeleriyle tanım giydiremeyen kişi gerçekten var olabilmiş midir? Yada
kaliteli(!) diye yamandığı, tıpkı pahalı bir markanın arması gibi taşımaya
yeltendiği “ithal kimlik”lerde ne kadar kendi olabilir bir insan?
İran’dan, Fransa’ya aslında dünyaya açılmış, dönemin
Fransız varoluşçularıyla zihin dostluğu kurmuş, hatta tanrıtanımaz Sartre’ye; “Bir
dinim yok. Ama birini seçmek isteseydim
o Şeriati’ninki olurdu.” dedirtmiş
o adam; Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı’nda bu seçilemeyişi,
toplumun kişiye verdiği, dayattığı kimliği öylesi güzel teşhisliyor ki; bize
bir an evvel bir kimliğe ait olma, kendi kimliğimizi yaratma ya da en azından
bize dayatılmış kimlikleri sorgulayıp tüm bu toplumsal kamburlardan azad olma
lüksü bahşediyor.
Ali Şeriati’nin kendi kavramsal
dünyasında “insanın dört zindanı” olarak tanımladığı şey de tam da bu azad olamayışa
hem teşhis hem de merhem oluyor. Öğretisine göre; doğan her insan 4 zindanın
içine doğuyor ve bu dört zindandan varlığını azad edemedikçe de kendini
gerçekleştiremiyor. 4 zorlayıcı güç olarak ifade edilen ve;
1. Natüralizm
(Doğanın zorlayıcı gücü)
2. Historizm
(Tarihin zorlayıcı gücü)
3. Sosyolojizm
(Toplumun zorlayıcı gücü)
4. İnsanın
kendisi olarak ayrımlanan bu zindanlar ruhumuzu, aklımızı, irademizi, tavrımıza
öylesi tahakküm kuruyor ki biz aslında biz olamıyor, ailemizin, toplumumuzun
küçücük bir örneği, kopyası, taklitçisi oluyor ve bize verilen kimliklerin
yazgısına mahkûm kılınıyoruz. Ve kendi benzer türevlerimizle prototipliğin ve
tahmin edilmiş geleceklerin vasat yazgılarına sürükleniyoruz.
Yine ölümcül
kimliklerde Maalouf bu zindanlardan azad olamayan toplumların toplumca
işledikleri günahın sonuçlarının nedenlerini misalliyor;
“Kolayına kaçıp birbirinden farklı insanları aynı kefeye
koyuyoruz, gene kolaylık olsun diye onlara cinayetler, toplu eylemler, ortak
görüşler yüklüyoruz. “Sırplar katliam yaptı” “İngilizler yağmaladı” “Yahudiler
el koydu” “siyahlar ateşe verdi” “Araplar reddediyor” filan ya da falan halk
hakkında “çalışkan” “becerikli” ya da “tembel” “kuşku verici” “sinsi” “kibirli”
ya da inatçı diyerek duygusuzca yargılarda bulunuyoruz ve bu da kimi zaman
kanla sona eriyor.”
Ve devam ediyor;
“Bir insanın kimliği başına buyruk aidiyetlerin birbirine
eklenmeleri demek değildir, kimlik bir yamalı bohça değildir, gergin bir tuval
üzerine çizilen bir desendir; tek bir aidiyete dokunulmaya görsün, sarsılan
bütün bir kişilik olacaktır.”
Tüm bu alıntılar
savın güçlenmesi için kuşanılan zırhlar değil. Bunların hiçbirini
anti-milliyetçilik, anarşizm güzellemesi değil. Mensup olduğu, mensubu doğduğu
sosyo-kültürel kimliğe karşı bir aidiyet hissedemeyenlerin hınç dolu
karalamaları değil. Bir kayboluş değil. Olsa olsa gayreti ölçüsünde
kaydadeğerliği artan bir kimlik inşası çabası. Çünkü kim sorusu ve bu soruya
eşlik eden cevap öylesi mukaddestir ki “kendini bilen rabbini bilir” ile bir
hadis mertebesine, kim ve varlık arayışıyla bir felsefe türü(ontoloji)ne
çıkabiliyor.
O halde biz
kimiz?
Aynadaki
yansımamız yüzümüze bağırıyor şimdi.
-Kimsin sen?
*
Sen kimsin, kimi
zaman kısa bir tanışma cümlesi kimi zaman karşımızdaki muhatabı hakir görme
hakir görme cümlesi ve kimi zaman tüm bir kâinattaki zerre büyüklüğündeki
mevcudiyetimizi idrak etmenin başlangıç mertebesi. Ben sonuncusuyla başlıyorum.
Sen kimsin
sorusu bize ‘verilen’ isimle açıklanamayan, yaptığımız meşgalelerle yakından
uzaktan ilintisi bulunmayan yüce bir soru ve bu yüce sorunun muhatabı ancak soru
kadar mukaddes bir varlık olabilir. İnsan. Koca bir kâinata varlığını
sığdırabilen ve bazen kabına bile sığamayan insan.
1 insan. Bir
tanım. Bir isim. 1 kimlik. Bir ad. Bir mahlas. Bize ‘verilenlerle’ değil de
seçtiklerimizle kendimizi tanımladığımız an, evrendeki mevcudiyetimizin
idrakine varmış ve kim olduğumuz sorusunun cevabına yaklaşmış oluyoruz. Öyle
değil midir? İsmini kendi seçemez insan, kendi kendine lakap takamaz. Fakat en
zarif, en klas müstearları giyinebilir insan. Süslenebilir en kalifiye
mahlaslarla.
Tam da bu yüzden
kendimi ve kimliğimi bana ‘verilenlerle’ değil, ismimle değil, başarılarımla
değil, mesleğimle değil, ırkımla değil, özgür irade ve kişisel gayretimle
‘seçtiklerimle’ tanımlıyorum.
*
Kendim için kendime
kendi koyduğum ad ile.
Ben, Keşfsever.*
Sen kimsin?
Mayıs 03, 2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)