|
Paul-Joseph Blanc / The birth of Venus |
-“Ben onun kalbindeki tanrıyla baş edebilecek miyim?”
Balzac / Langeais Düşesi (syf: 37)
-İçinde put büyütürsen tanrı sevgisi diye, melâmet bile tersine inkılâp eder, meşrep putun olur. Melâmet şerbetini çok göstermek tersine inkılâp eder.
-Aklım tebessüm etti bu söze. Hiçbir şey isteyememenin en büyük istemek oluşu gibi. Bunu bizzat deneyimleyip idrak ettim.
-Büyük dediğin nedir?
-Âlâ olan. Evlâ olan.
-Bir şey isteyecek durumda olup, isteyememek belki daha faziletlidir.
-Haddini aşan her şey zıddına döner yasasınca. Öyle çok istemek ki hiçbir şey isteyememek. Vice versa.
-“Sen iste, ben vermeye hazırım, seve seve vereceğim” diyor işte. Tanrı buyruğu.
-Tanrının ne dediğini biliyorum.
-Ne demiş oluyor tanrı yani?
-"Umma ki küsmeyesin"
Mahmut Vehbi Hz.
*
"Beklentiler daima mutsuzluk getirir."
Osho
*
"Arzu etmemeyi arzu ediyorum."
Abdulkâdir Geylânî
*
"Ben arzu etmemekten başka ne arzu ederim." Peyâmi Safâ
*
"Tanrım istiyorum -ki- hayır, hiçbir şey istemiyorum. Âmin."
Friedrich Scleirmacher
İstemeyi isteyecek isteği olan kaldı mı? Bu hal işte.
-İstediğin şey hayatın içinde akıp gider. Dışına çıkıp bağırırsan boşa bağırıp çağırırsın. Hayatın içinde kovaladığın şey, istediğin odur. Ve ancak öyle alırsın.
-İstemiyorum.
İstemeyi de istemiyorum.
İstemeyi isteme istencini de istemiyorum.
İstememeyi istiyorum.
İstememeyi istemeyi istiyorum.
İstememeyi isteme isteğini istiyorum.
İstiyorum.
Gerçekten neyi istiyorum. Soru bu. Bu benim sorum, bu sorula hemhalim. Çözünce ferahlayacağım.
-Neye ihtiyacın var?
-İhtiyaç değil, orada acziyet olur. Aç olan doymak ister. Tok olan ne ister?
- Ne’ye açsın?
-Aç değilim. Sorun tam da burada. Aç olsam, uzanır ve alırım.
-Aç olduğunu bilmezsen hiçbiri uzanıp alamazsın. Hatta belki de bu konudaki kararlılığın açlıktan bile olabilir.
-Ket vurmak olur o. Bastırmak.
-Aç olanı süründürürler. Öyle her uzanana vermezler. İnsan aç da olur. Muhtaç da olur. Zelil de olur.
-Elbette ama değilim. Olsam neden söylemeyeyim? Uzanır ve alırım. Utanmam, gurur yapmam.
-Güzel şey.
-Elin uzanma iradesi… İsteği… Arzusu…
-İşte o, harekettir, hayatı doğuran hareket. Hayatı devam ettiren. Hayatın içine çeken hareket.
-Önümde bir sofra var ve yemiyorum. Her şey var o sofrada. Hayat sofrası. Senin canın ne çekiyor o sofradan? Sen gerçekten neyi istiyorsun?
-Ben o sofrada değilim. Benim susuzluğumun, açlığımın haddi hesabı yok. Sofraya oturamam. Bilmem sofra adabını. Ben tufeyliyim, çadırlar doldururum, basitim. Edebiyat yapmam, konuşmam, söylemem. Ama hayatımın içinde o teşneliğin her zerresi vardır.
-Benim derdim edebiyat mı? Ben sözlerle idrak ediyorum, sen halle. Benim orağım harflerdense suç benim mi? Bana söz vermiş, sana hal.
-Bedevi bile olsam, dağda, çölde, çayırda, ben de bu halin bedevisiyim. Kuralını bilemedim ama teşneliğimi bildim.
-Hal vermediyse suç benim mi?
-Vermiştir. Dil de vermiştir. Hal de vermiştir. Çöl de vermiştir. Sel de vermiştir.
-Dil de. Dilimde. Su vermemiş. Ya da su vermiş de susuzluk vermemiş.
-Senin susuzluğun susuz oluşunun içinde.
-“Sızıyı gideren su, suyun sızladığını kimseler bilmez.”
Belki de ben suyumdur. O yüzden susuzluğum yoktur.
-Su olabilirsin. Ama sana teşne olanı bulacaksın.
-Su olana teşne olan yataktır. Bir nehrin yatağı.
-"Musa kavmi için su aramıştı, o zaman Biz ona: "Asanı taşa vur" demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece herkes içeceği yeri bilmişti." (Bakara, 60)
-“Biz sana Kevser’i verdik”
Su olan nasıl su içsin? (Kevser, 1)
-İşte sen de kendi teşneni bulacaksın. O içecek. Meşrebi olacaksın onun.
-Yatağımı bulacağım, yatağında akacağım. Ya Sen?
-Ben suyu arayanım. Ben de aramakla dindiririm.
-Göller, denizler, okyanuslar… Senin suyunu nereden bileceksin ki?
-Sen suyu ararken su da seni aramakta olacak. “herkes içeceği yeri bilmişti.” Tanrı buyruğudur bu.
-Suyu bulmak daha kolay, yatağını bulmaktan. Yatağı güzel bulmazsan erozyon olur, toprağı da Âdem’i de israf edersin.
-Suç bizim mi?
-Su’ç. Suyun suçu.
Suyum, susuz değilim, suç mu?