Aylar önceydi, bir yazı yazmıştım.
Ertesi güne sınavım olmasına rağmen, yazılmadan beni rahat bırakmayacak bir
yazı yazmıştım. Bana o yazıyı yazdıran güdünün bugün sonucunu görüyorum. Bunun
iyi bir şey mi, kötü bir şey mi olduğunu bile bilmiyorum ama bugün olduğum
yerde o yazının dönüştüğü şeyi görüyorum. Karşımda görüyorum.
Bu nasıl azap, hastalık, maraziyet ki ben sinemi teskin edemiyorum. Ne yaparsam yapayım bu gönlü, bağrı(!), sineyi
teskin edemiyorum.
Ukdelerden
kurtuldum, o beş para etmez ‘dünya süsü’ne meyl şüphesinden kurtuldum derken
neden bu sefer de ruhcuğuma silik, boktan, olmamış bir tat bırakan bu acıyı
koydun?
Ticaretim hepten ziyan mı? Peki
idden ide “zengin hayaller peşinde” zarifçe
ukdeler tasavvur eden o kıza ne demeliydi? Ben o kız olmaya biraz daha dayanabilir
miydim? Ben dünya süsü’ne ukdeli bakışlar fırlatan, seçtiği yaşam tarzı eninde
sonunda ‘muhafaza etmeye’ mecbur bıraktıracak, kendini yırtsa dahi radikal bir muhafazakârdan öteye gidemeyecek, gelecek
zamanların(?) muhtemel ki bu olacak imajına zamanla ve esefle bürünmeye dayanabilir
miydim?
Dayanamazdım.
Dayanamazdım.
*
Ben bir yere ait olmamalıyım. Ben sürekli
yürümeliyim. Karanlık,
yalnızlık, bilinmezlikten korkmuyorum. Korkuyorum ama korkmuyorum,
ben tek yürümeliyim.
Musa’nın dilinde, benim dîlimde, dinimde olan
bu kekemelikten kurtulamasam, içimdeki bu karmaşayı mahlûklarından
1’ine bile aşikâr edemesem de ben tek yürümeliyim.
Dostlarım olsa da, hatta evlensem
bile, ben tek yürümeliyim.
3 yorum:
yürümeli misin, yürümek zorunda kalacağını mı hissediyorsun?
'have to' zorunluluğu değil bu, 'must' zorunluluğu, içten gelen bir mecburiyet. :)
yani b şıkkı.
:)
Yorum Gönder