Haziran 20, 2020

Kabirler ve Kalpler

I.
Kimi gözler hakikate cevaptır. Kimi gözler mürşittir. Kimi gözler irşad eder muhatabını. Kimi gözler "öldürmekten beter anlar insanı" Kimi gözler aynasıdır kalbin. Kimi gözler oktur, maktulünü bir bakışıyla kurban eder. Kimi gözler namludur. Bakışlarında patlamaya hazır fişekler saklar hep. Kimi gözler güneştir, iç ısıtır. Kimi gözler kutup yıldızıdır. Karşısında durmanız gereken yeri işaret eder size. Kimi gözler kuyudur. Bakışlarla yüzünde yürür, gözlerine düşersiniz. Ancak gözyaşıyla doldurursunuz kuyusunu. Kimi gözler karadeliktir. Karadelik gözlere düşeni Yakup bile bulamaz.


II. Rast Yasası
Varlığınıza haddinden fazla tesir eden her ne var ise; geçmişte bir anlığına dahi olsa karşınıza çıkmıştır.

Keşf'in o bakışıyla başlar hep. Gelir ardından, kaçınılmaz bir sevmek. Sevgi, sarmaşık gibi kök salar ruha, ünsiyet olur saçakları. Sonra bir bakmışız ki, ünsiyet kurduklarımızla mizaçlarımız nasıl da benziyor. (Ya da mizacımız benzediği için sevmişiz zaten.)

"Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur" evet. İnsan severken korkmalı bazen. Sevmek, ünsiyetin saçaklarını dolar insanın ruhuna. Ruh, sevdiklerinin hâliyle hallenmekle kalmaz. Sevdiklerinin yazgısından da alır hissesini. Bahtları gibi bahtsızlıklarını da.


III. Kalbimin Kabri
Kabir ve Kalp. Ne çok benziyor birbirine bazen. Şam'da bir camii. 1990'da açılmış Seyyide Zeyneb Camii. Meğer kalbinde Zeyneb bint Ali ve Ali Şeriati'yi saklıyormuş.


"-Bir de El Halil var... O da adını kalbinde taşır..."

-Taşır tabi ama nerede?

"-Adıyla, aynı şehirde..."

-Demek öyle. İnsan bir şeyi çok fazla sevince sevgisine karşılık olarak Rast Makamı Nişanı veriliyor ona sanki

"-Mahlasınız da bu rastlara pek uygun değil mi..."

-Bu şarkıyı çok fazla severdim eskiden. Meğer nişanı olacakmış.


  

Lena Chamamyan / Sham 

"-Şam aynı zamanda bir çeliğin de ismidir... Dövülmüş, katılaşmış ve daha zarif hale gelmiş bir çeliğin... Yine ismiyle rastta, çünkü çelik su alarak ortaya çıkar ve Şam da sanırım suyla ıslanmış demektir... Katana da o ruh da aynı köktedir..."


IV. Şems
Bugün çok fazla güzeldin Güneş. Perdelerin arasından yüzüme sızdın. Işıldattın kalbimi, ısıttın ruhumu. Yaşarttın gözlerimi, yaşattın gözlerimi.

Yalnız yaşımız değil, aklımız da gencecikken bizi akl-ı baliğ kılan kitaplar ve o kitapların yazarı vardır. Yalnız o kitapların yazarı değil, gözleriyle irşat eden, acıyan akılların mürşidi vardır. O'ydu. Benimki O'ydu.

Haziran 15, 2020

Don Henarez*



Philharmonie / Lamma Bada, 2016

İbn Baya'nın neredeyse 10 asır evvel bestelediği rivayet edilen bu Endülüs Ezgisi "Lemma Beda" Balzac'ın Kral ruhlu karakteri Henarez'den başka kime bu denli yakışabilirdi ki?

İki Gelinin Hatıraları'nda Fransız Sosyetesinin dilediği her erkeği kendine âşık edebilecek kudretteki hanımefendisi Louise, Fransa'ya sığınmış Arap asıllı bir İspanyol asilzadesi; İspanyol hocası Henarez'den bahsediyor:







Haziran 06, 2020

İyiliğin İncisi: İncelik Bilgisi

Tam 3 yıl önce ilk yazımın yayımlandığı İtibar'dan sonra, şimdi Zarifoğlu dosyasında Muhit Dergisinde:

*

Bağrında sayısız poleni saklayan çiçekler gibi, sayısız sırrı saklar bazı mısralar. İçi çiçeklendirecek kadar cömerttir özleri. Bazen tebessümle açarlar. Bazen de tohum olup gözlerde dururlar. Turgut Uyar’ın "Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum / Hiçbirinizle dövüşemem / Siz ne derseniz deyiniz / Benim bir gizli bildiğim var" mısralarında herkese iyi niyetle gülümseyecek kadar cömert, hiç kimseyle dövüşmeyecek kadar bilge olanların sahip olduğu o şey nedir? Uyar’ın “gizli bir bildiğim” diye fısıldadığı şey incelik bilgisi olabilir mi?

İncelik bilgisi; iyi ve kötünün, yücenin ve sığın, doğrunun ve yanlışın, güzelin ve çirkinin, çoğu tezatın birbiriyle karıştığı o noktada, birinin öteki sanıldığı, sayıldığı o belirsizlikte duranın bilgisidir. İncelik bilgisi; çiçeğin özündeki polenin, rengin içindeki renklerin, gösterilenin ardındaki görünenin, görünenin ardındaki olanın, olanın ardındaki olduranın görmenin bilgisidir.

“Söylenen her söz; içinden çıktığı kalbin libasını, üzerinde taşır.” der Atâullah el-İskenderî. İyinin ve kötünün birbirine karıştığı o noktada, sözün örtüsü gösterir nasıl bir kalpten çıktığını. Fakat iyinin ve kötünün ayrımını yapmak kalbin örtüsünü görmekten çok daha zordur. Bazen bir kötüye kötü demek şekli o kadar iyi yahut bir iyiye iyi deme şekli o kadar kötüdür ki; iyinin ve kötünün katmanlı yapısının ayırdına ancak böyle varabilir insan.

İyideki Kötülük & Kötüdeki İyilik
İncelik bilgisi, mısralarda parıldamaya devam ediyor. Özdemir Asaf'ın "Tüm renkler hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler" dizesi bir sırrı ışıldıyor: En çok masumlar kendini kirli hissediyor, kirliler kendini hiç kirlenmiş hissetmiyor. Kirlenmek, temiz olana mahsustur çünkü. Paul Auster’ın "Sadece iyiler kendi iyiliklerden kuşku duyarlar, onları iyi yapan da budur zaten." sözü bunu doğrular nitelikte. Gerçek bir iyiye kötülük, karalık ya da kir bulaşabilir mi peki? Yoksa her birimiz, bir diğerinin daha siyah ya da beyaz gördüğü bin bir tonlu grilerden biri miyiz? Zayıf olduğu için, kötü olabilecek kudreti olmadığı için masum görünen, sınanmamış birinin iyiliği gerçekten iyi midir ya da? İncelik bilgisine göre, erdemli olan kötülüğü yapabilecek kudretteyken bunu tercih etmeyendir. Bu yüzden erdemli olan sadece iyi olandan daha muteberdir.

Gerçek iyiliğin neden gözetilmeksizin yapılan şey olduğu görüşü hakimdir. Bu görüşü izah edenlerden biri olan Tolstoy “İyiliğin bir nedeni varsa, iyilik değildir o. Sonucu, yani ödülü varsa iyilik olmaktan çıkmıştır.” diyerek iyiliği neden ve sonuçlar zincirinin dışında tutar. Oysa kötü görünen çok şeyin iyiden ileri gelebileceği gibi; iyi görünen çok şey de gizli bir övünmeden ileri gelebilir bazen. Kalpleri yarmak mümkün olmadığından aslında ne olduğu kişide bıraktığı etkiden anlaşılır. Bu etki en çok tavsiye, nasihat, yardımda gösterir kendini. Üstenci tavır, bilgiçlik, kibir hepsinin önüne geçer bazen. Büyüsü bozulur iyiliğin. Düşer yere iyilik. İyi, iyi görünene; iyi görünen, iyi bir görüntüye dönüşüverir. Birine iyilik edecekken insan kendine sormalı: "Karşımdakine iyilik etmek istiyor muyum sahiden? Yoksa kendimi iyi hissetmek mi istiyorum?" İyinin ve iyiliğin nasılı kadar niçini de mühimdir bu yüzden.

İncelik Yarası
İnceliğin başka tezahürleri yok mudur? Samimiyet, bâtınî incelikken; zarafet, zâhirî bir inceliktir mesela. Sakarlıktaki zarafet; dalgınlıktır mesela. Ahmaklıktan değil başka bir dünyanın seyircisi olmaklıktan ileri gelen sakarlıklar güzeldir. Gökyüzüne bakarak yürürken ayağın takılması... En güzel sakarlıklardan biri.  Başkasının nefsine kendi nefsinden daha kibar olmayı salıklayan ruhsal zarafet vardır bir de. İnsanın kendi nefsine mahcubiyeti arttıkça başkasının nefsine zarafeti artıyor. Bu ruhsal zarafete, vicdan müsterihliğine; kendi küçük kusuruna, başkasının büyük hatalarından daha çok duyarlı olan, haklılığını izah dahi etmeyen, mücadele etmeye bile tenezzül etmeyenler erişiyor. Böylesi bir ruhsal zarafet, en çok riyadan korkuyor. Ve riyaya bir çare olarak olduğundan kötü görünmeyi, olduğundan iyi görünmeye yeğliyor. Bilgeliğin ruhta çiçek gibi açışının işareti de bu hâldir belki.

İyi insan/kötü insan ayrımından daha çok; bize iyi gelen/kötü gelen yahut sizdeki iyiliği ortaya çıkaran/kötülüğü kışkırtan insan ayrımı daha doğru. Mutlak iyi ve mutlak kötü insan yoktur; iyi(lik) ve kötü(lük) eylemde ortaya çıkan şeydir. İyi bir insan -istemeden dahi olsa- başka birindeki kötülük damarını kışkırtabiliyor. Diğer bir insan, kötülükteki ısrarıyla muhatabını ters tepkiyle iyi eyleme sevk edebiliyor. Bazı insanlarınsa şifadan daha çok yan etkisi var. Tıpkı tene yakışmayan parfümler gibi her ruha, mizaca yakışmayan ruhlar var. İnsan varlığına şifa getiren, rayiha estiren ruhları seçmeli kendine. Kendine 'iyi' gelmeyene 'kötü' demek en kolayı çünkü. İyi biri olsa/iyilik dahi yapsa sizdeki kötüyü kışkırtan, iyi enerjinizi eksilten insanlara mesafe almakta hayır var. Size kötü gelen, ötekine hayır getirir belki.

İyiliğin İncisi
İyidir insan, niyeti iyidir, iyilik de yapar ama yine de girmeyi başaramaz bir kâlbe bazen. Kötülüğün baş tacı edildiğini görür, içerlenir, isyan dolar yüreği. Yalnız acıyla keşfine varılan incelik bilgisinin kalbe şifâ olan sesini duyar o vakit: Aşkta, sevgide adalet olmaz. Muhabbette adaleti gözetmek incitir kalbi yalnızca. Sevgi; nedensizliği, koşulsuzluğu ve izahsızlığıyla var kılar kendini ancak. Bazı kalbî kırıklıklar ruhsal tekâmülün en güzel öğretmenleridir bu yüzden. İnciten deneyimler bazı insanları yanlış yere koyduğumuzu gösterirler. Üstelik koymamız gereken yeni yerleri de bize işaret ederler.

İyilik incitir mi peki? İyilik incitir, incinir de bazen. Kötülük örtmez her vakit iyiliğin üzerini. Bazen iyiliğin üzerini iyilikler, güzellikler, incelikler örter. Hüsn-ü zan örtüsü, nezaket makyajı, "bilmesin"de hayır görülen beyaz yalanlar, merhametin tüm kusurları örten anneliği, yapıcılığın diplomatik iplikleri... Hepsi incitebilir iyiliği. Fakat iyilik incindikçe, daha da inceleşir iyiliği… İyiliğin incisi, o ince incinişte saklıdır belki.

Bu yazı Muhit Dergisinin 6. sayısında yayımlanmıştır.

Kendini Aklayan Tutku ve de Balzac

-Elfen Lied animesinin giriş şarkısı Lilium eşlik edebilir bu yazıya.-

"Napoléon’un kılıcıyla yaptığını ben kalemimle yapmak istiyorum"

Balzac, fethetmek istiyordu. Stefan Zweig, Yarının Tarihi kitabının “Balzac Üzerine Notlar” kısmında Balzac'ı şöyle tasvir eder: ''Gençliğinin bütün arzuları yalnız bir adda, yalnız bir düşüncede, yalnız bir hayalde var oluyordu: Napoléon'' Sevgilisine yazdığı mektupta ise Balzac ölümsüz dört kişiyi şöyle sıralıyordu: “Napoléon Bonaparte, Daniel O’Connell, Georges Cuvier ve ben.”

Richard Sennett de Yeni Kapitalizmin Kültürü kitabında “kendi kendini tüketen tutku” kavramından bahseder. Sennett, 19. Yüzyılın kanonik yazarlardan biri olan Balzac’ın kendi kendini tüketen tutkuları yazdığını söyler. Balzac, bir tutkunun bitimsiz gibi gelen ilk aşamasının, tükenişinin ve tükenişinin ardının tasvircisidir. Sennett’e göre Balzac’ın karakterleri Proust’un meşhur Aşk Yasası’nın da habercisi olmuştur. Çünkü Aşk Yasası’na göre bir şey ne kadar erişilmezse o denli çok arzulanır.

Karakter Ressamı
Hegel'in Güzel Sanatlar Üzerine Dersler kitabından ilhamla sanat felsefecisi ve eleştirmeni Arthur Danto, yalın bir sanatçı tanımına varıyor: "Sanatçı, fikri duyusal bir mecrada cisimleştirmek için yollar bulur. Balzac’ta cisimleştirmenin o yolu kurmacanın yoludur. Kanon’a dahil olan birçok sanatçı gibi sayısız yakıştırma yapılır ona. En klişesi: “Romanın Shakespeare’i”dir. Balzac için mübalağalı “Tanrı'dan sonra en çok insan yaratmış kudret' yakıştırması bu yüzdendir. "Hangi benden söz ediyorsunuz; bende sayısız ben'ler hissediyorum” sözü içindeki bu küçük dünyanın seslerini ifşa eder niteliktedir.

Günde 16-18 saat çalıştığı rivayet edilen, çalıştığı saatler boyunca düzinelerce Türk kahvesi içtiği bilinen, ardında 85’i tamamlanmış 50’si taslak eser ve 2000 fazla karakter bırakır Balzac. 1840’lı yıllarda tüm bu eserlerini Dante’den aldığı ilhamla İnsanlık Komedyası ismiyle dev bir külliyata dönüştürür. İnsanlık Komedyası o dönemin toplumsal görünümüne estetik bir katkı olarak da okunabilir. Balzac eserini üç bölüme ayırır; Analitik Çalışmalar, Felsefi Çalışmalar, Toplum Gelenekleri Çalışmaları. İnsanlık Komedyasının kalbi Paris’tir. Çünkü Paris, Balzac için yalnızca bir kent değil Fransa’nın ve Fransız ruhunun bir sembolüdür.

Tanrısal bir yeti olan yaratmaya teşebbüs eden her ruhun laneti gibi Balzac da aynı dertten mustariptir; sanrılar. Yazıyla dilediği her şeye müdahale edebilecek güçtedir. Bazı kaynaklar Tours isimli bir kasabada doğduğunu, asıl isminin Honore Balssa olduğunu ve yalnızca soylulara has bir ön ek olan "de" ekini alışını ise sosyete çevrelerinde onu soylu gösterecek gülünç bir müdahele olduğunu yazar. Yazgısına soylu bir kalem itkisiyle müdahil olan Balzac’ın sanrıları bununla da sınırlı kalmaz. Hastalandığı bir gün Dr. Benassis isimli bir doktorun gelmesi için diretir. İstediği doktor The Country Doctor isimli kitabındaki Dr. Benassis karakterinden başkası değildir. Aktarılan diğer bir sanrısı ise “Düşünsene, o mutsuz kadın kendini öldürdü!” diye haykırmasıdır. Yakarışının muhayyel muhatabının ise karakteri Eugenie Grandet olduğu söylenir. Realizm akımına en büyük katkılardan birini yapan Balzac’ın bu halini Stefan Zweig şöyle belirtir: ''Bütün hayalperestlerin en gerçekçisi olan bu adamı gerçeklikten kurtaran yine hayallerdir.”

Hükmeden Aşk & Adayıcı Aşk: Arabelle & Henriette
İki tür aşktan bahseder Balzac; hükmeden aşk ve adayıcı aşk. Hükmeden aşk fethetmek; maşuğunun ruhunu, zihnini, kalbini, bedenini zapt etmek ister. Adayıcı aşk ise daha en başından hükmeden aşkın erkini kurban vererek başlar. Benliğini, gururunu ve hatta tüm hesap eden zihnini verir. Balzac’da felsefenin kadim dualitelerinden olan ruh ve beden bahsi mühimdir. Balzac, birçok romanında ruh ve beden yönleri güçlü olan karakterleri işler. Bunun ilhamı da yaşamından alır. Balzac’ın yazgısındaki aşk serüvenlerinin çoğunun romanlarına konu olduğu varsayımı yanlış olmaz. En meşhur romanlarından Vadideki Zambak bu savı kanıtlayan en belirgin örnektir. Vadideki Zambak’taki Madam de Mortsauf (Henriette), Balzac’ın hayatındaki kadınlardan biri olan Madame Berny’le; benzer şekilde Lady Dudley Düşes d’Abrantes’le benzerlikler gösterir. Romanda, zambak alegorisiyle sembolize edilen ruh kadının, Madam de Mortsauf’un (Henriette) karşısında; ten kadınını ateşli mizacıyla gösteren Lady Dudley ve ikisinin arasında kalan Felix vardır. Ki Felix, romanın en başından itibaren Balzac’ın gençliğiyle paralel gider.

Denklikler bunlarla da sınırlı kalmıyor. Balzac’ın edebi zekasının hayranları olan sosyete kadınlarınca Balzac’ı reddeden nadir kadınlardan biri olarak anılan Marquise de Castries’in, yine bir romanda -Langeais Düşesi- sembolize edildiği söylenir. Belki de bu yüzden romanda Balzac, karakterine söyletiverir: "Ben onun kalbindeki Tanrı'yla baş edebilecek miyim?" Baş edememiş olacak ki karakterinin yazgısına kara bir çentik atıverir Balzac: "Baştan çıkarıcı kahkahalarıyla etrafındaki erkekleri kendine aşık eden, onların kalpleriyle oynamaktan büyük zevk alan Langeis Düşesi, kazınmış saçları, solgun yüzü ve gri elbisesiyle bir ruhtur artık." Bunlardan hareketle Richard Sennett’in Balzac için söylediği “kendi kendini tüketen tutku”nun gizil ve örtük bir şekilde bu kadın karakterlerde ortaya çıktığı düşünülebilir.

Henriette Çıkmazı
Eski bir parfüm gibidir bazı roman karakterleri… Tesiri yüksek bir kokunun yaptığı zalimlikleri yaparlar her hatırlandıklarında. Bir sandık, bir şişe, açılan bir kapak ve koku... Ve o kokuyu ilk kez aldığı zamanda insan. Ki koku, zamanlar arasında yolculuğun en kestirme ve büyülü olduğu yol değil midir? An’ı saklamanın diğer bir yoludur o. Üstelik an’ı ve anıyı bir fotoğraftan dahi iyi saklar. Fotoğraf yalnızca görüntüsünü verir an'ın. Oysa koku bir an’ı sonsuz’a saklar.

Balzac'ın iki kadın karakteri Louise (İki Gelinin Hatıraları) ve Henriette (Vadideki Zambak) tüm farklılıklarına rağmen bir noktada kesişirler. İkisi de intihar eder. Üstelik aynı gerekçe ile; diledikleri gibi sevilmemek ihtirasından. Henriette’nin ölüme gidişi kanser gibi ruhuna yayılan kıskançlık yüzündendir. Kanser gibi kıskançlık sessizdir, sezgindir, rakibini kıskanmaz. Kanser gibi kıskançlık Henriette'dir. Narsistik, kırılgan ve ölümcüldür. İki Gelinin Hatıralarında Louise Henriette’den farklı olan aşkın peşinden gidendir. Balzac bunu şöyle ifade eder: "Ne yapayım kardeşçiğim? Aşk bana gelmiyordu. Ben de Muhammed'in dağa gitmesi gibi aşk'a gittim."

Aklanmış Melmoth
Balzac'ın Türkçe'ye yeni kazandırılan öyküsü Aklanmış Melmoth, yeni bir yayınevi Üç Nokta Yayınlarından Onur Yıldız çevirisiyle çıktı. Öykünün yazılış öyküsü hayli enteresan; 1820'lerde Charles Maturin tarafından yazılan gotik bir roman olan Melmoth the Wanderer’dan çok etkilenir ve devamını yazmak ister Balzac. Aklanmış Melmoth İnsanlık Komedyası’nın Felsefi Çalışmalar kısmında yer alır. Balzac insan & şeytan üzerine ve kötülük problemine felsefi bir yorum sunar bu öyküsüyle.

Charles Maturin’in romanında ruhunu şeytana satan bir karakter olan John Melmoth; Balzac’ta para ve yükselme ihtirasıyla yanıp tutuşan bir veznedar olan Castanier’in karşısına çıkan Şeytan John Melmoth’tur. Balzac, Aklanmış Melmoth’da şeytan olarak görünen karakterini aklayarak; okuruna asıl şeytanın insanın kendisi olduğunu göstermeye çalışır.

Richard Sennett’in Balzac için söylediği kendi kendini tüketen tutkunun varlığı kadar doğru bir şey daha vardır belki de. Balzac fethetmek istiyordu, kendini tüketen tutkuları vardı. Fakat belki de tıpkı Melmoth gibi en sonunda aklanmak istiyordu. Tıpkı ak zambağı Henriette gibi, aklanmak istiyordu.

Bu yazı Sabitfikir Dergisinin 112. sayısında yayımlanmıştır.
http://www.sabitfikir.com/dosyalar/kendini-aklayan-tutku-ve-de-balzac