Nisan 25, 2013

Tanımlar XXIV / Uzak

demek çiçek gönderdiler sana. üzüldüm. odanda duruyor, öyle mi? dediğim gibi, odandaki dolap olsaydım, güpegündüz, birdenbire çıkıverirdim odandan. o çiçekler soluncaya değin dışarda durudum hiç değilse. hoşuma gitmedi. her şey o kadar uzak ki.


Franz Kafka / Milena'ya Mektuplar

Hased

Kirill de tıpkı Salieri gibi hasedin yiyip bitirdiği adamdır. Tanrı’nın adil olmadığına inanıp manastırı bile terkeder. Sadece manastırı mı, inancını da.

Kendisi o kadar çalışıp çabaladığı hâlde bir başkasının onun zorlukla yapabildiklerinin, hatta yapamadıklarının bile kolayca üstesinden gelmesine katlanamaz. Kendisi zor belâ adım adım yürürken, bir başkasının uçmasını hazmedemez.
Yaşamın kendisine bağışladıklarından razı olamaz. Gözünü mahrum olduklarına diker. Hased eder.
Rublev’e.
İhbar eder. Onu yok etmek ister.
Tanrı’nın adaletinden kuşkulanmanın adıdır hased.

Kifayetsiz Muhteris


Zavallı Salieri önce teori dedi. Önce akıl. Önce nazariye.
Önce çıkayım, sonra nasıl olsa inerim dedi.
Peki ya yaşam sevinci?
Görmedi. Yaşamadı. Hiç bilmedi yaşamın kendiliğinden düşünceye ve sanata kattığı/katabileceği sevincin ne olduğunu.
Ahengini Cebir’e vurdu. Müziği bir kadavra gibi kesip biçti.
Teoriyi avucunun içine alırsa yaşamı zihnin dizgelerinden üretebileceğini sandı.
Sanat, yani yaşam sözkonusu oldukta çaba kadar yeteneğin de sanatçıya o sıfatı bahşettiğini anlayamadı.
Anladığında ise istidada düşman oldu. Dehaya. Mozart’a.
Hasedi celbetmek için dehasından başka hiçbir suç vasfı olmayan Mozart’a.
 
Salieri çabanın, gayret ve azmin sembolü. Bir kifayetsiz muhteris.
İstidadından fazlasını taleb eden kibr-i mücessem. Elindekine razı olmayan.
Bu yüzden hased ateşinde yanan, kavrulan bir çiğliğin sembolü.

Nisan 24, 2013

Tanımlar XXI / Şişkolar

Bu dünyada, işlerini sıskalardan daha iyi görüyorlardı! Sıskalar, daha iyileri bulunmadığı için kullanılmaktadırlar ve kolayca yer değiştirilebilirler; bunların önemsiz, belirsiz bir varlıkları vardır. Buna karşın göbekliler, daima sabır ve sağlam makamlarda bulunurlar; postlarını bir yere serdiler mi hemen etkili ve geleceği parlak şahsiyet olurlar; bulundukları makam sarsılmaz ve sarsılsa bile onlar düşünmezler, gösterişi sevmezler; suratları sıskalarınki gibi özenli bir şekilde tıraşlı değildir ama keseleri daima tanrısal bir bereket ve bollukla doludur. (...) sonunda göbekliler, Tanrı'ya ve Çar'a hizmet ettikten sonra, büyük bir saygınlık kazandıkları resmi görevlerini bırakırlar, yer değiştirirler, emlak, arazi sahibi olurlar. Bunlar; o zaman, refah içinde yaşayan gayet konuksever, yüce gönüllü asilzadeleri namını alırlar.

Gogol / Ölü Canlar
(syf: 10-11)

*

yıllar evvel süpermarketten 3-4 liraya aldığım eşsiz çevirili(!) -yine de okuyorum, burun kıvırmıyorum- bu nadide eser şüphesiz ki "şişkolar" üzerine az bile söylemişti. madem şişkolardan girdik söze, o zaman biz de zarif, narin, ince, zayıf ve son olarak sıska kelimeleri üzerine bir iki cümle edelim. karakter tahlili ve ruhsal boyutuna girmeden ama.

zarif / narin / ince / zayıf / sıska (hoştan nahoş'a ilerleme kaydediyor)

zarif : ölümlü insan bedeninin en güzel hali. ince, uzun ve düzgün iskelete sahip beşerlerde görülür, seyr edilir. fazla söze gerek yok.

narin : başta "genç kız"lar olmak üzere genç yahut çocuksu insanlara yapılan yakıştırma. zarifin keskinliği ve ihtişamından uzak. gelincik çiçeği'ne söylenmiş gibi.

ince : zayıflık ve zariflik arasında kalmış, ne itici ne de çekicilik kazanmş bedenler için. zarif'e daha yakın.

zayıf : haline zariflik, narinlik ya da incelik vurmamış bedenler için. olması gereken hale henüz gelmemiş, eksik kalmışlar için. hoş olmayan incelik.

sıska : çirkin inceler. abartık(?) zayıflar.


-evet. biraz saçmaladım-

Nisan 20, 2013

Kuple XI

"her şey bir rüya olsa,
unutarak uyansam."

Tanju Okan / Öyle Sarhoş Olsam Ki

*

benim içkim; uyumaktı çünkü.
uyuyunca insan, unuturdu çünkü.
amaçsız ve niçinsiz bir yaşamı umursamamanın en pasif yoluydu çünkü.
uyuyunca insan kaçardı çünkü.
"kâbusa dalmak pahasına"


(tırnak içi: ismet özel : of not being a jew)

Nisan 18, 2013

Tanımlar XX / Kapı

bazen, karşılıklı iki kapısı olan bir odamız varmış gibi geliyor; ikimiz de kendi kapımızın kolunu tutuyoruz, birimiz gözünü kırpsa, diğerimiz kendi kapısının ardına kaçıveriyor ve ilki tek bir söz söylemeye kalksa, ikincisi kesinlikle çoktan kapıyı arkasından kilitlemiş ve gözden kaybolmuş oluyor. kapıyı tekrar açacak, çünkü bu belki de insanın terk edemediği bir oda. ilki ikincisine bu kadar benzemese, sakin olsa, ötekine bakmıyormuş gibi davransa, odayı sanki herhangi bir odaymış gibi yavaş yavaş düzene sokacak; ama bunun yerine, o da kapısının orada aynı şeyi yapıyor, hatta bazen ikisi de kapılarının arkasına saklanıyorlar ve güzelim oda bomboş kalıyor.


Franz Fafka / Milena'ya Mektuplar
(syf: 52-53)

Tanımlar XIX / Mektup

(Prag, Mart sonu, 1922)

"...mektuplardan nasıl nefret ettiğimi bilirsiniz. hayatımın bütün mutsuzluğu -bunu söylerken niyetim yakınmak değil, genel bir bilgi mahiyetinde saptama yapmak- mektuplardan ya da mektup yazma imkanından ileri gelmiştir diyebilirim. insanlar beni bugüne kadar hiç aldatmadılar ama mektuplar hep yaptı bunu; üstelik başkalarınınkiler değil, kendi yazdıklarım.

...mektup yazma imkanının basitliği -sırf teorik olarak bakarsak- ruhların korkunç sarsıntısını getirmek bu; üstelik sadece mektubun yazıldığı kişinin hayaletiyle değil, insanın kendi hayaletiyle de ilişki kurması.

...uzaktaki bir insanı düşünebilir ve yakındaki bir insanın elini tutabiliriz, geri kalan her şey insan gücünü aşar. ama mektup yazmak hayaletlerin önünde soyunmak demektir, ki onlar da aç kurtlar gibi bunu bekler zaten.

...Bayan Milena, yazmayı belki de en sevdiğim kişi sizsiniz."


Franz Kafka / Milena'ya Mektuplar
(syf: 293-294)

*

bazı kitaplar ne kötü.
kaç senedir aklımda olduğu halde okumadan vurulacağımı bildiğim halde okumadığım, ertelediğim bu kitabı okumak ne kötü.

Nisan 10, 2013

ZM / Ama(ç)


"Bir taş at
Bir taş daha at
Bir şiir ateşle"
Bugün 14.00’de vizem var. Ama vakit var hala okumaya, son gün notlarını. Saat neredeyse bir buçuk. Demek ki yaklaşık on saatim var. Ohh.

-Tembelliğe Övgü: 16. Yaşımdan beri ödev yapmıyorum. Sınavlara son gün çalışıyorum. Test çözmekten nefret ediyorum. Müzik dinlemeden ders çalışamıyorum. Çalışma masasında maksimum 40 dakika kalabiliyorum. Ertesi gün ki 2 vizemi “unutmuş” ve bunu tesadüfen öğrenmiş insanım.-
Allam allam biliyorum yine mızılayıp gideceğim, yapabildiğim tek şeyi yapacağım ama biraz farklı bu sefer. Sayfaları, yılları bu hisle doldursam da farklı bu sefer.
Depresyon, atalet, genetik şanssızlık bunlardan değilse eğer, ben de bir sorun var Allah’ım. Çünkü Camus’un sorduğu sorudan kurtulamıyorum şu an. Hakikaten değer mi yaşamaya. Bakınız, hakikaten depresyon, genetik şanssızlık, aşk acısı, taşra sendromu değil bu. Bu sorudan kurtulamıyorum. Yaşamın yaşanmaya değer olup olmadığını sorgulamak, intihar etme eğilimi velhasıl kelam depresyon belirtisi mi illa? Yaşamaya bayılmak mı normal olmak?
Düşünüyorum. Yemin ediyorum düşünüyorum. Ve bir neden bulamıyorum. Kazanacak bir şey yok. Bir yarış yok. Yenme isteyim yok ya da. Belki de var ama yarışa atılma atikliğim kalmadı artık. Tamam, kazanmayı zaten boş ver. Amaç? Niye bulamıyorum ki içimi delirten bir amaç? Niye fanatiklere dahi bahşettiğin o tutkudan vermiyorsun bana? Malcom X’in hırsından istiyorum, bilmem hangi sanatçının tutkusundan istiyorum. En deruni adamların hislerinden istiyorum.
Ama, ama. Benim kelimem bu; ama! Hırs, ukde ve hasetten başka duygu kaldı mı artık hissettiğim? Tazecik, yaban gülüm benim, âşık ol o zaman. Pıt pıt atıversin kalbin. Hava zaten hazır, güzel, mis gibi. Kokular vurur burnuna âşık etmek için. Çiçeklerin altlarında gezmiyor musun, kokularını ciğerlerine sürmek için. Ama olmuyor ki canım benim, iticisin sen. Dişi isen çiçek olman lazım. Çekmek için vardır çiçek. Hem ne diyor Feridun abi, "çiçekleer, çiçekler sevildikçe büyür"
“Kendine dışardan bak” diyor da psikolog abla, gözlerim içimde benim. Resimlerime bakar gibi mi bakayım yani? Kendime gözlerimle mi bakayım? Ama aynadaki ben ve resimlerdeki bende uyumsuzluk var. Birindeki, diğerinde tezatı oluyor. Peki, yüzüm hangisi. Aynadaki mi, resimdeki mi?
Kaçının kokulu günlüklerindeki cümlelerinden bunlar? Ah, aynı cümleleri mızıklayan kaçıncı ergenim ben? Sırf bu aynılık acısı için bile tepkisizliği seçmez mi insan?
Bakınız yine aklıma düştü. Kursta speaking seviyemizi ölçmek için sorulmuş o soru. “what is the meaning of life?” o zaman değil ama sonra keşf demiştim. Keşf dediydim.
Neredeki?
-bana 1 Ç lazım-
 
2013, nisan 10 / 02:31.

Nisan 09, 2013

Ağlamak'lı Şarkılar



Adında ağlamak geçen çok şarkı var. Ağlamak'lı da çok şarkı var. Yine Sezen Aksu'dan ve aynı isimle Badem'den Sen Ağlama, Guns n Roses'den Don't Cry var. The Man Who Cried'ın soundtrack'ı da var. Bana göre ağlamak olan şu; müzik var. Ama başlı başına "ağlamak" üzerine yazılmış sanırım tek şarkı bu.

İstediği kadar klişe olsun, en ucuz programların duygusal an'larına fon müzik olsun. Sözler ve tıpkı ağlamak olan beste çok güzel. Yorum farkı ama Göksel'in Ağlamak'ı daha güzel. Ama sakıncalı o klibi elbette ki buraya düşüremem.
 
*

Ağlamak'a Güzelleme;
 
"Ağlamak senin kara dünyanda
Hala sevdiğin ve hissettiğin
Tüm güzelliğin ve çirkinliğinle
Var olduğundur, var olduğundur

Ağlamak güzeldir
Süzülürken yaşlar gözünden, sakın utanma."

-içine acı kahkahaların karışmadığı ağlamalardansa ama-

Nisan 06, 2013

Kırık Kalp Sesi

 
Çocukken en güzel bulduğum aktris; Gülşen Bubikoğlu ve Tarık Akan'ın başrollerini paylaştığı "Ah Nerede" filminde duymuştum ilkin. Çok sevmiştim.
 
Nasıl ki bazı müziklerde beşeriyet namına tek bir şey yoktur, Pachelbel'in Canon'u gibi. İşte bazı müziklerin her zerresinde de beşeriyet vardır, bu müzikte olduğu gibi. O kadar romantik bir tınısı var ki. Tam bir bali-kesir; kırık kalp sızısı. Ama hüzünlü, ama ukdeli, ama mağrur.
 
Kulak verelim.

Nisan 05, 2013

Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi III

38. bu 4 isimleri koymak ya da hediye etmek.

Sophie(aynı zamanda "Sofi") : kız ismi. Sophie'nin Dünyası, Sonsuza dek Sophie, Howl'un Sophie'si ve de "Sofi" menbaali. akıllı ve zarif çağrışımlı.

Kudüs : unisex isim. ama kız ismi olarak daha güzel. çok güzel. kutsal, görkemli ve güzel. sanki bir kraliçe adı.

Doğu : erkek ismi. toprağı, sağlamlığı ve koca bir medeniyeti çağrıştırdığı için belki.

Işık(Işk) : bu da unisex bir isim. sade ama özel bir isim. aşk, sarmaşık kastlı.

Nisan 03, 2013

2013, Nisan 2

konser ne güzeldi. hani neredeyse bu zamanın iki ozanı, saz üstadı -sazı ve sesini pek sevemesem de- iki dostun -erkan oğur & ibrahim hakkı demircioğlu- bu toprağın deyişlerini, bestelerini, gün yüzüne çıkarttıkları ezgileri ne güzeldi. sahneye çıkarken dahi gündelik kıyafetler tercih eden halleri ne güzeldi. meğerse final'e saklanmış, o yüzden bir türlü çalınmak bilmemiş "zeynebim" türküsü ve arkalardan esere en gamlı sesiyle eşlik eden "unknown artist"in sesi ne güzeldi. ama oldu mu şimdi. hiç oldu mu. konserin hemen sonrası gidilen pastanede, hala sıska bacaklarda iğreti duran ama inatla, inadına giyilen -üçüncü sefer(!)- o melun ayakkabıların gecenin sonunda bana yaptığı hiç oldu mu. franbuazlı pasta yesin güzel güzel de, neredeyse upuzun bir çubuğa dönüşmüş, pür-i huzursuz ve rahatsız bedenin kalkarken lamba süsüne çarpması hiç oldu mu. "tak!" -zemine düşen kalın bir kitap kadar tok- "allam, allam, allam" iç sesi. ve espriye vurmaktan başka çıkar yol kalmadığını anlamış mağdur, mazlum ama mağrur halimin "acımadı ki, acımadı ki" edasındaki o bedbaht klişe "kafam sağlammış" beyanatı. üzerine bir kuple kızarmış surat ve kahkahayla örtbas edilmeye çalışılan sesli gülüşler. ve tam olarak bu durumlara niteleyici yaptığım necip bey'in meşhur "arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım" mısrasına cuk oturma, koca bir gülüşünü zap etmeye çalışan garson. ohh..

bugün de çizdirmişiz pırıltılı, pembe cadillac'ı desene hektor.