Mart 29, 2012

ZM / Kusursuzluk Arayışının Getirdiği Huzursuzluk Üzerine

***

Kusursuzluk vs. Huzursuzluk.

Biri berikinin hemen ardına düşen sonucu çünkü kusursuzluğun peşine düşen elinde sonunda huzursuzluğa düşüyor.

Bin bir türlü kusursuzluk şablonu var. Düşünüşte, hissedişte, arayışta, oturuşta, kalkışta, aynaya bakışta.  Sanki içimizde kendini bir türlü gerçekleştiremeyen yarım adamın eksiklikleri kadar. Kusur arttıkça bir şablon daha çıkıyor gün yüzüne. Çünkü her kusur belki de eksiklik, idealize ettiğimiz kusursuzluk yüzünden gözümüze batıyor.
*

Keşke,
 Razı olsak, mütmain olsak, sükûn bulsak.

*

Benim dili geçmiş zamanda kalan her hata ve kusuruma, kendimin, özümün ve eksikliklerimin yaması olarak, savunma mekanizmalarıyla nakşettiğim kusursuzluk tanımlarım, şablonlarım var.

Olmadı diyorum mesela, çünkü olan “olması gereken”den çok uzak. Bak işte bu eksik, yanlış diyorum. Her olması gereken deyişimde, olmazlara, olmamışlıklara gideceğimi bal gibi de bildiğim halde.

*

Kusursuzluk arayışının bedendeki izdüşümü var bir de.

Galiba Mahrem’de geçiyordu;
“hiçbir zaman bedeninde rahat edememişti.”  

Huzursuzluğu, kan gibi damarlarında hisseden, yüzünün her zerresinde dalgaları olan gerilimin, endişenin ve egosunun bir kısmına da dediği “Angst”ın içinde yaşayan birinin, içinde kolayca kendini bulacağı bir cümle.

*

Çirkin bir suret göstermez çoğu zaman karşıdaki ayna. Standartların altında da değildir hiçbir uzvunuz.  Ama yine de yürüyüşünüz, gülüşünüz ele verir içteki izdihami.

İmdat diye yardım ister, kan hücumuna uğramış yüzünüz. Simsiyah olur, bazı günler aynada seyrettiğiniz gözleriniz. “Şimdi şurda yok olsam!” la yankı bulur içteki sözleriniz.

*

Her zevkin bedeli, her günahın ıstırabı var. Bize hiçbir zaman ait olamayacak olanın peşine düşmenin de, nefse zulmü var.

*

O halde yine başa dönelim.

Her kusursuzluk arzusu, aynı zevk gibi, kişiye verdiği anlık hazdan sonra, yerini etkisi kolay kolay geçmeyecek huzursuzluğa bırakıyor.

Mutlulukların geçici, acıların sonsuz olması gibi.
(Honore de Balzac)

***

2012, mart 29

Mart 24, 2012

ZM / Mask


***
En ciddi cümleleri dizerken peşpeşe, kendini aptal hissedebilir mi insan? Ben hissediyorum. Öyle ayrıklaşmış ki içle dışım ya da öyle yapay geliyor ki artık dışım, her türlü absürtlüğü tatbik etmekle geçiyor münasebetlerim.

Ah.

Tüm dünyaya v for vendetta maskesi gülüşüyle bakasım geliyor bazen. Sinsi ve güçlü, inceden çene kenarlarında belirmiş istihza dolu sırıtışlardan değil ama dediğim.  Çarpık, ağzı güler, gözleri pür-i endişe pozisyondaki deli gülüşü gibi belki.

Tüm yapar gibi, -mış gibi durumları idare edecek, o tutarlılığı daim ettirecek sabitlikte değil içim. Gülesim var. Kahkaha atasım.  Düşmüş suratla bakasım var.  Ya da mat gözlerle sabit noktaya dalasım.
*

Sözlüklere, bloglara bakıyorum bir iki senedir. Baktığım sadece ‘diğerlerinin’ içi. Bu da insan, bu da yaratılmış, bu da id sahibi. Beyhude zaman israfı belki. Çünkü bugün bunu giymiş. Bugün okulda surat asmış. Bugün bir şarkıda şunu hissetmiş.

Ne çok benciliz.
Ne yarım, ne yamalağız.

Ama yakınmayacağım tutup da gerçeğimizden. Bencilliğimizden. Her üst güdüye yaptığımız sonsuz empati, bizi her şeyi yapamadan algılayan, kısmen de olsa her türlü durumun içine girebilen, yarım-adamlar yaptı. Bu yüzden şimdi her şeyi yapabileceğimize inanıyoruz.

Dekor lazım sadece. İstediğimiz kılık için, dekor lazım sadece. Sanki yokuz. Üzerimizde, dekorumuzda ne varsa o’yuz biz. O kadarız biz.

*
İnsanların nerdeyse kibir, haset, hırstan hislendiği, hisselendiği bir dünyada, sadece ruhumla var olmak istiyorum ben. Kimseyi yenmek, ezmek,  geçmek derdini taşımadan. 'Hayret ile alemi seyrederek'. Ama beni de zaman doğurduğundan olsa gerek, kılığıma, kılıfıma kanabiliyorum bazen.

Keşke pür-i ruhtan olsak.

*
Bugün gözlerinde umursamazlık kılıfı altında diğerlerini yenme arzusundan gelen haset gördüğüm kız ve şimdi içime sadece pis bir boşluk veren yaşadığım absürtlük beni bu cümleleri düzmeye zorladı.

*
Faydalı bir şeye dönüşebildiği oranda her çöp katlanılabilirdir.

***
2012, mart 24

Mart 23, 2012

An I

Belki bir saniyedir. Belki beş saniye sürer. Belki hiç geçmiyormuş gibi geldiğinden "süre" hesabıyla beş dakikayı da bulandır.

Kısaca hesaplanamazdır. Hesaplanmanın akla dahi gelmediği zam'andaki donmuş resimlerdir. Bu yüzden mi fotograf an'ı saklar? Bu yüzden mi ölüm an'ıdır, aşık olma anıdır, rezil olma an'ıdır.

Mesela mı?

*

Mesela; Ateş gibi bir nehrin kıyıya vuran aksindeki an'lık parıltı anı.

…İşte o an ayaklarıma bir haller oldu. Bir adım arkasındaydım, anlık gelen her şeyi boş, manasız bulan bir cesaretle ve sonun, sonucun asla mutluluk getirmeyeceğinin içe verdiği yerini çoktan bulmuş bir melankoliyle, adımlarını takip edecek kadar bıraktım kendimi. İçimi tutuyordum sözde ama öyle boş, saçma gelmişti ki her şey, bu hareket ne anlama gelecek, nasıl yorumlanacak kısmını silip atmıştım o an. Konuşmamıştı o da ve hissetmişti muhakkak, peşi sıra peşindekini.
Kısa sürmüştü, ama takip edişimi engellememiş, bozmamıştı ya, parıltılı bir hüznüm olmuştu artık. Hüzündü ama parıldamıştı bir an için. belki sezişti, anlayıştı, anlamına varıştı, belki şefkat, belki de başka bir şeydi -ki aşk değildi ve olmamıştı hiçbir zaman- ama bozmamıştı o an’ı.

Mart 20, 2012

ZM / Beyaz

***

dinler, bilim, bizi siyah ya da beyazlaştırıyor doğru.

ama hayatın beyaz ya da siyah olmasının yanlış "olamayacağı" da doğru.

hayatın simsiyah, bembeyaz, alacalı ya da gri, olabilirliği de doğru,

ama en doğrusu, tüm doğrular, gerçekler içinde bir 'hakikat' olduğu galiba.

*

volume I,
ya siyah var, ya beyaz!

volume II,
hem siyah var, hem beyaz..

volume III,
"ne siyah var, ne beyaz"

*

renkler var bir de.

nefsin, karanlığın, özgürlüğün, aşkın, iyiliğin, cesaretin, kıskançlığın ...

bizi tek renge bürümeye çalışan izmler, yollar, insanlar da var bir de.

en fazla iki üç renkli olabilecek dünyasından sıkılıp, darlanıp yeni renkler peşinde koşan insanlar var bir de.

onların ya bir gök kuşağına, ya karışık bir cümbüşe dönüşme ihtimali var bir de.

beyazın, tekliği altında, tüm renkleri doğurması var bir de. (volume IV)

ve beyazın, hakikatın, tekliğin şehaserliği var 1 de.

***

2012, mart

(Verbumnonfacta'ya teşekkür dileklerimle)

Tanımlar VI

Mutlu olmasını
istemekmiş
birinin.

2012, mart

Mart 15, 2012

ZM / Shape Of My Heart



***

Mantıkta, öne sürülen bir ifadenin, değeri ya doğru ya da yanlış olmak zorunda olan içeriğine önerme denir.

*

Müttaki bir mümin, pozitivist bir ateist önerme sahibidir. Bir tek cümlesi, bir tek önermesi vardır. Ya doğru, ya yanlış.
Allah vardır. Düzen vardır.
Allah yoktur. Düzen kendiliğindendir.
Safi sezgi ya da kuru akıl.
Önerme sahibi rahat, şüphecilikten uzaktır. Çünkü ya-ya’cıdır.

*

Denklem, iki niceliğin eşitliğini gösteren bağıntıdır. Araya (=) işareti konularak ifade edilir. Denklemlerde eşitlik değişkenlerin belirli değerleri için sağlanır.

*

Şüpheleri de olsa bir inanç sahibi olan, inanmış olan, kabullenmiş olan önerme değil, denklem sahibidir.
Hayata karşı, varoluşuna binaen, şüphelerine rağmen denklem sahibidir.
Verebileceği değerlerin kısıtlı olması, onu sonsuza değil, bir köşeli paranteze sığacak sonuçlara götürse de, bir önerme sahibinden her zaman başkadır.
Bir bilinmeyen, az karmaşa, az şüphe, korkak sorgulama ama önerme sahibinden fazla idrak sahibi olma.

*

x + y)² =x² + 2·x·y + y² özdeşlik x² - 3·x + 2 = 0 ise bir denklemdir. x² - 3·x + 2 = 0 denklemi sadece x = 1 ve x = 2 sayıları için doğrudur, diğer değerler için yanlıştır. Özdeşlikte ise her x ve y değeri için eşitlik doğrudur.

Onun, verdiği “her” değere karşı, sonuçta “eşitliğin” sağlanacağına ilişkin bir özdeşliği vardır.


***

Ben akademik anlamda, sosyal anlamda zeki sayılabilecek biri değilim. Hayatım başarılarla, övgülerle geçmeyecek. Bir vasat olacağım en fazla.

Ben keşfi boyutta da algıları açık sayılabilecek biri değilim. İmrendiğim kitapların yazarlarının ilhamlarına yakın da olmayacağım hiçbir zaman.

Ama ben, ama ben, tüm vasatlığıma, tüm sıradanlığıma rağmen nefsi hırsın, hazımsızların getirisi olan yanıp sönmeli, bal yapamayan arı kovanı başımla farkındalık kazanacağım boş duracağıma.

*

Zeki değilim çok, belki de hiç, ama önerme sahibi olmadığımı bulacak, anlayacak kadar şuur sahibiyim.

Sezgi, pür-i iman sahibi değilim belki, ama bir bilinmeyenli denklemi kuru, çorak bulacak kadar nefsi farkındalık sahibiyim. Köşeli paranteze sığacak değerlerle yetinmeyecek kadar büyük bir id sahibiyim.

Ve, hayatın iyi, kötü tüm değerlerini özdeşliğime korkmadan vermeyi “deneyecek” kadar idrak sahibiyim.

*

Ben senin öz’üne, özdeşliğine, hala formulüze edemediğim özdeşliğime inanıyorum ve inanmayı da sürdürerek değerler vermeyi deniyorum Allah’ım.

Korkmuyorum siyahtan. atıyorum özdeşliğime siyahı içimdeki şüpheyi teskin etmek için arada.

Çünkü her siyahı, seni denemek için değil, şüphemi iyice küçültmek için, içimi “sağlamak” için atıyorum.

Ben senin eşittir’ine, eşitliğine güveniyorum.

Tek sorun siyahların artması arada.

***


2012, Mart 15

Mart 13, 2012

çünkü devrimbaz aptal, cahil cüheladan daha aptaldır.

anadoludaki ağır ceza reislerinden biri anlattı; mahkemelerde, sanık bir köylü imiş, savcı da bir kadın. iddianame okunmuş. mahkeme reisi, köylüye dönerek sormuş;

-bak, savcı hanım senin için şu, şu, şu suçları işledi, diyor.
iyice dinledin mi?
ne dersin?

köylü şu cevabı vermiş;
-söyler o, kadındır, sen onun sözüne bakma hakim efendi!

bu masum cevabın tadına varamayan savcı bayan öfkelenmiş, yumruklarını havada sallayarak şöyle bir devrim nutku çekmiş;

-sanığın bu sözleri hem makamımıza, hem şahsımıza, hem de kadınla erkek arasındaki farkları kaldıran büyük devrimimize hakarettir. sanık, memleketin tanzimattan beri her biri büyük bir tarih merhalesi halinde yaptığı ileri hamlelerin, cumhuriyet devrinde bizleri nasıl bir medeniyet zirvesine ulaştırdığını, kadının erkek yanında en yüksek vazifeleri nasıl başardığını inkar etmek suretiyle, irtica zihniyetinin hortlamasına sebep olanların arasında yer alıyor.

köylü hiçbir kelimesini anlamadığı bu nutku, şaşkın ve ağzı açık dinlerken, mahkeme reisi, dinleyiciler arasında birbirleriyle konuşanlara bağırıyor:

-öyle yüksek sesle ne konuşuyorsunuz? ne gürültü ediyorsunuz? mahkeme salonunu kadınlar hamamına çevirdiniz!

*

...bizim devrim bülbüllerinin çoğu bu savcı hanımdan farksızdırlar. münasebetli münasebetsiz inkılaptan bahsederken, hitap ettikleri halkın idraki üzerinde, yazdıklarının ve söylediklerinin bir muşamba üzerinde su damlaları gibi kayıp gittiğini bilmezler. büyük bir avrupa filozofu, sanki onları uyandırmak istiyor:

-gerçek inkılaplar sessiz olur.

değil mi? fazla gürültü mahkeme reisini haklı çıkarır ve memleketi kadınlar hamamına çevirir.

*

Peyami Safa / Din İnkılap İrtica, "Devrim Bülbülleri"
Milliyet / Ekim 3, 1954

Mart 07, 2012

Peyami Safa / Matmazel Noraliya'nın Koltuğu'ndan

*
artık, hiç bir şey arzu etmiyorum ki keder duyayım.
öyledir de derunumdaki binihaye hüzün nedir? neden yolların, pembe güllerin üzerine, güneşin üzerine siyah bir tül gerilmiştir?
ben arzu etmemekten başka ne arzu ederim?


*
işittiklerim ve içeride de okuduklarıma ve felaketlerime sebep olan şuur ve hadisatın kaffesi bende insanlara karşı nefret ve merhamet uyandırmaktadır.


*
ey deniz, sen derunuma ruhumun akseylediği bir ayinesin. sende kendimi temaşa eylerim. suların göz yaşlarından mıdır? neden bu mertebe cana yakınsın?


*
iki oda arasındaki karanlık koridorda, ayaklarımın ucuna basarak hergün saatlerce yürür, yürürüm. sonu yoktur.


*
deli gibi eğlenmektense, akıllı gibi bu alemi temaşa eylemek insanın şanından değil midir?


*
ve zamanı unutmak için, artık oturduğum katta saat dahi bulundurmayacağım.


*
oh, oh, oh! şadol mahzun gönül şadol!
cevap geldi oh, oh, oh! şadol, mahzun gönül şadol cevap geldi.
içime doğdu. koltuğumda otururken içime doğdu. oh, oh, oh. şadol mahzun gönül, şadol ki öğrendim, karanlık duvarın ne olduğunu öğrendim.
içime doğdu. karanlık duvar benliğimdir. onu yıkmalıyım ki nura kavuşayım. Allah'a varayım. içime doğdu, edebiyete de öyle varılır.


*
ne arzu eyledimse aksi oldu.
bunda bir hikmet vardır ve bundaki hikmet bendeki arzuyu öldürmek değilse nedir?


***
Peyami Safa / Din İnkılap İrtica
Matmazel Noraliya'nın Koltuğundan Mistik Bir Parça
***

.: campbell scott :.





Dying Young, 1991 / Campbell Scott

Mart 01, 2012

ZM / Zaman Zaman Deli Dalgalarla Gelen Hüzün

"Onlar lezzet ve zevk aldılar, ben ise gam ve keder."
Ali Şeriati

*

Payına zevk yerine gam düşenlerdenim ben de. Dünyaya tamah etsin ya da etmesin, kimine gam düşer, kimine zevk.

Zayıflıyorum bugünlerde. Beşeri güce uzak olmak da bir çeşit zayıflamaya sebebiyet verir. Dediğim o zayıflamak işte. Gerçi öteki anlamına da uzak değilim.
İşte bu zayıflık dar’a düşürünce içimi, çoğu ruhu zayıflayanın yaptığı gibi yürüyüşe çıktım. Ama Wertherimsi atmosferden uzaktı yürüyüşüm. Keşf yürüyüşü değildi, doğayı seyr yürüyüşü değildi.

Gam, dar, gam-dar yürüyüşüydü. 

Gam dediysem, keder dediysem somut bir dert anlaşılmasın. Gamım nedensiz benim. Aç olsaydım, yemek için dualanırdım. Aşık olsam, bir varlık için düşlenirdim. Hasta olsam, doktor diye söylenirdim. Gamım bile, nedensiz benim.

Sanki,
Kayıp etmişim, kayb etmişim, gayb etmişim.

Birinin, bir şeyin eksikliğini çeken aranır. Eksik bir şey var demek ki. Ama ne ki? Bak işte zihnime çağrışım bile yapmıyor soru. Sadece aradığımdan çıkarıyorum, bir şey eksikliği çektiğimi.

*
deniz köpürürken
Konu dağılmasın, yürüyüş diyordum.
Akşama doğruydu hava. Doğru havaydı, akşam. Hararet atıcı bir yürüyüşten sonra, kendimi bir sahilin kenarına bıraktım. Havanın soğuk olması, yerin gezilmeye müsait bir ortam olmaması, sahilin “işte bak, aradığın yer burası” bulmuşluğu verdi içime. 
Deniz köpüklendi. Hararetlendi. İçimdeki nedensiz gamı salıvermek için, denizin gözlerimi yaşartmaya destek olacağını düşündüm. Olmadı. Olmuyor bir türlü. Ağlayamıyorum. Acı çekiyorum. Bir sıkıntı, bir boşluk var. Ama olmuyor, yaşarmıyor gözlerim.


Demek ağlamanın da, yağmur gibi belki, bir yoğunlaşma sürecine ihtiyacı var, sonucuna varıyorum. Belki de istediğim rahmettir. Belki de, Toprakları çatlatan, tomurcukları patlatan rahmettendir istediğim.

*
Dalgalar yükseldi baya. Denizin üzerinde kuşlar belirdi bir ara. Aklıma şeytanların denizde yaşadıkları geldi. Annabel Lee şiiri geldi. Karşıdaki evlerden bir görenim olur mu diye düşünürken insanları tek başına denize, saatlerce denize, baktıran şeyleri düşündüm. Gam, aşk, çaresizlik, belki intihar..

*
Peki ben?
Dedim ya, gamım bile nedensiz denim.

*
Köpek sesleri duydum biraz sonra. İçime korku düştü.
Yürüyüş sona erdi.