Mayıs 25, 2014

ZM / 1 Gün

Göz açmak. Göze görüntü olarak düşen dekoru anlamlandırmaya çalışmak. Kim olduğunu bulmak.

Sanki bir sonraki yıldan kesitler görüyorum rüyaları’yla uğraşmak.

Aynaya bakmak.

Zorla kahvaltı yapmak.

Konuşmak. Bir adamla konuşmak. Her gün ve sıkça konuşmak.

Giyinmek, ütü, aynalar. Üvey gibi, düşman gibi sevilmeyen saçlar. Hiç sevilmeyen. Çirkin saçlar. Aynada yüze bakmak. Fondöteni yanakların kızarıklığı gözükmesin diye kullanmak. Sadece gözleri vurgulamak. Maskara ve göz kalemi. Ruj sevmemek, kullanmamak. Ojeler gibi sevmemek. Aynalar. Hep aynalar.

Kapıları kilitlemek. Evi terk etmek.

Otobüs beklemek. Yan koltuğu bir kez daha yaşlı ve dişlerinden sesler gelen bir amcayla paylaşmak.

İnmek. Yine ve hep Suriyeliler görmek. Kirden kararmış, ufak bir bebek ayağı görmek. O kadar kirli ve o kadar masum bir kızbebek ayağı görmek. Pembe cüzdanı sözde şefkatle açmak. Paradan ve verme hissinden utanmak. Demir paraları kirli bebek ayağına yakın bir yere koymak. Bebeğin yüzüne gülümsemek. Kendini sahtekâr ve budala bulmak. İyilik(!) ve pembe cüzdan.

Derse gitmek. -“Selam naber, ales nasıldı?” -“Kötüydü ya. 75. Sen?”

Mescit. Göz açıp kapanıncaya kadar süren sözde ibadet. Durmak yok, yola devam, kâfir inatla yapılan, sakar ibadet.  

Kantin. Oyalanmak.

Çıkmak, çıkmak. Özgürlüğe çıkmak. Yıldırım hızıyla, sert adımlarla, yüzde kibirle çıkmak. Bir lahza yaşanılan anı sevmek.. Rüzgârın yüzden yana esmesi.. Vücudun ahenk içinde olması, güzel ve güçlü yürümek.. Hafif gülümsemek.. Siyah ve derviş bakmak..

Yolun gelişi yürümek. Yolun gelişi bir mağazaya girmek. Uzun boylu çocuğun arkadan gelmesi. İlgilenmesi. Orda bulunması umulmayan bir elbise uydurmak. “Evet, beyaz keten gömlek vardı” duymak. Gülesi gelmek, durumu kotarmak, çıkıp yollara karışmak.

Yk’ye girmek. Kitaplar, kitaplar. Kez kez girilen, hiç alınmayan.

Yemek.. Sevmemek. Tavukdürümdöner. Ucuz ama tok tutsun diye. Caddeyi gören balkonlu masaya oturmak. Karşıdan karşıya geçenlere bakmak. Kuyunun dibine bakar gibi bakmak. Bakar gibi düşmek.. 1 adam görmek. Hayır, adam değil. Bir oğlan. Kara bir oğlan ve kesinlikle buralara ait değil. Belki de Ortadoğulu. Mısırlı. Ama zayıf. Yüzü güzel mi bilmiyorum ama 45 saniye kesintisiz bakmak. Öyle çok bakmak ki, siyah ve namlu gözleriyle karşılaşmak. O kadar siyah ki korkmak. O yerde, ben tepede balkonlu masadayken. Hayır, aptal bir "karşılaşma romantizmi" değil.

İçinde muhafazakâr bir öykücünün söyleşisi olan o kafeye denk gelmek. Girmek. Soru sormak. Kitaplar, kitaplar, ne de güzel kitaplar. "Portakal bahçeleri.." Muhafazakâr kalmadığıma şükretmek..

Yollar.. Uzun ağaçlar. Uzun ağaçlar. Baş yukarda. Ve şimdi gökyüzüyle sevişen, arasından güneş sızan yapraklar.

Yürümek, yürümek. Karşıda bir mikrofon. Kahretsin kamera da. Çocuk beni durdurdu. “Katılır mısınız?” İkna ve 30 saniyede 5 cümle hızıyla konuşmak. Yüzde katmerli sırıtık, tekrar rüzgâra karışmak..

Ders. “Ne güzel okuyorsun, spiker gibi.” Oysa okurken sadece gerilmiş olmak.

Otobüs. Aynı güzergâh ama yine ve bir şey ararmışçasına bakılan yol. İnsanlar otobüste neden hüzünlü. Gidiyorlar ama varamıyorlar diye mi. İstedikleri yere. İstedikleri yere.

Varmadan gelmiş olmak. İnmek. Market. “1 kilo kiraz.”

Kapıları açmak.

*

Sonrası?
Sonrası kaç kez daha süreceği bilinemeyen ani ve kısa ölümlere yakalanmak.

Uykulara..

Mayıs 23, 2014

ZM / Kalbimin İçi Evim Olsa

Goya / San Isadore Çayırında Festival, 1788
Varlığı mutlu edemeyen ve hiçbir zaman edemeyecek olan ama yokluğu mutsuz eden o kahrolası şey yüzünden.
O şey ki, içinden bir sürü izm çıkartan.
O şey ki adı bile niteliksiz, çirkin: Para. Kapital. Maddiyat. Beşeriyet. Malayani.

Kendimi niteliksiz hissettiğimde yazmalıyım. Yazmak benim en güzel savunma mekanizmam. Kavgada, münakaşada yenilebilirim. Bir çift göz karşısında güçsüz düşebilirim. Biricik gururum bile alaşağı edilebilir. Ama yazarsam, yenilmem. İyi yazdığımdan falan değil. Yazmak, hayata varoluşumun savunması. Ve harfler, skolastik dönemden kalma zırhlarım.
Ölsem, yenilmem. Ölsem de yenilmem.

Bu budala gururdan cilalı girizgâh, aynada düşmüş yüz, karanlık gözler ve yalnızlığını ‘tekim ben’ telkinleriyle susturan solgun yüzün aynadaki aksi sadece. Mızmızlanabilir ama ağlayamaz.
İçim çok fazla kızcoçuk.
Oysa ben kadın olmaya karar vermiştim.

*

Şehrin elitlikten en uzak semtinde yaşıyorum. Karşı mahallenin hakir gördüğü, şefkatle baktığı semtinde yaşıyorum. Mart’ın ortasından beri, ev arkadaşlarıyla çekilmez olan, çözümü tek yaşayacağım da bulunan, 2 günde araştırılıp, taşınılan bu semtinde yaşıyorum. Dosto’nun, Gogol’un seveceği tek artısı şehrin en güzel yerlerine yakın olan bu semtinde yaşıyorum. Görüş açımda “kırıkkalp konduları –gecekondu değil- en az evleri kadar içleri de izdiham olan, hiç tanışmayacağım uzak komşularımla yaşıyorum. Duvarımda Picasso, koltuğumda 3 ayda bir düzineyi bulmuş sahaf kitapları, kurumuş çiçeklerim, çikolatalarım, boyumu çoktan geçmiş test kitaplarıyla an kara bir yerin hüzünlü bir semtinde yaşıyorum.

Dairem, semtin yarısını doldurmuş yeni yapılardan kırıkkalp kondularına tepeden bakan bir apartmanda. 1.kat. 1+1 ve doğalgazlı. Mutfak dolaplarım yeni ve temiz parkelerim de var. Minicik bir kirası ve faturaları olan bu evi hangi niteliksiz öğrenci istemez.

*

Hareket sadece oyalıyor. Taşınmak da öyle. Son 2 seneme 5 ev girmiş. Son bir senenin geçirilmiş ev’releri ise evlerden daha fazla.
Ne kadar kalacağımı ve zamanın beni asla kestiremediğim hangi semtine götüreceğini bilmeden ve asla tahmin edemeden yaşıyorum.
Ev mevhumunun artık bedene de sığmadığı, kalbinin götürdüğü yerle de alakalı olmadığını, gerçekten ait olduğum yerin neresi olduğunu bilmeden yaşıyorum.

Belki de yıllar önce yazılmış o iki satırdan ilkinin sırası geldi şimdi.

“Kalbimin içi evim olsa..”

Mayıs 14, 2014

ZM / Ameliyatımı İcra Ettim

Goya, Herkesin İyiliğine Karşı
Bu aralar aklıma birkaç kez gelmiş bir adamdı. Ve epigraf rastgele modundan o şiir: Enis Batur / Yanlış Mesel: Beşir Fuad'a ithaflı.

Belki liseden bile önce okunan bir kitaptaydı Beşir Fuad. Kitabın ismi de "Meşhurların Son An’ları"ydı. Muhafazakâr bakışlı bir derlemeydi. Ama çocukluktan yeni çıkmış küçük bir bünyede tesiri fazla olmuştu. Özellikle kayıtsız, hissiz o ölüm anı donukluğunun. Yazarın kanıyla yazdığı kırmızı satırlarının. “Ameliyatımı icra ettim” donukluğunun.

Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecri Ati. Osmanlının bu zamanlarını hep sevdim, ama tarihi ve siyasi yansımalarıyla değil. Sadece edebiyata sinmiş ruhunu. Beşir Fuad’ın da imansızlığını değil, Tanpınar övgüsüyle “ölüm mistiği” oluşunu sevdim.

Bir adam; hissiz, akılcı ve natüralist. Ve tıpkı bir deney olan ölümü miras biz korkak intihar meraklılarına. Bir adam; damarlarından sızanı mürekkep yapıp, “insanlığa bir faydam dokunsun” diyerek işte bu ölmek üzere an’ını bırakıyor. Biz ölüm mistiklerine. Biz ölümde yaşamak’ın cevabını arayanlara.

"Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı."

1887, şubat 5. 

*

Bu satırların ilk kısmı rastgele modundan çıkan şiirin hemen ardından yazıldı. Ve otobüsle gitmenin en güzel tarafı etraf seyir edilerek.

Akşama bulutların ölmesi, güneşin çekinip çekilmesi ve rüzgârın uğultusu kalmışken.

Ve bir keşf;
Rüzgârda ölümün uğultusu var.

Ve sesi, eski ruhların.

Mayıs 07, 2014

.: eski mutluluklar anımsamak hüznü :.

Zahid, Azmi ve Ketumi.
















Ben her bahar niçin böyle olurum?
Çünkü her bahar eski'yi anımsarım.
Günler bir bir arttıkça eskiyen, eskimeye mahkum olan her yeni bir günü..

2007, şubattı.
16-17. yaşlarımızı sürüyorduk. Öss hazırlık süreci için yapılan dershane indirim sınavları olmalıydı. -Hatırlıyorum benim ki kötü, onlarınki derece yapacak kadar iyi geçmişti.- Sınavdan çıkmıştık, çıkmıştık ve iyi ki o zamanlar hep yanımda taşıdığım fotograf makinem varmış. İyi ki karşıda K varmış. İyi ki yağmurlar boşanmış. İyi ki yağmurlar boşanmış da salıncağın altında küçük bir göl tutmuş.
Ve iyi ki o anda, saklı bu an var olmuş.

*

2014, mayıs şimdi.
Ve bu resmi asla geri gelmeyecek bir yolcuyu uğurlar gibi, arkasından seyrediyorum şimdi. Biliyorum, yolcu beni görmüyor ve gittikçe küçülen silüetini gözümdeki ıslak parıltıyla uğurluyorum.

Başlı başına hüzün mü, acı mı yoksa geçmişteki bir mutluluğu anımsamak mı daha elem verir deseler, bir an bile duraksamadan "geçmişteki bir mutluluğu anımsamak" derim.
Üstelik akla, o saklı an'da görünmeyen ama hatra düşen eski ve güzel hisler de düşüyorsa..

Mayıs 05, 2014

Mutlak

"Şehrin en güzel kızları, bana görünmek için yollara çıkmayı adet haline getirmişlerdi. Fakat ben, kolumda gezdirdiğim şahinim kadar gururlu olduğum için onlara tepeden bakıyor, bu zavallıları görmemezlikten geliyordum. Atımı oynatarak geçiyordum yanlarından. Fakat kalbime acayip bir ateşin düştüğünü hissediyordum. Bu ateşin sebebini bilmediğim halde beni yakıp kül etmesi çok tuhaftı. Sonunda büyük bir hüzne kapılmaktan ve derin düşüncelere dalmaktan kendimi alamadım. Elime sazımı alıp hem söylüyor, hem ağlıyordum. Zamanla ağlayıp inlemeler alışkanlık haline gelmiş, benzim sararıp solmuş, dünya ile alakam kesilmişti. (...)

Sonunda, uzaktaki köylerden birinde oturan, kehanet ve ilmiyle meşhur bir adamı bulup getirdiler.

-Efendi! oğlunuz seviyor. Aşk hastalığına yakalanmış, dedi.
-Muhterem efendi! Kimi seviyor?
-Hiç kimseyi... Aşkın en öldürücü olan şekli budur."

*

Filibeli Ahmed Efendi / Amak-ı Hayal
Leyla'lı Mecnun; (syf: 119-120)