Kasım 17, 2020

Haşyetin İhtişamı


Karl Jenkins / Op. 34, No. 14 
The Adiemus Singers · London Philharmonic Orchestra Chorus

Bazı müziklerden korkuyorum... Tekinsiz gecelerin, yabani doğanın, vahşi hayvanların en ilkel tarafına benziyorlar. Öyle sahici, öyle korkunç, öyle muhteşemler.

Rachmaninov'un Vocalise'i... Öyle tuhaf bir şey var ki bu müzikte.

Kasım 06, 2020

Güzellik Korkusu


Bazı kelimeler ruhunu rüyâlardan alıyor. Çok güzel rüyâlar cennet kelimesini sahici kılıyor. Güzellik ruhunu nereden alıyor peki? Platon, asırlar öncesinden "Ti esti to kalon?" diye sorarak güzelin aslını keşfe çıkmış; onun peşinden iz süren Plotinus da en güzel güzellik tanımlarından birine varmış. Plotinus, güzelliği "ilahî aklın eşya âlemindeki ışıltısı" olarak tanımlamış. 

Oysa güzeller adedince yahut gözler sayısınca güzellik tanımı yok mudur? Filozoflar, sanatçılar, yazarlar, şairler hepsi kendi üslubunca tanımlamamış mıdır güzeli?  Mesela Özdemir Asaf, bâtında olan güzelliği öylesine keşfetmiş ki Gayret Makamına düşüvermiş içi: Sende gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor” Zahirî Güzellik güneş gibidir, ondan herkes ram alır. Bâtınî Güzellik ise keşf ister, keşf gözü olmayan onun güzelliğini göremez. Ruh ve bakış derinleştikçe, güzellik fiziki güzellikten meta-fizik güzelliğe terfi ediyor bu yüzden.

Göz Görgüsü

İnsanları tanımlama şekli tanımlanan kişiyi değil; tanımlayan kişiyi tanımlıyor çoğu zaman. Çirkin bakışta ısrar, kötülükten başka seyir sunmuyor göze. Biçilen pahayı sonsuz sayıdaki deneyimin ehlileştirdiği, seçmeyi bilen o göz belirlemez mi? Göz görgüsü, değerlinin değerini bilen o gözün nazarındadır işte. Elmas gibidir bazı insanlar. O kadar nadirlerdir ki yok sanılırlar. Oysa gerçek bir kenz gibi müşterilerini değil, layığını beklerler. Sahip olunamayacak kadar pahalı değil; paha biçilemeyecek kadar eşsizdirler. Ve yalnız denkleri ile değerlenirler. Benzer bir güzergâhta Kemal Sayar kendi güzellik tarifini şöyle veriyor: “Bize insandaki cevheri ortaya çıkaracak kuyumcu ustaları lazım, gördüğü her pırıltıyı küçümseyip yok eden habis kişiler değil. Başkasındaki güzelliği fark edebilen her ruh, dünyayı da güzelleştirir.”

Habîs, hasîstir. Küçücüktür varlığının bahçesi, sığmaz oraya Güzel. Güzelliği çoğaltmayı bilmez. İstifçidir, kara akçelerle satın alır güzelliğin taklidini. Başkalarındaki güzellikleri tehdit olarak algılar. Korkar Hakikî Güzel olan her şeyden. Hasediyle karartır güzeli. Güzel, cömerttir. Hakikî Güzel, tehdit görmez güzel olan hiçbir şeyi. Katılır Güzel'e, çoğaltırlar beraber güzelliği. Özünden tanır Güzel’i. Güzel'in her tezahürünü bilir, seçer o; harabelerde saklı olanı dahi. Ruh Sarrafı, İstidat Sarrafıdır Güzel.

Güzelin Kâşifi

Güzel, güzeldir aslında. Sadece bizde güzelliğin hangi cüzü varsa; onu buluruz güzel diye. Tanışmadığınız halde "güzel bir insan olduğu nasıl da belli" dediğimiz insanlar vardır mesela. Bizdeki güzelin kokusu, yankısı, işareti vardır onlarda. Oysa güzelin bin bir yüzü vardır; kalbi güzellik, ruhsal güzellik, güzel yazı, güzel sanat… Güzellik; saf iyiliğin o ışıltısıyla birleşince ortaya ruhsal bir güzellik ortaya çıkar mesela. Çok sevilmişliğin yüzde parıldayan benzersiz bir güzellik hâlesi vardır mesela. En güzel iltifat; kuytu kutularda saklanan, çok nadir takılan mücevherler gibidir mesela. Güzel sözlerin mücevherlerden farkı yoktur çünkü.

Güzelin yüze tesiri böyleyken, kalbe tesiri nasıldır? Kötü kalp, güzel kalp, taze kalp… Güzelin kalpte dahi sayısız tezahürü vardır. İlk gençliğin o tuhaf büyüsünde kalp tazeciktir. Kalp, o tazeliğin içine en güzel kokuları sığdırabilir. Tomurcuktaki bir çiçek gibi tıpkı. Kötü kâlp daracık bir mesken; güzel kâlpse sonsuz bir bahçedir. Kalbe fenâ bir misafir gelirse... Kâlp daracık bir meskense; teneffüs etmeli hemen, boğulur yoksa. Uçsuz bucaksız bahçeyse, içine giren her şeyi kendine benzetir zaten. Tıpkı güzellik gibi evrenle kâlp arasında sonsuz bir ilişki var. Evrenin genişlediği gibi genişliyor kâlp de. Güneşi, gezegenleri, yıldızları, karadelikleri, toz bulutlarını hepsini sığdırabiliyor içine. Kâlbin sonsuzluğu böyle bir şey.

Güzeli Seyretmek & Güzeli Gizlemek

 “Zeyneb ko meyli ziynet-i dünyaya zen gibi

Merdâne var sâde-dil ol terk-i zîver it”

Divan Edebiyatının bilinen ilk kadın şairi Zeyneb Hatun’un bu dizeleri yüzyıllar öncesinden günümüze de sesleniyor. “Dünya süsüne meyletmeyi bırak” diyerek güzelin “dünya süsü”ne benzer tarafına da dikkat çekiyor. Bizlere başka tezahürlerde güzellikler giydiren Güzel, her güzelliğe uygun örtü de bahşediyor. Güzelliğini keşfet ve örtünü giyin diyor; giyinmezse zeynini zayi ediyor insan. Gösterme kastı taşımadan görünen güzelliği gizlemek güzelliği, tesettürün özü de burada gizleniyor sanki. 

Bir güzelliğe bile isteye seyirci kalmak, seyirlerin en güzelidir bazen. Bir sanatçıyı sanatını yaparken seyretmek, o sanatın kendisinden dahi daha sanattır bazen. Ve bir güzelliği seyretmek, o güzelliğin kendisinden dahi daha güzeldir bazen. Alımlayıcısı kadar sonsuzdur, sanat eseri. Ve alımlayıcısı kadar sonsuzdur Güzel. Güzel, kendini yazdırır bazen de. Fitzwilliam Darcy bir kadın ruhunun (Jane Austen) yazabildiği en klas karakterlerden biri mesela. Böylesi bir muhayyel karakter, gerçeğinden dahi daha güzel bazen. Güzellik biçimlerinden biri de bu: muhteşem bir tasavvur kabiliyetine ve yaratma istidadına sahip olmak.

Güzellik Kusuru

Biriciklik zannıyla güzelliğini güzellerken herkes, güzelliklerinin farkında olmayanların güzelliği ne güzel... Kendisine güzelliğin bir cüzünden bahşedilen birinin güzelliğinin fazla şuurunda olması da bir tür güzellik kusuru değil midir? Sahip olunan bir yetinin fazla şuurunda olmak onu kusur kılıyor sanki. Kusur örten güzellik gibi kusurları ortaya çıkaran güzellik de var. Bazı şeyler o kadar çok güzeldir ki; yanına yaklaşan her şeyi kusur(lu) kılar. Güzelin başka bir kusuru da budur belki. 

Kendisine güzelden bir cüz bahşedilmiş olan, kendini güzelin mutlak sahibi sanıyor. Güzellik ve biriciklik hırsı tam da buradan kaynaklanıyor. Güzel, güzelliğini eşsizleştirerek biricikleştirmeye çalışıyor. Bulamıyorsa uyduruyor, icat ediyor. Başka bir güzelliğe seyirle, taltifle dahi dahil olamıyor. Biriciklik hırsı, rekabet endişesi güzelin bakışını çirkinleşiyor. Biriciklik hırsı, her şeyi tekil görüp sahip olmak ister çünkü. Oysa mutlak/ideal/tanrısal şeylere sahip olunmaz. Onlara yalnızca eşlik edilir. 

Güzellik Korkusu

“Gez ve kimseye söyleme, gerçek bir aşk hikâyesi yaşa kimseye söyleme. Mutlu ol kimseye söyleme, insanlar güzel şeyleri mahveder.” Cibran'a böyle sitem ettiren, tıpkı dalında açmış bir çiçeği koparma itkisine benzeyen, o şeyin neydi sebebi? Güzel'e eşlik edilir. Güzel olmayan, olamayan, olmayı bilmeyenler eşlik etmeyi bilmez. O yüzden güzele hep zarar verirler. Bilerek ya da bilmeyerek... Hakîkî güzelin korkutan bir yanı vardır. Güzel, yalnız sakınarak korunur bu yüzden. Eşlik etmek denklere mahsustur çünkü. Ruhunda güzellikten bir nebze olsun taşımayan, güzele nasıl eşlik etsin?

Chul Han "Güzeli Kurtarmak" diyordu. Güzel'e katılmalı da. Güzel'e sahip olmak hırsı onu bölüşülen, sınırlı bir şeye indirgiyor. Vahşi bir rekabet geliştiriyor.  Güzel, sonsuzdur oysa. Sonsuz olan paylaşılamaz, Sonsuz'a sahip olunamaz ki.

Güzeli Çoğaltmak

Güzellemek, güzelden yeni güzellikler doğurmanın adı değil midir? Hakiki güzel, yeni güzeller doğurur güzellikten. Güzellik doğar, büyür, çoğalır sonra. Zeyn doğup Cemâle varır. Dostluk da Güzel'i çoğaltmanın başka bir adıdır belki. Güzel'den sayısız güzellikler doğurmanın. Ve tohumu olup Sonsuz'un, sonsuz kez çoğaltmanın. Kökleri bir, dalları hür, o Sonsuzluk Ağacının.

Cimriliğin çürük bir meyve gibi zararı, cömertliğin ise şifacı bir tarafı var. İnsan, ihsan etmenin hazzına varınca kin, kıskançlık, kibir gibi şeylerin cimriliğin başka bir formu olduğunu fark ediyor. Cimrilik, hissedememektir sonsuzu. Kıskançlık eksilmiş hissetmekten, kin, koparılmış hissetmekten, kibir ise çalınmış hissetmekten ileri gelir. Sonsuz olan eksilmez, koparılamaz, çalınamaz oysa. İyiye, güzele, doğruya, yüceye eşlik edebilmek bir tür görgü. Güzele eşlik edip, güzellikle çoğaltmalı. Güzel, sonsuz çünkü. Güzel’i; güzelce, güzellikle güzellemeli. Güzel, en güzel kendi ile pekişiyor çünkü.

Bu yazı Muhit Dergisinin 11. sayısında yayımlanmıştır.

Kasım 05, 2020

Ruh Müzem Sakinleri

"Şu dünyada cahil, cehaletinden bir haber anlamsız davranışlarıyla böbürlenirken, ben ise cehaletimden dehşet ve tiksinti duygusuna kapılırım. Dört sayısını okuduğum,  Sabit Fikir dergisinden bir yazarın hedef kitlesine girmiştim; fakat cüret edip de bu eleştiri yazılarının sahibi kimmiş diye bakmamıştım.

Cioran ile iki ay önce tanışmıştım. Benimle aynı yaştayken yazdığı Umutsuzluğun Doruklarında kitabı yaşanmışlıkla terbiye edilmiş genç bir fikir adamının çığlığı gibiydi, üslubu harikaydı. Mayıs sayısını tekrar elime aldığımda, Cioran üzerine kaleme aldığınız yazıyı gözden kaçırdığımı farkettim.  Yazı fevkalade açıklayıcıydı. Üstelik, bir ateist olarak, farklı bir perspektiften Tanrı’yı ve imgelemdeki Tanrı tasavvurunun insanı nasıl bir arayışa ittiğini sorgulayarak okudum. Tanrı’nın olmadığına yönelik geliştirdiğim diyalektiğe katkı sağladı.

Bir sonraki Keşfsever köşenizde “Çiçekte titreşen polenlerin taşıyıcı etkisini” bir arı gibi çalışan bende yeni fikirler çağrıştırmasını dört gözle bekliyorum."

E.B.

*

Hakiki bir okurla temas etmek, en büyük tutkusu yazmak olan biri için tarifsiz bir mutluluk. Çünkü okur olmak ve muhatap olmak arasında büyük bir fark var. Belki de bu yüzden buna benzer dönüşler aldığımda onları Ruh Müzem'de (evet, burada) bir antika gibi sunmak keyif veriyor bana. 

Tanrı'yla (yalnız varlığıyla değil, kavramıyla da) kurduğumuz münasebet üzerine içsel yahut fikirsel deneyimlerimizi, keşiflerimizi paylaşmak; o bitimsiz ve klişe "Tanrı var mı yok mu?" tartışmalarından çok daha asil geliyor bana. Size görece karşıdan bakan biri olarak  sizin yorumunuz da benim için kıymetli bu yüzden. Çünkü yokluğu gibi varlığı da asla kanıtlanamaz bir şey üzerine konuşuyoruz. 

"Çiçekte titreşen polenlerin taşıyıcı etkisi" bir tahrik güzellemesi aslında. Çünkü iyi fikirler öyledir, zihnimizi tahrik eder. Bunu başarabildimse ne mutlu bana çünkü doğru yere nişan almışım demektir. Güzel dilekler olsun.

Keşfsever



Kendinin Kâşifi

Heraklitos... Rafael'in meşhur tablosu Atina Okulu'nda, o kayıtsız kendiliğinde, hüzünlü huzursuzluğuyla, tek başına yazan kişi.

Fragmanlar'ında ne olmak hırsı, ne bulmak hevesi taşımadan ve yalnız kendinin kâşifi olarak yazmıştı:

"Kendimi aradım"