Ağustos 31, 2012

Honore de Balzac / Vadideki Zambak, Henriette'nin Son Mektubu

*
Felix, çok sevilen dost, şimdi size yüreğimi açmam gerekiyor. Sizi ne kadar sevdiğimi belirtmekten çok, bu yürekte ne kadar ağır ve derin yaralar açtığınızı gözlerinizin önüne sererek borçlarınızın büyüklüğünü göstermek istiyorum size.
…Dertlerimin başlıca nedeninin nasıl siz olduğunu göreceksiniz dostum. Daha sonra darbelerinize seve seve göğüs gerdim, ama bugün açtığınız son yarayla ölmekteyim. Ne var ki sevilen kimsenin elinden yaralanmanın da sonsuz hazları vardır.
… Hatanızın büyüklüğü sizden çok benden kaynaklanıyor, çünkü ben ona içimde ölümcül bir yankı kazandırdım. Kıskanç, müthiş kıskanç olduğumu söylememiş miydim size. Eh, şimdi de ölüyorum işte.
…kolumun kolunuza değmesi, sevgiyle yükselip alçalan sesiniz, kısacası en küçük şeyler beni öylesine sert bir biçimde sarsıyordu ki, hemen her zaman gözlerimin üstüne bir bulut yayılıyordu. …
…daha ne söyleyeyim. Yazınızda bir büyü vardı, mektuplarınıza bir resmi seyreder gibi bakıyordum. Daha ilk günde üzerime kurduğunuz bu ezici üstünlüğün ilerde ruhunuzu okumak şansını kazandığımda nasıl büyüyüp sonsuzlaştığını düşünün bir dostum. Sizi o kadar temiz, dürüst, nitelikli, büyük işler başaracak güçte ve daha bu yaşta acı deneylerden geçmiş bulunca ne büyük mutluluk duydum bir bilseniz. Erkek ve çocuk. Çekingen ve yürekli. …
Mösyö de la Berge benden uzaklaşırsanız öleceğimi anladı. …
… Günahtan sakınmak için sizinle arama Madeleine’yi koydum, ikimiz arasındaki engelleri yükselttim. Ama bu engeller de o derece güçsüz kaldı ki. Bende uyandırdığınız coşkuyu hiçbir güç bastıramıyordu. Uzakta da olsanız, yanımda da olsanız gücünüz hep aynıydı. …
…öyle bir an geldi ki mücadele korkunç bir hal aldı, her gece ağlıyordum. Saçlarım dökülüyordu, sizin oldu bu saçlar. …
…sonra şu İngiliz karşısındaki son derece doğal aşkınız bilmediğim bazı şeyleri öğretti bana. … Bu müthiş darbe hiç kimseye söz etmediğim bunalımlara düşürdü beni. Bu bilinmeyen trajedinin tek sonucunun ölüm olacağı kanısına vardım. Leydi Dudley’le ilişkiniz konusunda annemin yazdığı mektupla bize gelişiniz arasında geçen iki ay öfke, kıskançlık ve azgınlıkla geçti. Paris’ gitmek istiyordum, kan dökmeye susamıştım adeta. Bu kadının ölmesini istiyordum. … Kıskançlık büyük bir gedik açtı; ölüm buradan girecekti içeri. …sonra benim sizi sevdiğim kadar sizin de beni sevdiğinizi, bana düşüncenizle değil de yaradılışınızla ihanet ettiğinizi öğrendiğimde yeniden yaşama isteği duydum… Kendi kendime karşı olduğum gibi hiç şüphesiz Tanrı’ya karşı da dürüsttüm. Bunu bilen Tanrı acıları nedeniyle sık sık tapınağın kapısına gelen bu yaratığa acımış ve beni kanatları altına almıştı.
Sevgilim, Tanrı benim hakkımda hükmünü verdi. …şu sırada mezarımdan sesimi duyuyor musunuz?
Görüyorsunuz ya ne kadar bencilim; ama bu da zorlu bir aşkın kanıtı değil midir?
Hoşça kal gönlümün sevgili çocuğu! Tümüyle bilinçli, henüz yaşam dolu bir hoşça kal bu. Büyük sevinçlerle, yol açtığı felaket yüzünden en ufak bir pişmanlık duymayacağın kadar büyük mutluluklarla doldurduğun bir ruhun vedalaşması bu. Beni sevdiğinizi düşünerek kullanıyorum bu sözcüğü çünkü ben görevinin kurbanı olarak o sessizlik ülkesine gidiyorum; beni titretiyor bu, üzüntü duymuyor da değilim. … Tanrı sanki düşmüşüm gibi titrek görecek beni.
Bir kez daha hoşça kal, dün güzel vadimize söylediğim hoşçakala benzer bir vedalaşma bu. Yakında bu güzel vadinin bağrında dinleneceğim, siz de oraya sık sık uğrayacaksınız değil mi?
Henriette

bir gün burayı havaya uçuracağım demiştim.
son yayınım da bu mektup olacak.
bir gün, ikinci kez bu mektubu yayınlayacağım.

2012, ağustos 31
akşam.

Neverland'a Gitmek İçin



Finding Neverland, 2004

*

Görünmeyeni görmek için.
Neverland'a gitmek için.

"iman etmek görünmeyene inanmaktır.
mükafatı ise, görünmeyeni görmektir."

St. Augustine

(M'ye de)

Ağustos 30, 2012

Keşfsever'in Lotus'la Konuşması II


K;
-öyle şeylerin ters göründüğünü ama aslında kayda değer olduğunu fark ettim ki, bu konuda zorlanacağımı zannetmiyorum. kabala'yı biliyorum, geçen sene tuhaf bir merakla okuduğum bir kitabı da vardı.

(#16026100)
yazıyı okudum. öyle bir nokta ki burası sesten ziyade, susmak daha anlamlı.

osho'ydu sanırım, evet osho. kitabında hz. isa’nın bir buda olduğunu ve budaların hakikatin bilgisini bilen kişiler olduğunu söyleyerek devam ediyordu; reenkarnasyon un bir hakikat olduğunu, bunu hz. İsa’dan önce doğan buda'nın bildiğini, isa’nın da bunu bildiğini ama reenkarnasyonun insanları "diğer hayatımda yaşarım" düşüncesine itip, tembelleştirdiği için insanlara bir hayatın olduğunu söylediğini ekliyordu osho.

bu ben de yeni bir ufuk açtı.
belki de, hakikat farklı suretlerde görünürdü. belki de, budizm, o, bu şu da, hakikat olabilirdi.
işte bu düşünce, beni tekliğin yanıltıcı "olabilirliğine" götürdü. ama inancıma etki etmedi.
çünkü son yansımanın, islam olduğuna inanıyorum.

bloguma bakmışsınız, teşekkür ederim. kendimle ve yaşamımla ilgili olan sözler yerinde. alçakgönüllülük yapmıyorum yani. akli ve hissi yönden vasat biriyim.

kabalayla ilgili bilgilerinizi yazdığınız bir yer varsa, okumak isterim.

L;
dediğim gibi özgür seçim özgür irade.

bloğunuza baktım. oldukça yoğun. aslında bakmayı daha yeni bitirdim desem daha doğru olur.

maalesef benim bir bloğum yok. kabala ile ilgili yazdığım bir yer de yok. ben kendi çapında bir adamım. hiç bir gruba üye değilim. fakat şu kadarını biliyorum. kabala da doğru adres önemli. bu sebeple size bilgi için şu kitabı özellikle öneriyorum.
http://www.kabalci.com.tr...edinmek-9786055465902.htm

K;
-bu arada kabala'yı ilk nereden ya da kimden duydunuz?

L;

kabala'yı hiç bir yerden ve kimseden duymadım.
yani bir kulak aşinalığı vardı sadece.

sadece tesadüf diyelim. ben romanlarımı yazdıktan bir süre sonra. bir arkadaşın odasındaki kitapları karıştırırken ya ver şunu bir okuyayım dedim. ne ile karşılaşacağımı bilmeksizin. sadece başlığı ve içinde gördüğüm bir kaç cümle ilgimi çekmişti. kitabı okuyanda yoktu zaten. fakat şaşırdım. ne yalan söyleyeyim bu kadarını ummamıştım. 35 senelik hayatımda lönk diye oturdu bütün taşlar. yani en azından bende öyle oldu.

K;
-kabala azınlığın duyduğu, bildiği bir ilim. aslında gizli bir ilim. genelde masonlar, tuhaf insanlar merak salıyor. bu amaçla sordum.

ilginç ve cezbedici kuralları var. bana "beşeri güç" elde etme amaçlı bir şey gibi geliyor. tasavvufun somut olanı. ya da daha beşeri, daha güçlü olanı.

yolun yarısına bile gelseniz, buldum demeyin yine de. kabala'ysa hele tutunduğunuz.




L;
-dediğim gibi ben hiç bir gruba üye değilim ve şu ana kadar söylediğiniz tarzda bir şeyle karşılaşmadım.
öte yandan ben kabala savunucusu da değilim.
fakat bu yöndeki sezgimin doğru olduğunu düşünüyorum.

işin gerçeği hanımefendi ben dinler üstüne, yaratıcı üstüne bütün bu süreçler üstüne çok kafa -çok fazla- yormuş ve yorulmuş bir insanım. yıllarca namaz da kıldım. kimse söylemiş değildir kılmamı. 12 yaşında kendi kendime başladım. üstelik en zoru olan sabah namazıyla. sanıyorum ta o zamandan o mutlak gücü arıyordum. yaratıcı diyelim buna. ancak elbette yaş ilerledikçe dünya eskisi gibi görünmemeye başladı. geçmişte öğretilen şeylerin ve bize sunulan hayat tarzının doğruluğu fazlasıyla şüpheli bir hal alıyor.
sanıyorum yoldan çıktım!
şaka bir yana ben dünden bugüne yürüyen bir adam değilim. galiba bu nokta tevazuyu bir süre askıya almam gereken nokta.

benim için endişe edilecek bir şey yok. ve kaybetmekten korktuğum bir şey de yok.
Allah mı? o öyle de böyle de her daim benimle. ve ben günahlarımla bile ona yürürüm.

yani mesele kabala bile değil benim için. ama dediğim gibi sezgilerimin doğru olduğuna neredeyse eminim.


K;

-deistsiniz, güçlü bir şekilde bir yaratıcıya inanıyorsunuz. ama deist olmak yeterli değil. en azından din'ler için böyle.

emin olun kafası karışık, nefsi ve vicdanı arasında kalmış, dinle gidince "dünya mutsuzu", dini boşlayınca "iç huzursuzu" olan birçok insan var. onlardan biriyim zaten.

yaratılanlar adedince olsa da yollar, bazı bence'lerden uzak durmalı insan.

onlar nefislerine zulmediyorlardı, geçiyor kitapta. belki de nefsine zulmedenlerdendiniz, beşeri yönünüz, nefsi arzularınız, hevalarınız, sizi farklı düşünceler bulmaya sevk etti. benliğin akıl almaz savunmaları var.

fikir yürütüyorum sadece, bazen elimizdekiler çorak oluyor, tatmin edici olmuyor. cemaatlerde ve bazı dini
kurallarda hissettiğim gibi. insana aradığım, ihtiyaç duyduğum bu değil tatminsizliği veriyor. ama emin olmalıyım bu tatminsizliğin nefsi olmadığına. ruh'umuz açsa peşine düşmeliyiz bu yeni arayışların. nefsi olmadığına emin olarak.

dediğim gibi, fikir yürütüyorum ben, nefsinizi düşünün. oradan başlamışsa terslik olmalı arayışınızda.

L;
-özgür irade özgür düşünce.

her şeyin başı budur. burası sıfır noktasıdır.

ben bu noktaya sahip olduğum her şeyi unutarak geldim. çektiğim acıları bilemezsiniz. geçmişin zincirleri o kadar güçlüdür ki adeta derinizi yüzerler.
sonra her şeyi unutup sina çölüne gidersiniz. her şeyden vazgeçip ve her şeyi unutmak gibidir bu. ve ancak ruhunuzu sıfırladığınızda gerçek gerçek size parlar.

nefs denen şey, insanın arzu isteğidir gerçekte. daha doğrusu arzunun gerektiğinden fazla, kontrolsüzce tatmin edilmeye çalışılmasıdır. arzu insan içindir ama ancak fazlası zarardır. ve bu fazla haline islam literatüründe nefs denir. ama gerçekte bir öcü değildir. sadece öcüye dönüştürülmüştür.
öte yandan şeytanda soyut bir kavramdır.

neyse. bu uzar gider.

Ağustos 28, 2012

Keşfsever'in Lotus'la Konuşması I


Keşfsever’in Karanlık Bir Yolda Lotus Çiçeğine Rastlayışı
Bazen varlıklar, diğerlerini negatif’le fark ederler. Tıpkı yalnız ve karanlık yolunda tek başına yürüten Keşfseverin, bir gece vakti, orman yolunda lotus çiçeğine, “ne tuhaf bitki, ne kötü bir yerde yaşıyor” deyip yadırgamasında olduğu gibi. Lotus Keşfsevere bakmasaydı, belki de onu ve dünyasını tanıyamacaktı. Neyse ki, lotus da Keşfsevere baktı. Ve bir negatif, birden çok fazla pozitiflere sebep oldu.
***
-rica ediyorum azıcık araştırın, din üzerine, fıkıh üzerine binlerce eser var.
-anlıyorum. ricanız alındı.
ama ben zaten oradan geliyorum.

yaptığım yorumlarım fıkıh vb disiplinler üzerine değil akıl ve vicdan eksenine oturuyor. kendi inancım bunların üstünde ve her türlü dayatmaya karşıyım. çünkü insan denen varlığa dayatma olamaz. olursa insan olmaz. bu yaratılışın amacına terstir.


benim için önemli olan insanın -insan olarak- yönünü samimiyetle yaratana dönmesi. ve bunun içinde dinlere dahi gerek yoktur. peygamberler büyük insanlar ama konunun tarih içinde saptırıldığını düşünüyorum.

ilgi alanım fiziksel ritüeller değil. bunları önemsemiyorum ki bugün geldiğim yerde yaratanın da derdinin bu olmadığına adeta eminim. benim derdim kalple ve beraberinde yaratanın ışığıyla. ben Yaratan’dan korkuyorum ama cehenneminden değil. ona uzak kalmaktan. onun kalbimdeki yerini kaybetmekten. ki gerçekte Allah korkusu olarak bilen şey budur der bazı bilgeler de. onu kaybetmekten korkmak.


ben şekillerle ilgili değilim. ve tüm evreni en küçük bir hata yapmaksızın yöneten, dengede tutan yaratan da cehennemi için benim hata yapmamı bekliyor değil. her şeyden önce onun yüceliğine böyle bir basit rolü zaten yakıştıramam.

o tüm boyutlarıyla bütün evrenlere sahip kendi yüce şanı yanında benim gibi basit mi basit bir varlığın her şeyi ama her şeyini zaten biliyor. nereden geldiğimi ve nereye gideceğim dahil. onun yanında sıfır bile değilim. ama bu benim kötü bir adam olmama da bahane değil.
öte yandan esas oyun cennet ve cehennem değildir. yaratılışın sırrının bu olmadığına eminim. hatta emin ötesiyim.

neyse efendim özetle benim yolum biraz farklı.
ne diyelim. Allah ıslah etsin.

-sayısı nefs adedince olan o yollara ben de inanıyorum. dahası da var. tekliğe yani hakikate inansam da, onun binlerce yansıması olduğunu düşünüyorum. ışık demişsiniz, ben ona beyaz diyorum. beyaz ve içinde her renk var. bu yüzden genelde bir renge sıkışmış cemaatler bana yavan geliyor.

ama bir şey var hala netliğe vardıramadığım. şekil demişsiniz, evet yakinlikte ben de şekilerin olmadığını düşünüyorum. cennet ve cehennemin aynel yakinlikle alakası olmadığına inanıyorum. kuran'da bile seviyeler var, imanlarda da seviye olacak.

kafamı kurcalayan şeyden devam edeyim, başörtülü biriyim. kendim kapandım, tek gerekçem vardı; farz oluşu. hala da öyle. farz diye örtünüyorum. namaz ve oruç gibi. farz diye yapıyorum.

gönülsüzce bazen ama itaatle.

namazda da şekil var, rüku etmemiz gerek mesela. namazın özü huşu deyip, şekli atamıyoruz. başörtüyü de böyle algılıyorum. olmazsa olmaz değil, imanın özü değil, dindarlığın sembolü hiç değil.
ama yine de önemli.

ifrat tefrite varılıyor yine, hem şeriat hem tasavvuf. hem şekil hem öz.
ben beyaz dediğim, "kurallı" da olduğunu düşündüğüm bu yoldan gitmeyi seçtim.
görünen siz de bir yol seçmişsiniz ama rica ediyorum berikini saçma, gereksiz, yobaz, abartılı diye dışlamayın.
onlar beyazın içindeki sadece sarıyı görenler, kırmızıyı görenler.

selametle.



-güzel şeyler yazmışsınız. sizi anlıyorum. tabi bu konu sıkıntılı bir konu. bazen yaşamak da anlatmakta sıkıntılı. şimdi konu şu esasen:

özgür irade ve özgür seçim.

bunların olmadığı durumda sahip olunan inanç bile yeterince gerçek değildir. çünkü olamaz.
adamın kafasına silah dayamışken o adamın seçim şansı yoktur. söylediği her şey sizin duymak istediğiniz şeylerdir.
ama gerçekte düşünülenin aksine yaratan bunu amaçlamaz. ki zaten amaçlamaması da gerekir. neticede eksiksiz adalete sahip bir güçten bahsediyoruz. e peki bunlar mantıklı ve doğru ise bize anlatılanlar, yaşadıklarımız neden bunların tam tersi. -neredeyse-

ben bunu anlamak ve bu noktaya gelmek için 35 yıl harcadım.
geldiğim yerde çok mutluyum. çok. abartısız söylüyorum. hiç bir kalp sızım ağrım üzüntüm yok. ve hayatımda hatta ilk kez bu bu kadar doğruyum. hele geçmişte din uğruna çektiklerimi düşündüğümde şu anda anne kucağındaki bebek kadar huşu içindeyim.

lafı çok uzatmadan, benim anlayışım biraz farklı gördüğünüz gibi. ve size muhtemelen ters gelecek.
bakın ben zaman zaman uludağ sözlükte bazı şeyler yazıyorum. dayanamıyorum. bu yazdıklarımın çoğu gereksiz lakırdı ve geyik yapıp kendimi eğlendiriyorum. ama bazıları değil. eğer merak ederseniz şu linklerimi okuyunuz.

(#16026100)
(
#16066929)
(
#16231488)

tabi hepsini okuduktan sonra bazı ifadelerin sizin itikadınıza ters geldiğini hissedeceksiniz. bu da normal.

ben hiç bir topluluğa üye değilim. olmayı düşünmüyorum.
kendimi hiç bir isim, sıfatla nitelendirmiyorum. o, bu, şu değilim.

şimdi netice, son link kabala ile ilgilidir. size ters biliyorum. zamanında bana da ters gelebilirdi.
işin gerçeği ben 2 tane roman yazmıştım.


sonradan fark ettim ki aslında romanlarımda anlattıklarımla kabala da bahsedilenler -birebir- aynı. ama işin ilginç yanı ben kabalayla romanlarımdan çok sonra karşılaştım.
bu bir tesadüf mü? belki.



Ağustos 26, 2012

O Belde'nin Ses'i



Perfume Soundtrack / Meeting Laura

"O belde
hangi bir hayal anakarasında?
Hangi bir uzak ırmak ile çevrili?
Bir yalan yer midir, veya var olan,
ama bulumayacak bir hayal sığınağı mı?
Bilmem... yalnız
bildiğim sen ve ben ve mavi deniz
ve bu akşam ki uzun uzun titretiyor
bende hüzün ve ilham tellerini,
uzak
ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak
bu sürgüne ve ayrılığa sonsuzca bu yerde mahkûmuz..."


tamamı;

30 / 104

Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline.
O ki, toplamış ve onu sayıp durmuştur.
[O], malının kendisini ebedî kılacağını zanneder.
Hayır! Andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır.
Hutame'nin ne olduğunu bilir misin?
Allah'ın, tutuşturulmuş ateşidir.

(1-6)

Ağustos 24, 2012

.: absurde :.



aşağıdaki tavuğun, yukarıdaki müzikle mütemadiyen yürüdüğünü düşünün.
tam olarak böyle bir his.
mis gibi.

ayakları üzerinde duran, kırmızı ibikli bir tavuk.
2012, ağustos

Ağustos 22, 2012

.: ilk kelime :.




kendimi bulmam'la başladığım, alfabe düzme çabam meyvelerini vermeye başladı.
dün üçüncü harfi, S'yi buldum. şimdi de ilk kelimemi şey ediyorum.

buluş tarihleri;
Z: 17 haziran
E: 3 temmuz
S: 21 ağustos

aslında Z'yi yan yatırıp N yapabilirim, hatta E'yi de biraz zorlayıp M yapabilirim ama orjinalliği bozmayalım.

tüm kafayı bozmuşlara, harfseverlere ve keşfseverlere gelsin;
SEZ.

Ağustos 18, 2012

ZM / Ruh Müzesi

"bu resme bakınca ne görüyorsun?"
Bazıları yazma’yı kendini ifşa etmek sanıyor. İçini ve ruhunu sızdırmaya benziyor yazmak biraz, inkâr etmiyorum. Ama ifşa demek, apaçık, meydana düşmüş, değersiz kelimelerine de göndermeler yapıyor. Ki bu ben’i rahatsız ediyor.

Güzel bir savunma buldum. Sunuş biçimi. Tüm vasıfsızlığıma ve sıradanlığıma rağmen somut kalıntılar, iz’ler bırakıyorum bu sanal dünyaya. İçimi ve ruhumu hiç tanımadığım insanlara gösterdiğim de doğru. Ama kendimi ifşa etmiş, ayan etmiş gibi görmüyorum.



Burayı, vadi’mi müze olarak görüyorum. Pek ziyaretçisi olmayan, arada insanların uğradığı, bir iki iz bıraktığı, kendi halinde, gösterişsiz bir müze gibi. Polyushka Polye benim müzem. Ruhumun müzesi. Bu oyun ve eğlenceden başka bir şey olmayan dünya’dan dahi, sessiz sedasız gitmek istemiyorum. Bazen unutulmayı, yok olmayı aslında hiç olmayı deli gibi istesem de. Ruhumun hatırına.

İnsanın dolaştığı, oturduğu, ayak bastığı herhangi bir yere bile bıraktığı, sızdırdığı o ruh’un hatırına. Yaşadınız mı hiç. Bazen bir yere götürürsünüz varlığınızı da, orada görmediğiniz şeylerin varlığını hissedersiniz. Ya da sevdiğiniz birinin bir zaman yaşadığı, vakit geçirdiği bir yere onu anmak, hatırlamak ya da gidip o yalnız yerde ondan bir şeyler bulmayı umduğunuz gibi.    

*

Savunma demiştim, devam edeyim. Burası, müze gibi. İçime ve ruhuma beğendirdiğim şeyleri gösterdiğim, vitrine çıkardığım kendi halinde bir müze gibi. Oysa bazı insanların sandıkları vardır. Benim de eskiden sandığım vardı. Sandıklar müzelerden farklıdır. Sandık içlerinin vitrine çıkma arzusu yoktur. Ziyaretçilerden de hoşlanmazlar. Onlar en fazla birine bırakılmak, hediye edilmek isterler. Gösterişi sevmezler.

Müze’mi havaya mı uçursam. Kendimi küçük bir sandığa mı hapsetsem. Ya da antikacı mı olsam. Sandıktan daha görülür yerlerde ama müzelerden de daha az tanınmış. Bilmiyorum.

Ama müze’yi bir gün havaya uçurma fikri güzel.  

*

Bir gün bir sandığa sığma fikrini seveceğim.
Vakit kaybetmeden ruhumu, o sandığa hapsedeceğim.
Sonra da kendimi bir alıcı’ya teslim edeceğim.

Mezarımdan daha güzel bir sandık olamayacak.


2012, ağustos 18

Ağustos 16, 2012

ZM / Kadın-Kafa-Karmaşa

http://ritimbaz.blogspot.com
kadının bin türlü kendini baskı altında hissettiği konu var. "saygı" görmesi, ruhunu cinsiyetinden bağımsız olarak yansıtması, örtünmesi, sadece zevk veren bedeni bir obje gibi algılanması.. öyle çok madde var ki.

bugün bu konuda zıtlaşan iti taraf da yanlış yapıyor. biri "tehlikeli" gördükleri bu kadınları kontrol etmenin baskıyla olduğunu düşünüyor, diğeri de yüzyıllardır kısıtlanan, mağdur edilen kadına onun kendisini kandırmasını ve sonuç olarak yine kullanılmasını sağlayacak haklar(!) vermeyi vadediyor. kadının özgür olmasını isteyen o güruh da aslında kadından faydalanmak istiyor, onun kural tanımazlığından ve özgürlüğünden..

bir kadının yapması gereken en önemli iş, ruhundan başlamasıdır. sonra da, ruhunun ve "seçtiği" doğruların güdümünde özgürleşmesidir.

bu özgürleşmenin, modern yaşamayla, açılmayla, erkeklerle aynı eylemleri yapmada yarışmayla elde edileceğine inanmıyorum.

kadın her seçim hakkı elde eden güçlü ve özgür varlıklar gibi önce kendi tek'liğini hissetmeli. kendine yeterliğine inanmalı. bağımlı olmamalı.

güzelliği ise, erkeklere verilen bir hediye -genelde dindar camialarda oluyor- ya da erkekleri sömürmede kullandığı iğrenç bir araç olmamalı. (zengin "koca" beklentisi ve iyi bir yaşam düşleyen ruh fakiri, kültürsüz dişi güruh)

velhasılkelam tüm özellikleri önce kendine, kendi için olmalı.

karmaşık konu.


Ağustos 13, 2012

ZM / Du(h)a




uzaktan konuşma seslerinin geldiği, zift karası tek’liğime çekildiğim bu seher vaktinde, kafam ellerimin arasında, sesin çıkmadığı, hırlama ve soluk alışına benzer ağlama nöbetinde fark ettiğim gerçeği yazıyorum.
sonunda buldum nedenini. uzun zamandır çektiğim hastalığın nedenini.
sana kızmışım. sana öyle çok kızmışım ki. bencil ama güçsüz, sadece güçsüz çocuk halimle. hep sevilmeyi ve hep mutlu edilmeyi bekleyen salak çocuk halimle. affet beni. bunu yazmak feci. bunu yazmak edepsizce. ama nasıl yalan söylerim sana.

içimi kandıramam. sana içerlemişim. ben hep sana içerlemişim. çektiğim her mahrumiyette, her mutsuzlukta, her sevilmeyişte, hiçbir şeye değil sana içerlemişim. sadece sana içerlemişim. beni unuttuğun için. beni köşelerde bıraktığın için. beni sensiz bıraktığın için. çabaladığım halde beni iyileştirmediğin için.
la’ya düştüm, görüyorsun. berikinleri hiç görmedim zaten. bir’i dahi görmemişim. ben hep vav'da kalmışım. aynı bebekler gibi. hala. yatışım bile, hala öyle değil mi zaten. vav gibi. kitaplarda hep söylenen o güzel benzetme gibi.

*
Bismillâhirrahmânirrahîm

1, 2, 3. Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.

4. Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.

5. Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.

Duha, (1-5)

Ağustos 09, 2012

ZM / Bu Çalan Neyin Müziği?

Vasıfsız bir genç idim ben. Başarım, popülerliğim ya da arkadaşlarım yoktu. Kitaplarım vardı. Yalnızdım. Tek'tim ya da. Üniversitenin, o güzel yılların(!) ilkindeydim. Yaşım küçüktü, içim küçüktü.

En üst katında deniz ve ay manzarası olan bir yurtta kalırdım. Kızların hepsi geceyarısına kadar uyumuş olurdu. Teras da bomboş ve benim. Kimseye yakalanmadan 9. kata çıkardım. Yanımda mp3'üm olurdu. Siyah montumun kapşününe saklayıp saçlarımı deli gibi yürürdüm en üst katta. İçimin hararetini def etmek için. Sesler açardım kulağıma. Ay'a bakardım. Deniz'e bakardım. Yıldızların sayısına göre umut sayardım. İsteyecek tek şey bulamasam da. İçinde beşeriyetin olmadığı şeyler düşünürdüm. Bazen de eski'yi yad ederdim.

*

Hatırlıyorum aylardan mayıstı. Belki de sınavım vardı sabaha. Terastaydım o gece de. Bilmiyorum ay parlak ya da dolunay mıydı. Yıldızlar, umutlar çok muydu. Müziklerin hepsini dinlemediğim klasörü atmıştm mp3'e. Sonra da yapmayı çok sevdiğim, genelde de içten bir cümlenin sonuna denk getirdim rastgele modunu açtım. Ve bir müzik çalmaya başladı: Pachelbel / Canon in d Major.

İlk on saniye bir duraklama oldu. Çok güzel bir yüze ilk bakma an'ı gibi. Sonra şaşmaya başladım. Tuhaflaşmaya. Mutluluktan uçmaya. Odama indim bir şey bulmuş, keşf etmiş gibi. Ses hala kulağımda.

Mutluluktan uyuyamaz olur mu insan. Bana oldu. Ne yaparsam yapayım uykuya dalamadım. 3-4 saat replayda kaldı ses. Yüzümde delilik vardı. Uzun zaman sonra, mutluluğa, nedensiz, mülksüz bir mutluluğa tutulmuştum. Kimse yüzünden değildi. Kimseye özel değildi. Mest olmuştum. Ses kulağımda uyuyakaldım. Uyandığımda değişmemiş dünyam, yitik dünyam karartmaya devam etse de içimi, mutluluk an'ımı o seste hep sakladım.

*

Mutluluğun coçmuş hali dediğim, mest hali dediğim, werther'in doğa yürüyüşlerinde içteki atmosferinin sesi olmalı dediğim ses, bu ses işte. İnsanı perişan düşürecek doğal bir güzelliğin ortasında, o güzelliğe dalıp mutluluktan coşan, ağlayan, deliren ruhun sesi, bu işte.
Arabesk, manik haldeyim şu an.

Vasat, sıradan bir insanım ben.
Mutlu olmayı düşlerdim de eskiden. sıradanım ben ama bir ses'te mutluluğa varıp, uçtum ben.

Benden 400 yıl evvel yaşamış bir ruhun içinden dışarıya çıkardığı bu coşkuyu, tamamen pastoral olan, içinde beşeriyete dair tek bir şey barındırmayan, sadece tabiatı, insanı ve tek'liği hissettiren bu sese deli gibi mutlu oldum ben.

*

Bu çalan neyin müziği?
Sonsuz bir aşkın mı?
Uçarak gelip önüne
Mest olmak mı sonsuz sevilenle?

...

Bu çalan neyin müziği
Sonsuz bir aşkın mı?
Gerçek olmasa bile
Hiç olmamış bile olsa

"düşler tutsak edilemez ki!"

2010, mayıs 2 / 04.04
lilium.

Ağustos 01, 2012

Varoluşçu Romanlar; Hakan Günday / Az

"çünkü dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti; umut."
syf: 41

"travmatik olan hayattı. hepsi. bütün hayat. her şey. özellikle de, travmatik gibi durmayan ne varsa. dolayısıyla, doğum sonrası depresyon, yeni annelerin yakalandığı psikolojik bir hastalığın değil, hayatın tanımıydı. hayatta kalma isteğinin. hayata rağmen."
syf: 97

"kişinin benliğini kırmanın birinci şartı, sopalarla dövmek değil, sahip olduğu adı reddetmekti. sonra da yeni bir ad koymak. sahip, ad koyandı. evcil hayvanına ad veren bir çocuk ya da sırf kendilerine göre daha doğuda diye koca bir coğrafyaya doğu diyen ve bu adı orada yaşayanlara da kabul ettirmiş olan amerikalı ve avrupalılar gibi."
syf: 112

"...hayat boyu ergenler güruhu toplum yapısını sikip atacağından, yetişkin uysallığına geçiş, insanlığın bir gereği olarak algılanır. ...sonuç olarak, insanlığın ergenlik hali, bütün aptallığına rağmen, hayatı boyunca, özgür bir yaratığa en çok benzediği dönemdir."
syf: 121

Hakan Günday / Az