Ağustos 25, 2015

Malum Kitap*

Bazı kitapları okurken çok zorlanıyorum. Özellikle de gerçekten iyi ama popüler kitapları. Bu da bir karalama oldu "... ama popüler" En azından benim için bir yergi. Her neyse, Kürk Mantolu Madonna şu kaygının en çok hissedildiği kitaplardan. Belki de sırf bu yüzden önce İçimizdeki Şeytan'ı okudum Sabahattin Ali'den. 

Buraya üşenmeden çizdiğim satırları nakşediyorum. Çünkü bazı kitapların cümleleri okuyup geçmek için değildir. Ruhunuzun öyle yerlerine dokunmuşlardır ki o cümlelerle işinizin bitmediğini, ya geçmişte içte ifade edilemeyen bir halin adını koyduğundan ya da henüz yaşanmasa da size bir ışık gibi yol göstereceğini bildiğinizden, içinizdeki en derin sezginin ilhamıyla hapsedersiniz onları.

Evet, işte o satırlar;

*

İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.
(Syf: 12)

O zamana kadar “siz” diye hitap ettikleri dostlarına birdenbire ahbapça “sen” diyecek kadar alçakgönüllü ve babacan oluvermek, karşısındakinin sözünü kesip rastgele manasız bir şey sormak ve bunu gayet tabi olarak, hatta çok kere şefkat ve merhamet dolu bir tebessümle birlikte yapmak…
(Syf: 14)

Etrafını bu kadar iyi tanıyan, karşısındakinin ta içini bu kadar keskin ve açık gören bir insanın heyecanlanmasına ve herhangi bir kimseye kızmasına imkân var mıydı? Böyle bir adam, önünde bütün küçüklüğü ile çırpınan birine karşı taş gibi durmaktan başka ne yapabilirdi?
(Syf:23)

Fakat bunlar da, o yaşlardaki her kof insan gibi, ilk rastladığının suratına gülmeyi bir nevi üstünlük alameti sayanlardandı.
(Syf: 28)

“Ben de kendimi tutamamış, ağlamaya başlamıştım; bu ancak fevkalade büyük ve sahici kederlerde görülen, sessiz, hıçkırıksız ağlayışlardan biriydi. “
(Syf: 45)

“Klara Miriç” ismindeki bu hikâyenin kahramanı olan genç kız, oldukça saf bir talebeye âşık oluyor, fakat buna dair hiç kimseye bir şey söylemeden, böyle bir aptalı sevmenin hicabıyla, müthiş iptilasının kurbanı olup gidiyordu.
(Syf: 54)

Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. Onda Halit Ziya’nın Nihal’inden, Vecihi Bey’in Mehcure’sinden, Şövalye Buridan’ın sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra’dan, hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim, Muhammed’in annesi Amine Hatun’dan birer parça vardı.
(Syf: 55)

…bu kadar derin mana verdiğim bir mana verdiğim kadının nefsinin nasıl pazara çıkardığını görünce boş hülyalarımdan kurtulacağımı ümit ediyordum.
(Syf: 69)

Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu…  Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.
(Syf: 87)

Sırf bunun için resim yaparak geçinmek istemiyorum. Çünkü o zaman kendi istediğimi değil, benden istenileni yapmaya mecbur olacağım. Asla… Asla. Vücudumu pazara çıkarmayı tercih ederim.
(Syf: 93)

En tahammül edemediğim şey merhamettir. Bana acıdığınızı hissettiğim anda allahaısmarladık!... Yüzümü bile göremezsiniz.
(Syf: 93)

Hepimiz acınmaya layığız ama kendi kendimize acımalıyız. Başkalarına merhamet etmek ondan daha kuvvetli olduğumuzu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.
(Syf: 93)

Çünkü müphem bir his bana, kim olursa olsun bir insanı tamamen gördükten ve gördüklerini kendinden saklamadıktan sonra ona hiçbir zaman büsbütün yaklaşılamayacağını fısıldıyormuş
(Syf: 94)

Size ne verebileceğimi şimdiden bildireyim ki, sonra sizinle oynadığımı iddia etmeyesiniz: ne kadar başka olursanız olun gene erkeksiniz. Ve bütün tanıştığım erkekler bunu, yani kendilerini sevmediğimi, sevemediğimi anlayınca büyük bir teessür, hatta hiddetle beni terk ettiler. Ama niçin beni kabahatli zannettiler? Kendilerine asla vaat etmediğim, sadece kafalarında yaşattığım bir şeyi vermedim diye mi?
(Syf: 96)

Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir. 
(Syf: 107)

Kadın sevebileceği zaman sevmiyor ancak tatmin edilmeyen arzularına üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu.
(Syf: 122)

Dünyada en güvendiğim mahlûktan ayrıldıktan sonra ve onun iki insanın ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine yaklaşabileceklerine dair söylediklerini dinledikten sonra, ölüme bile beraber giden bu insanların hayattan ayrıldıkları yere gelmek suretiyle ona bir nevi cevap mı vermiş oluyordum?
(Syf: 123)

Ben neydim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu?
(Syf: 124)

Bende inanmak noksanmış… Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana âşık olmadığımı zannediyormuşum… Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar…
(Syf: 136)

Beni Havran’a bağlayan şeyler neydi? Üç beş zeytinlik, birkaç sabunhane, kendilerini tanımayı asla merak etmediğim birkaç akraba… Hâlbuki ben buraya bütün hayatımla, bütün yaşayan taraflarımla merbuttum.
(Syf: 138)

Bazen çizmelerimi çekip kırlara çıksam bile, hiç insan yüzü göremeyeceğim taraflarda dolaşmayı tercih ediyor, gece yarısı eve gelip mindere uzanıyor ve birkaç saat uykudan sonra ertesi sabah, “neden hala yaşıyorum” diye acı bir hisle uyanıyordum.
(Syf: 146)

Her yerde birçok fırsatlar çıkıyor, birçok insanlar ruhumda fazlasıyla bulunduğunu bildiğim sevgiyi sarf etmek, tekrar yaşamaya başlamak için bana kısa ümitler veriyorlardı. Fakat kendimi o şüpheden kurtaramıyordum. Dünyada tek bir insana inanmıştım o kadar çok inanmıştım ki bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı.
(Syf: 148-149)

Asıl “ben” otuz beş seneye yaklaşan ömrümde, ancak üç dört ay kadar yaşamış, sonra, benimle alakası olmayan manasız bir hüviyetin derinliklerine gömülüp kalmıştım.
(Syf: 158)

Senelerden beri hiç kimseye tek bir kelime söylemedim. Hâlbuki konuşmaya ne kadar muhtacım. Her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir? Niçin rüzgârlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz?
(Syf: 159)

Ama bundan sonra her şey bitti. Asıl büyük ve affedilmez haksızlığı sana karşı yaptıktan sonra, hiçbir şeyi düzeltmek istemiyorum.
(Syf: 159)

Sanki büyük bir korkuyla sakladığı ruhunu bir kereye mahsus olmak üzere dışarıya, bu defterin yapraklarına aksettirmiş, ondan sonra gene içine kapanıp senelerce susmuştu.
(Syf: 160)


Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna
Yapı Kredi, 70. Baskı

4 yorum:

paul dedi ki...

Ben de aynı korkudan önce İçimizdeki Şeytan'ı, sonra Kuyucaklı Yusuf'u ve en son Kürk Mantolu Madonna'yı okumuştum. Pişman değilim ve hayal kırıklığına da uğramadım. Çok ama çok nadir de olsa popüler kitaplar arasında da iyileri olabiliyor. Ama o kadar nadir ki istisnalar kaideyi bozmaz, hüküm eksere göre verilip deyip kitapçılardaki bestseller kısmını geçebiliyorum.

Zeynep Merdan dedi ki...

Bende ciddi ciddi kompleks boyutu da var. :) Mesela Kürk Mantolu Madonna'yı evde okudum. Biri elimde görmesin diye. Kitabevlerinde elime alıp kurcalamadım bile. Uzaktan kaçamak bakışlar attım sadece.

İçimizdeki Şeytan fena değildi ama fazla derindi diyemem, iyi tespitler vardı sadece.

paul dedi ki...

"şşşt şuna baksana kürk mantolu madonna'yı almış eline"
Kompleks olacak kadar değil şimdilik bende :)
Eğer Sabahattin Ali içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulabilseydi İçimizdeki Şeytan da bir efsane olurdu diye düşünmüşümdür hep çünkü Ömer o yıllardaki bütün gençlerin bir yansıması. En başta da Sabahattin Ali'nin tabi.

Zeynep Merdan dedi ki...

"Veblen mallar" vardır iktisatta, iphone gibi, bir statü göstergesidir. Kürk Mantolu Madonna, veblen kitaplara iyi örnek işte. :)
İçimizdeki Şeytan, kurgusal hatta mesaj kaygısı taşıyor.
ve Ömer bence hala birçok gencin yansıması.