Bazı kitapları okurken çok zorlanıyorum. Özellikle de gerçekten iyi ama popüler kitapları. Bu da bir karalama oldu "... ama popüler" En azından benim için bir yergi. Her neyse, Kürk Mantolu Madonna şu kaygının en çok hissedildiği kitaplardan. Belki de sırf bu yüzden önce İçimizdeki Şeytan'ı okudum Sabahattin Ali'den.
Buraya üşenmeden çizdiğim satırları nakşediyorum. Çünkü bazı kitapların cümleleri okuyup geçmek için değildir. Ruhunuzun öyle yerlerine dokunmuşlardır ki o cümlelerle işinizin bitmediğini, ya geçmişte içte ifade edilemeyen bir halin adını koyduğundan ya da henüz yaşanmasa da size bir ışık gibi yol göstereceğini bildiğinizden, içinizdeki en derin sezginin ilhamıyla hapsedersiniz onları.
Evet, işte o satırlar;
*
İnsanlara ne
kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.
(Syf: 12)
O zamana
kadar “siz” diye hitap ettikleri dostlarına birdenbire ahbapça “sen” diyecek
kadar alçakgönüllü ve babacan oluvermek, karşısındakinin sözünü kesip rastgele
manasız bir şey sormak ve bunu gayet tabi olarak, hatta çok kere şefkat ve
merhamet dolu bir tebessümle birlikte yapmak…
(Syf: 14)
Etrafını bu
kadar iyi tanıyan, karşısındakinin ta içini bu kadar keskin ve açık gören bir
insanın heyecanlanmasına ve herhangi bir kimseye kızmasına imkân var mıydı? Böyle
bir adam, önünde bütün küçüklüğü ile çırpınan birine karşı taş gibi durmaktan
başka ne yapabilirdi?
(Syf:23)
Fakat bunlar
da, o yaşlardaki her kof insan gibi, ilk rastladığının suratına gülmeyi bir
nevi üstünlük alameti sayanlardandı.
(Syf: 28)
“Ben de
kendimi tutamamış, ağlamaya başlamıştım; bu ancak fevkalade büyük ve sahici
kederlerde görülen, sessiz, hıçkırıksız ağlayışlardan biriydi. “
(Syf: 45)
“Klara
Miriç” ismindeki bu hikâyenin kahramanı olan genç kız, oldukça saf bir talebeye
âşık oluyor, fakat buna dair hiç kimseye bir şey söylemeden, böyle bir aptalı
sevmenin hicabıyla, müthiş iptilasının kurbanı olup gidiyordu.
(Syf: 54)
Ben bu
kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum
hayal dünyalarından tanıyordum. Onda Halit Ziya’nın Nihal’inden, Vecihi Bey’in
Mehcure’sinden, Şövalye Buridan’ın sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum
Kleopatra’dan, hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim, Muhammed’in annesi
Amine Hatun’dan birer parça vardı.
(Syf: 55)
…bu kadar
derin mana verdiğim bir mana verdiğim kadının nefsinin nasıl pazara çıkardığını
görünce boş hülyalarımdan kurtulacağımı ümit ediyordum.
(Syf: 69)
Muhakkak ki
bütün insanların birer ruhu vardı ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene
farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh, ancak bir benzerini
bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile
görmeden meydana çıkıyordu… Biz ancak o
zaman sahiden yaşamaya başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir
tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek,
birbirine koşuyordu.
(Syf: 87)
Sırf bunun
için resim yaparak geçinmek istemiyorum. Çünkü o zaman kendi istediğimi değil,
benden istenileni yapmaya mecbur olacağım. Asla… Asla. Vücudumu pazara
çıkarmayı tercih ederim.
(Syf: 93)
En tahammül
edemediğim şey merhamettir. Bana acıdığınızı hissettiğim anda
allahaısmarladık!... Yüzümü bile göremezsiniz.
(Syf: 93)
Hepimiz
acınmaya layığız ama kendi kendimize acımalıyız. Başkalarına merhamet etmek
ondan daha kuvvetli olduğumuzu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne
de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.
(Syf: 93)
Çünkü müphem
bir his bana, kim olursa olsun bir insanı tamamen gördükten ve gördüklerini
kendinden saklamadıktan sonra ona hiçbir zaman büsbütün yaklaşılamayacağını fısıldıyormuş
(Syf: 94)
Size ne
verebileceğimi şimdiden bildireyim ki, sonra sizinle oynadığımı iddia
etmeyesiniz: ne kadar başka olursanız olun gene erkeksiniz. Ve bütün tanıştığım
erkekler bunu, yani kendilerini sevmediğimi, sevemediğimi anlayınca büyük bir
teessür, hatta hiddetle beni terk ettiler. Ama niçin beni kabahatli
zannettiler? Kendilerine asla vaat etmediğim, sadece kafalarında yaşattığım bir
şeyi vermedim diye mi?
(Syf: 96)
Ne kadar çok
insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli
severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir.
(Syf: 107)
Kadın sevebileceği
zaman sevmiyor ancak tatmin edilmeyen arzularına üzülüyor, kırılan benliğini
tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi
altında görünüyordu.
(Syf: 122)
Dünyada en
güvendiğim mahlûktan ayrıldıktan sonra ve onun iki insanın ancak muayyen bir
hadde kadar birbirlerine yaklaşabileceklerine dair söylediklerini dinledikten
sonra, ölüme bile beraber giden bu insanların hayattan ayrıldıkları yere gelmek
suretiyle ona bir nevi cevap mı vermiş oluyordum?
(Syf: 123)
Ben neydim? Ruhum,
bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu?
(Syf: 124)
Bende inanmak
noksanmış… Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana âşık
olmadığımı zannediyormuşum… Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki insanlar benden
inanmak kabiliyetini almışlar…
(Syf: 136)
Beni Havran’a
bağlayan şeyler neydi? Üç beş zeytinlik, birkaç sabunhane, kendilerini tanımayı
asla merak etmediğim birkaç akraba… Hâlbuki ben buraya bütün hayatımla, bütün
yaşayan taraflarımla merbuttum.
(Syf: 138)
Bazen çizmelerimi
çekip kırlara çıksam bile, hiç insan yüzü göremeyeceğim taraflarda dolaşmayı
tercih ediyor, gece yarısı eve gelip mindere uzanıyor ve birkaç saat uykudan
sonra ertesi sabah, “neden hala yaşıyorum” diye acı bir hisle uyanıyordum.
(Syf: 146)
Her yerde birçok
fırsatlar çıkıyor, birçok insanlar ruhumda fazlasıyla bulunduğunu bildiğim
sevgiyi sarf etmek, tekrar yaşamaya başlamak için bana kısa ümitler
veriyorlardı. Fakat kendimi o şüpheden kurtaramıyordum. Dünyada tek bir insana
inanmıştım o kadar çok inanmıştım ki bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak
kudreti bırakmamıştı.
(Syf: 148-149)
Asıl “ben” otuz
beş seneye yaklaşan ömrümde, ancak üç dört ay kadar yaşamış, sonra, benimle
alakası olmayan manasız bir hüviyetin derinliklerine gömülüp kalmıştım.
(Syf: 158)
Senelerden beri
hiç kimseye tek bir kelime söylemedim. Hâlbuki konuşmaya ne kadar muhtacım. Her
şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir? Niçin
rüzgârlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın
konuştuğunu dinleyemiyoruz?
(Syf: 159)
Ama bundan
sonra her şey bitti. Asıl büyük ve affedilmez haksızlığı sana karşı yaptıktan
sonra, hiçbir şeyi düzeltmek istemiyorum.
(Syf: 159)
Sanki büyük
bir korkuyla sakladığı ruhunu bir kereye mahsus olmak üzere dışarıya, bu
defterin yapraklarına aksettirmiş, ondan sonra gene içine kapanıp senelerce
susmuştu.
(Syf: 160)
Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna
Yapı Kredi, 70. Baskı
4 yorum:
Ben de aynı korkudan önce İçimizdeki Şeytan'ı, sonra Kuyucaklı Yusuf'u ve en son Kürk Mantolu Madonna'yı okumuştum. Pişman değilim ve hayal kırıklığına da uğramadım. Çok ama çok nadir de olsa popüler kitaplar arasında da iyileri olabiliyor. Ama o kadar nadir ki istisnalar kaideyi bozmaz, hüküm eksere göre verilip deyip kitapçılardaki bestseller kısmını geçebiliyorum.
Bende ciddi ciddi kompleks boyutu da var. :) Mesela Kürk Mantolu Madonna'yı evde okudum. Biri elimde görmesin diye. Kitabevlerinde elime alıp kurcalamadım bile. Uzaktan kaçamak bakışlar attım sadece.
İçimizdeki Şeytan fena değildi ama fazla derindi diyemem, iyi tespitler vardı sadece.
"şşşt şuna baksana kürk mantolu madonna'yı almış eline"
Kompleks olacak kadar değil şimdilik bende :)
Eğer Sabahattin Ali içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulabilseydi İçimizdeki Şeytan da bir efsane olurdu diye düşünmüşümdür hep çünkü Ömer o yıllardaki bütün gençlerin bir yansıması. En başta da Sabahattin Ali'nin tabi.
"Veblen mallar" vardır iktisatta, iphone gibi, bir statü göstergesidir. Kürk Mantolu Madonna, veblen kitaplara iyi örnek işte. :)
İçimizdeki Şeytan, kurgusal hatta mesaj kaygısı taşıyor.
ve Ömer bence hala birçok gencin yansıması.
Yorum Gönder