Kasım 29, 2019
Kasım 18, 2019
O Eski Haz
Lisede Pink Floyd'u keşfettiğim o günün, o keşfin hazzını aldım yıllar, yıllar sonra...
Muhteşem bir şarkısın sen. Eşsizsin. Benimsin.
Redd / Kanıyorduk
"Resmini buldum yıllar sonra, bir kitapta.
Nasıl da yakışmıştı yüzün o sayfaya.
Bir devle savaşıyordu adam, yorulmuştu.
Bir sonraki sayfaya geçmeden vurulmuştu.
Yıldızlar meraklı gözler gibi, karanlıkta
Ay yarım kalmış diyordu yazar, bizim gibi.
Düşüyorduk uzaydan bakınca,
Ama aslında yükseliyorduk dünyadan.
Mutluyduk uzaktan bakınca,
Ama aslında kanıyorduk aşkla.
Aşkla,
Aşkla,
Aşkla.
Özlemek seni yıllar sonra acıtıyor.
Kalbim bi' kağıt gibi yırtılıyor.
Bir devle savaşıyordum ben hep, bu hayatta.
Ölmeyi isterdim oysa kollarında.
Düşüyorduk uzaydan bakınca,
Ama aslında yükseliyorduk dünyadan.
Mutluyduk uzaktan bakınca,
Ama aslında kanıyorduk aşkla.
Düşüyorduk uzaydan bakınca,
Ama aslında yükseliyorduk dünyadan.
Mutluyduk uzaktan bakınca,
Ama aslında kanıyorduk aşkla.
Aşkla,
Aşkla,
Aşkla"
Kasım 04, 2019
Sezginin Şiddetinde Peyami Safa Kadını*
Benliğin keşfine çıkmak heyecan verici değil midir her zaman? Çünkü ben’in anatomisidir karşımıza çıkacak olan. Bu keşifle ben’in mizacı, davranışları, yönelimleri, bilinçdışı olmak üzere çoğu şeyine vakıf olabiliriz. Keşfin bu incelik bilgisine kimi yazarlar öyle numuneler sunar ki, onların bu tahlil yeteneklerine hayran olmakla kalmaz, peşlerine düşeriz daha fazlası için. Peyami Safa, derinlikli mizaç tahlilleri ve psikanalizini yaptığı roman karakterleriyle özel bir yerde durur. Bilhassa romanları birbirinden özel, derinlik, incelik ve içgörüye sahip kadınlarla doludur.
Isabelle Mons,
Ruhun Kadınları kitabında Freud’un kadınlık üzerine olan teorilerini Kadın Narsisizmi,
La Sexualite(Kadın Cinselliği) ve La Femininite(Kadınlık) kuramlarıyla
çalıştığını fakat “Kadın Muamması” karşısında ne diyeceğini bilemeyen Freud’un
kadınları anlamak isteyenleri şairlere havale ettiğinden bahis açar muzipçe. Öyle
ki kadın doğasının muammasıyla Freud bile baş edemez. Edebiyatımızda ise bu
muamma üzerine en çok kafa yoranlardan biri olarak Peyami Safa belirir.
Peyami
Safa Kadını
Peyami Safa’nın
Kadın & Aşk & Aile kitabı, onun psikoloji merakına ve romanlarındaki
kadın karakterlerin hangi zeminde oluşturulduğuna ipuçları sunar nitelikte. Bilhassa
Kadın ve Sır başlıklı yazısı, onun kadına bakışını yansıtır. Safa, sırdan
kastının ruhun içyapısına ait bilgileri; ruhtan kastının ise aklın değil,
idrakin dışında kalan içerlek ve karanlık bölgeleri kastettiğini belirtir. Yazıda
ismini geçirdiği Fransız Şair Paul Claudel’in erkeğe atfettiği akıl ve kadına
atfettiği ruhu; Animus ve Anima tasnifi onun kadına bakışıyla büyük ölçüde benzeşir.
Başka bir yazısında ise Gina Lombroso’nun Kadın Ruhu kitabını önerir
okurlarına.
Peyami Safa’nın
gazete yazıları da onun kadın bahsine hususi ilgisini ele verir. Lilith misin
Havva mı? başlıklı yazısı romanlarındaki femme fatale kahramanların Lilith
metaforundan beslendiğini aşikâr eder bize. Femme Fatale, Drama Queen karakterleri olanca
histerisi, paranoyası ve problemleriyle estetize eden Safa, bu karakterleri çoğunlukla
Doğu-Batı çatışması, modernite eleştirisi zeminine oturtarak ve eleştirisini
bazen örtük bazen apaçık bir didaktik dille yapar. Örneğin “Mahşer”de Savaş
yıllarında yüksek sosyetenin alemli gecelerine, Sözde Kızlar’da taşradan şehre
göç etmiş bir kadın üzerinden modernleşmesine, Selma ve Gölgesi’nde Canan’da,
Bir Tereddüdün Romanı’nda kötücül kadın karakterlerine ve 9. Hariciye Koğuşu,
Fatih-Harbiye romanlarında çağdaşlaşma sürecindeki çatışmalarına okurlarını tanık
tutar.
Hıncın
Zarafeti
Kadınların
çoğunda sahip olduğu güç/güzellik/özellik her ne ise varlığını onun üzerinden
güzelleyen beğenilme arzusunu bilen Safa, bu arzuyu Bir Tereddüdün Romanında
histerik kahramanı Vildan’da ayyuka çıkarır. Vildan âşık etmek hırsıyla yanıp
tutuştuğu adama elindeki hançerin üzerine nakşettirdiği cümlenin anlamını
haykırır: “Entrero in un cuore! Manası nedir biliyor musun? Bir kalbe
gireceğim demek."
Doğanın kadim ve
ilkel yasaları fısıldıyor ki kadın, erkeği seçerken hayatının zahirini; erkek,
kadını seçerken ise hayatının batınını seçmiş oluyor. Erkeğin iç alemini kadın;
kadının dış alemini ise erkek belirliyor sanki. Fakat iç alem ve dış alem
mukayesesi bu geleneksel bakıştan ayrılıp iki kadın ile de mümkün olabiliyor.
Bu mukayese Safa’nın Canan romanında billurlaşır. Zahire hitap eden Canan
karakteri ve içgörüsü yüksek Bedia karakteri arasındaki mukayesenin kazananı
romanın sonunda açık olur. “Canan esaslı bir fikrimi değiştiren yegâne kadındır:
dişi hayvan sevk-i tabisiyle kadın sevk-i tabisini arasında gayet ince bir fark
olduğunu bana öğretti.” dedirtir kahramanına. Ve asıl taltifini hikâyenin
sonuna saklar: “ne asil yüz! Bir sene evvel Bedia’nın çehresinde bu kadar mana
olsaydı, Canan’la rekabet edebilirdi.”
Ruh
Kadın & Ten Kadını
"Bütün
bu yaşamak gürültüleri içinde ruhun vazifesi o kadar azalıyor ki." Peyami Safa / Sözde Kızlar
Ruh Kadını, Ten
Kadını diye erkek nazarında sessiz bir tasnif var sanki. Kadınların
varlıklarına bakınca en güçlü vurguyu -göz mü, dudak mı, bakış mı, zekâ mı,
seziş mi, hâl mi, naz mı, siluet mi- en güçlü vurgu nerede ve o her ne ise onu
görüyorlar hemen. Bu sessiz tasnifi romanlarında çoğunlukla iki tezat karakter
mukayesesiyle veren Safa, övgüsünü “ruh kadın”a bahşeder. Bu tercihle moderniteyle
kurduğu ilişkiyi ve tarafını da açık etmiş olur. Ruh kadın tipolojisinin en belirgin görünümü Matmazel
Noraliya’nın Koltuğu’nda kendini gösterir. Metafizik bir dönüşümle iç huzurunu
bulacak olan Nilüfer’e Matmazel Noraliya adındaki bir kadının defteriyle şifa
bulunur. Bu şifacı prototip Safa’nın ruh kadının en iyi örneğidir.
Kadınların özbenliklerini
keşf ettikleri, ergenliğe, orta yaş krizine, bir kimlik buhranına denk gelen ve
etrafa tümüyle kayıtsız, aynada varlıklarını seyirlendikleri döneme -Lacan’ın
Mirror Stage(Ayna Evresi)’nde bahsettiği türden bir bilişsel keşfedilmemişlik evresi
gibi- Peyami Safa roman karakterleriyle katkıda bulunur. Bu prototip de Sözde
Kızlar’da görünürlük kazanır. Roman, kendini keşfe çıkan ve bütünüyle safi
kadın özelliklerini gösteren Mebrure’nin “Sözde Kızlar”ın ortasına düştüğü bir yerde
kendini, kadınlığını ve kötücül olanı keşfinden sonra yine aslına dönüşünü konu
edinir.
Yeni
Kadın
Bir Tereddüdün Romanında “tercümeler
yaptın, fakat bir satır bile yazı neşretmedin; çocuklara bayılıyorsun, fakat
ana olmadın; her emelin, her gayenin büyüklüğünü ve güzelliğini anlıyorsun fakat
hiç bir emelin yok; bir çocuk saflığıyla en basit yalanlara inanabilirsin fakat
hiç bir şeye iman etmiyorsun” diye itham ettiği her şey budalası kahramanı Vildan’a cevap verircesine “Kadının ebediyeti zekâsında değil,
rahmindedir. Yeni kadın, yaratıcılığın merkezini şaşırmıştır." diyen
Peyami Safa bu cümleyle modernitenin yeni kadın tipolojisine en sert
eleştirisini de getirmiş olur. Safa, geleneksel olandan yana tavır alan bir
tutum gösterir. Oysa, bazen tek bir cümleden, bir sonsuz doğrulmaz mı? Yazmak;
doğurmaktır değil midir? Yazmak; yalnızca bedeninde değil ruhunda, zihninde ve
kalbinde de bir rahim taşıyan kadınlara yakışmaz mı en âlâ?
İncelik
Bilgisi
Safa’nın alamet-i
farikası zengin kadın karakterleri, mizaç tahlilleriyle sınırlı kalmaz. Birçok
kavrama keskin perspektifi ile getirdiği ince yorumlar, güçlü ifadelerle o Türk
Edebiyatında incelik bilgisini romanlarında en iyi uygulayanlardan biri olarak yerini
alır;
Hayranlığa bambaşka bir tanım getirerek “yenilmiş kıskançlık” der.
Yalnızız’da “kalbin kendine müdafaa”sından bahseder: “Sevgide kaybolmamak için nefret sebepleri arar, bulamazsa yaratır. İşte böyle, kendi kendini aldattığını anlayınca da utanır ve ona daha çok bağlanır. Kendi yalanlarını affetmeyen kalbin kendine verdiği ceza.”
“Alakalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve sevmek deyip çıkıyoruz” diyerek sevmenin en çok suiistimale uğrayan kelime olduğunu söyler.
Yaşamak hırsı kadar, ölmek hırsımız olduğundan bahseder.
Ve zekâmızın hürriyetinden ve genişliğinden ancak -izm'siz düşünülebildiği gün bahsedebileceğimizi söyler.
Hayranlığa bambaşka bir tanım getirerek “yenilmiş kıskançlık” der.
Yalnızız’da “kalbin kendine müdafaa”sından bahseder: “Sevgide kaybolmamak için nefret sebepleri arar, bulamazsa yaratır. İşte böyle, kendi kendini aldattığını anlayınca da utanır ve ona daha çok bağlanır. Kendi yalanlarını affetmeyen kalbin kendine verdiği ceza.”
“Alakalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve sevmek deyip çıkıyoruz” diyerek sevmenin en çok suiistimale uğrayan kelime olduğunu söyler.
Yaşamak hırsı kadar, ölmek hırsımız olduğundan bahseder.
Ve zekâmızın hürriyetinden ve genişliğinden ancak -izm'siz düşünülebildiği gün bahsedebileceğimizi söyler.
Yazı için tık; http://www.sabitfikir.com/dosyalar/sezginin-siddetinde-peyami-safa-kadini
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)