Ekim 16, 2022

Kendi Peşine Düşen Aşık: Kierkegaard

-Radiohead’tan Creep eşlik edebilir bu yazıya-

"Nereden bildin benim ben olduğumu?" diye sormuştu Oruç Aruoba karşısındaki “sen”e. “Ben” dediğimizin ben olduğundan dahi emin olamıyorken, sen dediğimizden nasıl emin olacağız? “Sen” diye güzelleyip seçtiklerimizden peki? Birini bize en çok tesir eden yer ve zamanda değil de bambaşka koşullarda tanısaydık yine de onu seçer miydik? Bu soruda o kişinin, “gerçek sen”imiz olup olmadığının cevabı gizli.  Mutlak sen, pusulanın kuzeyi gösteren o ibresi gibi her koşulda hep aynı kişiyi işaret eder. Zamansız bir lamekânda birbirine ait iki ruh gibi... Bu kadim sorunun peşine düşen en bilindik örneklerinden biri de Kierkegaard değil miydi? Kierkegaard meşhur kitabı Baştan Çıkarıcının Günlüğü’nde aşkın peşine düşüyor, sonrasında aşkın yolundan sapıp kendi peşine düşüyordu.

Kendi Peşine Düşmek

Çocukluğunu sert bir Hristiyanlık eğitimi ile geçiren Kierkegaard’ın babasıyla olan çatışması ve yaşamındaki trajik tezatların onun düşüncesinde ve yaşam deneyiminde ciddi tesirler bıraktığını söylemek yanlış olmaz. Ateşli bir muhayyileye, rasyonel muhakeme becerisi de eklenince tanrı, aşk, iman ve yaşam arasında tutkulu bir bağ kurması kaçınılmaz olur. Filozoflar, Yaşamları ve Eserleri kitabında, 1813’te Danimarka’da dünyaya gelen Kierkegaard’ın doğum öyküsü hayli enteresandır. Kierkegaard’ın babası, ilk eşinin ölümünün ardından okuma yazma bilmeyen oda hizmetkarı Ana Sorensdatter Lund’dan çocuk sahibi olup daha sonra onunla evlenir. Kierkegaard da bu evliliğin sonuncu çocuğu olur. Zina yüzünden kök salan suçluluk duygusu ve Tanrı tarafından cezalandırılma korkusunun olduğu bir ev ikliminde, kendiyle şiddetli bir ilişki kurar Kierkegaard.  

Kamuran Gödelek’e göre babasının ölümünden kısa bir zaman önce babasıyla barışması, Kierkegaard’ın ahlaksal dönüşümünün zirve noktasıdır. Kierkegaard babasının sırrını asla onunla paylaşamayacağı ve bu durumun kendindeki infialinin Regina’ya zarar vereceğini düşündüğü için âşık olduğu halde Regina’dan ayrılır. Aşkın başka bir yorumda ise Hamza Celalettin şöyle ifade eder: “Kierkegaard'ın nişanlısı Regine'yi terk edişi, İbrahimî bir kurban girişimi ve yüceleşme talebiydi. İbrahim için feda edilemez olan oğlu, Kierkegaard içinse feda edilemez olan Regine'ydi. Kierkegaard da etik olanı (evliliği) askıya almış ve bütün varlığını Yüce'sine sunmuştu”

Aşk Korkusu

Bir şeyi çok fazla istemek, çok fazla sevmek o şeyi kaybetmenin en kısa yolu. Sevgi ve istek şiddetlendikçe "kaybetme korkusu" galip gelir. Çok sevilen, çok istenen şeyler ürkek bir serçeye benzer. Ve korkunun üşüştüğü yerde çok istenen her şey kuş olup uçuverir. Tıpkı bu şekilde Kierkegaard’ın Regine Olsen’le kurduğu ilişki ve bozduğu nişan farklı bir gözle okunduğunda onun tanrı, yaşam ve aşkla kurduğu ilişkiyi ifşa eder niteliktedir.

Yaşam öyküsünden oluşan ve aşkının anatomisi gibi yorumlanacak kitabı Baştan Çıkarıcının Günlüğü’nde Kierkegaard kendi aşk felsefesi ve deneyiminden ipuçları sunar. Kitapta bu sapmalı ve dalgalanmalı ilişkiyi çok net görür okur. Sitemkâr aşık, zalim filozof, tutkulu dindar ve alaycı bir çapkın bambaşka kılıklara girer Kierkegaard. “Keşke görseydi beni, keşke ruhumun içine bakabilseydi. Keşke!” dediği yerde sitemkâr bir aşığa bürünür. “Mücadele yoksa aşk sona ermiş demektir.” aşkı kaybetmek korkusunu açık eder. Aşkı kaybetmek korkusu; yeni bir yolu ilham etmiş gibidir: "Ona tensel anlamda sahip olmak beni hiç ilgilendirmiyor, ben onun hazzına sanatsal bir biçimde varmanın peşindeyim." İlham veren bir haz nesnesidir Regine. Eş yerine ilham perisi yapılan aşkın bir imge… Nitekim Regine başkasıyla evlendikten sonra da eserlerinde ilham motifi olarak yer almaya devam eder. “O halde neyim ben? Beden, kütle, toprak, toz ve kül. Sense Cordelia’cığım, ruh ve tinsin.” Aşkın aşkınlaştığı o noktada ise şöyle dile gelir Kierkegaard: “Hiçbir şeye sahip değilim; çünkü yalnız sana aitim, ben, ben değilim, ben, ben olmaya son verdim, senin olmak için.”

Seçme Kudreti

Kierkegaard felsefesinde “seçim anı” özel bir yer tutar. Seçim konusunun hafife alınmaması gerektiğini çünkü en küçük kararın bile insanın hayatında en temel meselelere yansıyacağını düşünen Kierkegaard’a göre bireyler kendilerini seçimleriyle ifşa ederler. Çünkü Kierkegaard’a göre seçim yapamayan kişi aynı zamanda birey olamayan kişidir. Seçimin kişilikle ilgisi olduğunu düşünen Kierkegaard; kişinin bir seçimi ertelese bile bilinçdışıyla bir seçim yapacağını yahut içindeki karanlık yanın ona bir seçim yaptıracağını ileri sürer. Kierkegaard seçimlerin ve seçmenin tüm gerginliğinde umutsuzluğu bir seçim alternatifi olarak bireye sunar.

"Seçici olmayan bir sevgi, nesnesine haksızlık ederek değerinin bir kısmını yitirir. Dahası, her insan sevgiye layık değildir.” der Freud. Freud gibi hiyerarşik bir yapı kuran Kierkegaard; etik ve estetik seçim olarak iki seçimden bahseder. Estetik seçimin gündelik ve geçici; etik seçimin ise mutlak seçim olduğunu düşünür. Kierkegaard, seçim anında bir nüansa dikkat çekerek “Eğer bir genç kız, kalbinin seçimini izlerse, bu seçim, ne kadar güzel olursa olsun dar anlamda seçim değildir. Eğer kişi mutlak olarak seçmiyorsa, yalnızca o an için seçiyor demektir ve bu nedenle bir sonraki anda başka bir şeyi seçebilir.” der. Kierkegaard’a göre böylesi seçimler tutkuya karşılık ruhta yalnızca bir ritim olacak spiritus lenis (cılız arzu)'tir.

Ayartılma Korkusu

Her çağın kendine özgü bir ahlaksızlığı olduğunu düşünen Kierkegaard, günahın sürekliliğinin de yeni bir günah olduğunu ekler. Çünkü ona göre Her günahtan sonra pişmanlığın olmayışı yeni bir günahtır, hatta bu günahın pişmanlıktan yoksun kaldığı anların her biri yeni bir günahtır.”

Kierkegaard, “umumiyet itibarıyla insanlardaki sevgi mefhumu onun üstünlük ve mükemmellik arayışı içindeki beğeninin uyanık gözü olduğu şeklindedir” diyerek insanların çoğunda olan özne değil sıfat sevgisine dikkat çeker. Kierkegaard, salt beşerî sevginin, sevgilinin mükemmellikleri peşinden ve onlarla yok olup gittiğinden bahis açarak; tüm beşerî sevgilerde bir tür hırsızlık olduğunu ve sevenin, sevilenin mükemmelliklerini çaldığı anlamına geldiğini ileri sürer.

Benim Senim Sensin

Kendine ait olanı bilişin o sessiz ilmi… Dilsiz bir sezgi, kör bir bakış ve topal bir ayakla bile nasıl da bulur insan onu. Kendine ait olan şeyi kaybedemez ki insan. Ait olan, kaybedilemez. Zamansız bir lamekânda bizimdi. Bizimdir. Ve yalnız bize aittir ancak. Zarif ürperti, korkak heyecan, şaşkın telaş, muhteşem kifayetsizlik, tokat gibi bir sersemlik... Ruh, yücelikle karşılaştığı o an nasıl da sezer. Tanrısal olanın ışıltısıdır bu. Ondan bir zerre olsun taşıyan dilsiz sezgiyle tanır onu.


“Kendinin sahibi olmayan bir adamın bir şeylere sahip olması çelişkilidir.”
der Kierkegaard. Kendinin sahibi olmayı ister. Kendini ayrıca bir özgürlük tutkunu olarak tanımlar ve “bana özgürce gelmeyen bir şeyle uğraşmam bile” der. Kendinin sahibi olma bilinci ve özgürlük tutkusuna bir de âşık olmak eklenince aşkın, gerçeğin ve nihayetinde kendinin peşine düşmüş; “aşkı” ve “sen”i ararken, “aşkınlığı” ve “ben”ini bulmuştu.

 

Kaynaklar

Emrah Bozkurt, (2017, Kasım-Aralık). Estetik Felsefesi ve Søren Kierkegaard. Havâss Dergisi, Sayı 3, s. 26-32.

Harold John Blackham, (2012). Altı Varoluşçu Düşünür. Soren Kierkegaard. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Filozoflar - Yaşamları ve Eserleri, (2021) İstanbul: Alfa Yayınları.

Kamuran Gödelek, (2008). Kierkegaard'ın İnsan Görüşü. Uluslararası Sosyal Arastırmalar Dergisi.

Kierkegaard, (2013). Baştan Çıkarıcının Günlüğü. İstanbul: Ayrıntı Yayınevi.

Kierkegaard, (2014). Ölümcül Hastalık Umutsuzluk. Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Kierkegaard, (2020). Kırdaki Zambak ve Gökteki Kuş. İstanbul: Pinhan Yayıncılık.

1 yorum:

Boyacı dedi ki...

Oldukça faydalı bir bilgi paylaşımı olmuş. Teşekkürler