“Vakt, şu an kendisiyle olduğundur” Ebu Ali ed-Dekkak
Sufilerin El-Kitabı’nın vakt bölümünde İbn Acibe, Sufilerin “vaktin çocuğu” olduğunu söyler. Ve vaktin kılıca benzediğini ona yumuşak davrananın güvende olduğunu; sert davrananın ise yaralanacağını ekler. Vakt, öyledir. Peki, vaktin de güzeli, doğrusu, hayırlısı, efsunlusu var mıdır? Vardır belki. Hatta makamı bile vardır: Rast Makamı.
Rast makamını zamanın diğer evlatlarından ayıran vasfı nedir peki? Kendiliğinden olanın zamanıdır o. Zamanın büyüsüdür. Birbirine ait olan her şeyi vakti geldiğinde rastlaştıran bir vakti var hayatın: Rast Makamı. “Farsça kökenli rast kelimesi, doğru ve hayırlı demek. Bundan dolayıdır ki bazılarıyla ‘karşı’laşıyor, bazılarına ise ‘rast’lıyoruz.” der Bertan Rona. Şans, tesadüf, nasip... Bambaşka adlar verirler ona. Rast Makamı öyle bir vakittir ki; ona hiçbir müdahale, hırs, entrika işlemez. "Kaderin üstündeki kaderin bilgisi"dir o. O vakit gelmişse her şey tamamdır. Gelmediyse her şey eksik, tüm mümkünler çaresiz. Paulo Coelho kitabı Simyacı’da “Becerebilsem talih ve rastlantı sözcükleri üzerine büyük bir ansiklopedi yazardım” der. Bu noktada ayırdı sıkça yapılan tesadüf (rastlantı) ve tevafuk bahsi önemlidir. Rastlantı için herhangi bir türden sebebe bağlı olmayan karşılaşma der sözlükler. Tevafuk, ilahi zamanın vaktidir. Dünyevilikte tesadüf, uhrevilikte tevafuk vardır bu yüzden.
İlahi Şiir: Rast Vakti
Makamlardan en çok Rast Makamını severim... Rast Makamı üzerine biraz araştırınca Rahmi Oruç Güvenç’in icralarına rast geldim. Sonra doğduğum günün, onun vefat ettiği güne rast geldiğini. Savaş Barkçin 40 Makam 40 Anlam kitabının Rast Makamı bölümünde rast makamını böyle tanıtır: “Rast uhrevi bir makamdır. Yani öteleri, sonsuzluğu terennüm eder. Sekinet yani iç huzurun makamıdır.” Rast Makamı, birliğin makamıdır. Bütün makamların anası kabul edilir, rengi beyazdır. Çünkü rast makamında bütün makamların aslı gizlidir tıpkı beyaz renk gibi. Aklın karıştığı, gönlün huzursuz olduğu vakitlerde rast makamı dinlemek ruhu şifalandırırmış bu yüzden.
Miguel de Unamuno “En üstün sanat rastlantı sanatıdır.” “Rastlantı! Rastlantı dünyanın gizli ritmidir, rastlantı şiirin ruhudur" der. Rastlantılar, ilahi bir şiir olsa gerek. Rastlantının zamanı nasıl akar? O kısacık rast anı neden sonsuzca gelir? Salise, saniye, dakika, zaman... O anın ölçü birimleri bunlar değildir sanki. Zaman eşit anlarla ölçülse de aynı şekilde akmaz çünkü. Öyle değil midir? Zamanın bambaşka akışları en çok da sevilenin yanındayken anlaşılır. Tıpkı şöyle: Vakit geçirmek için beraber yürürsün / Beraber yürürsün ve vakit geçmiştir / Vaktin nasıl geçtiğini anlamadan yürürsün. Vaktin suya benzediği yerdir sevilenleyken an. Bazı anlar o kadar güzeldir ki o "hiç bitmesin" anının bir gün solgun bir anıya dönüşeceği korkusu hücum eder kalbe hemen. Çok güzel anların kısacıklığı o korkudandır hep. Çok güzel an, bir nefes kadar kısa bir yutkunuşa en son da yumruya dönüşür bu yüzden.
Tanrı Misafiri Cevaplar & Doğru Zaman
Günlerdir zihninde cevabını arayıp durduğun bir sorunun, beklenmedik bir ağızdan önüne cevap olarak gelişi... Ve "cevabımı buldum" hissi. Tanrı misafiri gibi gelen cevaplar, muazzam bir şey. Cevapların bile doğru zamanı var. Yanlışı söylemenin bile doğru zamanı var. Doğru zaman, sorunun cevaba kavuştuğu an'a değil "cevabın idrak edildiği an"a tekabül ediyor. İnsanın doğru cevaba varması bir ömür sürüyor bazen. Cevabı yıllar öncesinde duymuş olsa bile. Bazı soruların cevabı "o an"da değildir çünkü. Bazı soruların cevabı geçmiştedir, gelecektedir. Bazı soruların cevabı ise zamansızlıkta...
Zamanın devingen buyruğuyla güncelleriz aşklarımızı, ideallerimizi, fikirlerimizi, gerçeklerimizi, ümitlerimizi... Zaman her şeyi yalanlar, yazgımızı şahit kılarak üstelik. Zamanla baş edebilecek neyimiz var ki? Tüm gerçekleri yalanlayacak kudret zamansa; zamanın ta kendisi midir hakikat? Zaman, en büyük ifşa edici. Zaman, sahte olan her şeyin aslını vakti geldiğinde ifşa edecek kudret. Zamana inanmak, yaşamak ümidini diri tutuyor. Zamanın efsunlu ölçüsü rast makamının bambaşka akışlarını da işaret ediyor. Sayalım o halde:
Akışın zamanı vardır. Zamanın akışınca dilediğince akar hayatın akışı. "Serbest bırakmayı bilmek" muhteşemdir. O ahenkli ritimde insanlar sanatı, müziği, dansı keşfetti. İnsan zihnini ve ruhunu serbest bırakmayı öğrenmeli en çok da. Nasihatçı, didaktik, vaazcı tiplerin felsefi, estetik ve mizah anlayışları bu yüzden gelişemiyor.
“Yardımın tekâmül geciktirici etkisi” vardır bazen. Düşmeden öğrenemeyecek olana yardım etmek; tekâmülünü geciktirmekten başka bir şeye yaramıyor. Bazıları olgunlaşmak için düşmek zorunda. Kaybetmek zorunda. Kahrolmak, pişman olmak zorunda. Kahrın da zamanı var. Kalbin en karanlık gecesinin şafağı var. Ve kalbin en aydınlık sabahının bir gecesi. Gün gibi döner durur kalbin halleri. "Kabz"ın gelişi, "bast"ı müjdeler. Bast'ın gelişi kabz'ın geleceğini hatırlatır. Kalbin lütfu da kahrı da hoştur bu yüzden.
"Kalbin Rabbin kararına dayanmasıdır" İbn Acîbe, sabrı böyle tanımlar. "Kalbî sağlamlık" mühim şey. Büyük acılarla bağışıklık kazanmış güçlü bir kalp, hasret duyduğu her hissin yokluğuna dayanıyor. Fakat en güçlü kalp bile âşk karşısında derman bulamıyor. Aşkın da zamanı var. "Hiçbir zaman aşkı kovalama. Eğer sana serbestçe gelmediyse değersizdir.” der Paulo Coelho. Yalnızca aşk için değil. Hırsla, stratejiyle, tek bir kişinin gayretiyle ya da "bir çiçeğin açışı gibi kendiliğinden gelmeyen" her şey için geçerli. Hırsla elde edilen hırsla elden çıkar.
Şeylerin Vakti
Bazen kalpten bir dileğiniz yerin
yüzüne düşer. Hissikablelvukuyla ya da
telepatik bir bağla dostların kalbine, oradan hediye diye varır ellerinize. Cândan
yapılan her şey böyle “adrese teslim" olur: Kalpten kalbe kargo hizmeti. Ruhların
frekansı vardır çünkü. "Rast Makamı"nda buluştukları
istasyonları. Hologramları vardır aşk
auralı. Ve de müzikleri vardır, radyolarında çaldıkları. "İki insan,
aynı ya da birbirine yakın frekansta iseler ancak ortak bir şeylere sahip olur
ya da yan yana gelebilirler” derler bu yüzden.
Bir ruha, bir insana, bir yüze varmanın bile vakti vardır. "Yüzlerinizin hikâyesi farklı" diyeni anmanın tam zamanı. Yüzlerin de hikâyesi vardır. Her yazgının yüze düşürdüğü, ruhun sîretini yüzde zuhur ettiren hikâyesi vardır. İnsan birinin yüzüne varabilir mi? Yollar, yüzler, gözler... Yüzü yüzünüzün yoluna çıkmayan, gözü gözünüzle çakışmayan, yazgısı yazgınıza rast gelmeyen bir yüze nasıl varabilir ki bir yüz?
Kitapların da vakti vardır. Tıpkı doğru insanlarla rastlama vakti gibi. Kitaplar da insanlar gibi. Vaktinde çıkıyorlar karşımıza. Ya da yıllarca baş ucumuzda, bilincimizin hazır olacağı zamana değin saklarlar kendini. Doğru zamanda karşımıza çıkan doğru insanlar gibi. Tıpkı onlar gibi vakti var bazı kitapları okumanın. İnsan kitabını bulur, kitap insanını bulur... Bazen sadece vakti vardır, vesilesi vardır.
Bitişlerin de zamanı vardır. Çok eski hikâyeler tamamlanmak ister. Sıkıcı virgüller, yapmacık ünlemler, sonsuz üç noktalar... Eski hikâyeler noktaya varmak, nihayetine kavuşmak ister. Bittikten sonra isim konur hikâyelere çünkü. Başlangıçlar bambaşkadır ama tüm bitişler birbirine benzer. Bir gücün bitişi, bir devrin bitişi, bir aşkın bitişi, bir günün bitişi ve bir ömrün bitişi... "Bütün düşüşleri ezberlemiş" gibi bütün sözlerini ezberlemiş oluruz bazen eski şarkılarımızın. Ve de hayatımızın. Artık yeni şarkılar dinlemek lazım.
Varamayışın da vakti vardır. "Biliyorum, sana giden yollar kapalı" demişti Cemal Süreya. Varamayışın vaktini tarif için. Çünkü iç sese denk gelmek de doğru zaman ister. İçtenlik, kalbin derinliklerine giden yolları bilip işaret eden gizli bir pusula sanki. Avcumuzun içi gibi bildiğimiz kalplere bile bazen varamayışımız bundan. Ya yol yok ya pusula kayıp ya da puslu kalmış kalpler.
Özlemsizlik, güzel şey... "Özlemsiz bir şimdi"de yaşamak, büyük talih. Özlemin; şimdiyi geçmişte esir, gelecekte rehin tutan bir yanı var. Şimdiyi severek yaşamak muhteşem bir şey. Şimdide yaşayış, kendiliğinden olanın sevincini bahşeder. İnsanın hayatında "Hadi!" diyebileceği; hesapsız, çıkarsız, spontane tekliflere "evet!" diyeceğinden emin olduğu birilerinin olması muazzam bir şey. Hayatın gökkuşağı gibi ansızın gelen güzelliklerini ancak böyle yakalayabiliyor insan çünkü.
Yalnızlık Vadesi
“Bekleyişin acziyeti" diye bir şey var. Beklemek, bir tür dilenciliğe benziyor. Seçebilirken zenginiz, seçilmeyi beklerken ise dilenci. İsteyişin dilencisi heves de böyle değil midir? İnsan hevesine yetişemiyor, hayaline dokunamıyor, idealini yaşayamıyor çoğu zaman. Zamanın akmadığı, uzanıp da varamayışın bu zamanlarda durmak en iyisidir. Duran, koşacak dermanı da bulur çünkü. Belki bunca durmak, vakti gelince koşulacak içindir. Zamanı gelince nefesiniz kesilinceye kadar koşmak içindir. Güzel şeyler beklenirken gelmez. Onlar hep birdenbire gelir. İstek gölge gibidir. Kovalanan bir gölge gibi peşine düştüğü hiçbir şeye varamaz insan. Varanlar; nefes nefese koşanlar değil çağırmayı bilenlerdir. Varılan, çağrılandır aslında.
Tenezzül etmeyişin gururu ne fiyakalı gelir. Varlığını en büyük zenginlik sayan insana. İhtiyaç duymak istemeyişin kibri vardır bir de. Hiçbir şeye, hiçbir insana ve hiçbir imkâna... Oysa insan ihtiyaç duydukça insanlaşır. En çok da insana. Kendini başkalarının lütfu, velinimeti görenlerin kendi gerçek değerlerini idrak etmelerinin tek yolu yalnızlıktan geçiyor. Bir yalnızlık vadesi, herkese kendi gerçek değerini ve kimsenin kimseye ihtiyacı olmadığını hatırlatmaya yetiyor çünkü. Mahrumiyet sanılan şeyin esirgenmek olduğunu idrak etmekle gelen o şükran hissi vardır bir de. İnsan yazgısıyla en güzel böyle barışıyor. Yaşayışın saadeti tam bu vakte denk düşüyor. Razı oluşun vakti… Bu bahiste Ahmet Haşim'in merdiveni hâlâ güçlü bir imge. Ağır ağır çıkılıyor merdivenlerden. İster tepelerden bak, ister aşağıların hevesiyle. Nerede durursan dur ne yaparsan yap. Doğduğun basamaktan üç beş basamak öteye yükselebilmekten ibaret işte yaşamak.
Kendimize Çarpmak
"Koşsaydım yetiştirdim, koşmadım" der İbrahim Tenekeci. Ve ekler: “İsmet Özel"in ‘iniyorum ama indirilmedim’ dizesine benzedi. Benzesin.” Ne güzeldir bir mümküne varabilecekken o mümkünden vazgeçebilme kudreti. O bir hürriyettir: Vazgeçişin hürriyeti. Ne güzel bir hürriyet.
“Kendimden kaçmak istiyordum. Böyle bir rastlantı mümkün müydü?” Sadık
Hidayet Kör Baykuş’ta. Kendinden kaçtığında en saklı haline çarpar
insan. Kendimizi bulmak istediğimizde ancak rastlarız kendimize. Tanışmayı
değil rastlamayı, buluşmayı değil karşılaşmayı, aramayı değil önüme çıkmasını
severim. Bilinçsiz bir arayışta, yolumuzda giderken henüz adı bile konulmamış o
şeye "rast" geldiğini keşfedişin o anı. Yürüyorken... Kaçmamış,
kaybolmamış. Ve aramıyorken. Bulmayı, bulunmayı, karşılaşmayı ummamışken ve. Ta
karşıda "rast" gelmesi gibi. Aşığım bu hisse.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder