The Fountain, 2006. "o ağaç?" |
(Kısaca nasıl
tanımlanır bilmiyorum ama ilgimi çekmişti. Geçen kış gözüme çarpan ve hemen
okunan bir kitap, ardından dört-beş ay sonra tüm cümlelerinin gerisinde bu şey;
Kalaba’yla konuşan bir ses ve o’nun sayfaları, sayfaları bulan cümleleri. Yahudiliğin
mistik bir kolu deniliyor, Yahudi tasavvufu deniyor, aslında din’le hiçbir
alakası olmayan güzel bir öğreti deniyor. İlluminati, Masonluk, Yahudilik,
kısaca bencil amaçlar taşıyan tüm bu gruplardan bağımsız ve tüm insanlığa açık
bir öğreti deniliyor. “Materyalist tasavvuf” absürd ve tarzanca olsa da biraz,
ben böyle diyorum.
Kabala, evrim’i
reddetmiyor, tanrı/yaratıcı’yı inkâr etmeyen ama materyalizme kayan bir tarafı
var. Bencilliği oldukça yeriyorlar ve biricik gayeleri almak’tan/verme’ye
geçmek. Dinlerde, tasavvufta, hatta Nietzsche’de olan üst insan/kâmil insan
motifi Kabala’da da var ve yaşama gelmenin amacı bu döngüyü tanımlamak. Kutsal
kitapları, kaynakları inceliyorlar, başucu eserleri ama dini terminolojideki
tüm motiflerin sembol olduğunu düşünüyorlar. Dinlerin peygamber dediği, neredeyse kutsallaştırdıkları tüm bu kâmil adamlar onlar için yalnızca ilim sahipleri.
Âdem yaratılan ilk canlı değildi mesela, Adem Yaratıcı’yı kavrayan ilk beşer olduğu için âdem oldu. İbrahim ilk kabalist. Kutsal kitapların hepsi beşer mahsulü. İnsanları yaşamdaki zevklerden soyutlayan, kendilerini gerçekleştirmelerine engel olan, başörtülerin, uzun, bol elbiselerin içine hapseden, onları bağnaz, tekdüze, doğulu ve az gelişmiş yapan tüm yasaklar, kurallar, sınırlar ve soyut varlıklar aslında yok. Yaratıcı mahlûklarından bunları, bu keskin sınırları olan şeyleri istemiyor. Ve Metafizik varlıklar yok. Kutsal kitaplarda “apaçık düşman” denilen, insanları günah’lara sevkeden şeytan yok. Ve şeytan yok.)
Âdem yaratılan ilk canlı değildi mesela, Adem Yaratıcı’yı kavrayan ilk beşer olduğu için âdem oldu. İbrahim ilk kabalist. Kutsal kitapların hepsi beşer mahsulü. İnsanları yaşamdaki zevklerden soyutlayan, kendilerini gerçekleştirmelerine engel olan, başörtülerin, uzun, bol elbiselerin içine hapseden, onları bağnaz, tekdüze, doğulu ve az gelişmiş yapan tüm yasaklar, kurallar, sınırlar ve soyut varlıklar aslında yok. Yaratıcı mahlûklarından bunları, bu keskin sınırları olan şeyleri istemiyor. Ve Metafizik varlıklar yok. Kutsal kitaplarda “apaçık düşman” denilen, insanları günah’lara sevkeden şeytan yok. Ve şeytan yok.)
Girişi uzattım farkındayım ama parantez içini doldurmak zorundaydım.
Çünkü güzel bir keşf oldu. Keşf buldum. Okunması lazım gelen bir kitap vardı,
onu almıştım. –bitirmedim, başlarındayım hala, hem okumam bile belki de o cümlelere
rast’tan sonra- orada Kuran’da çok kez geçen Adem ve Havva’nın cennetten
kovuluş kıssasının yazarca anlatımı vardı. İşte o cümlelere denk geldim. Muhatabıma da söyledim, keşfimi söyledim. Bana “itaatkâr” yaşamımda devam
etmemi, mensubu olduğum dinde kalmamı, -kendince çorak bulduğu
dinimin üzerime gayet yakıştığını ve hatta kendince bunun tam ben’lik olduğunu ima ederek
hem de- tembihleyerek bana mutluluklar diledi.
*
Gerisini Keşfsever anlatsın o halde.
Âdem ve Havva kıssasındaki, onlara “sonsuzluk ve güç” vaad eden,
yasak ağacın kabala olduğunu düşünüyorum. Âdem ve Havva’ya dostça, bilgece ve
aslında onların mutlu olmasını isteyerek yaklaşan’ı da İslami terminolojideki
adıyla şeytan sayıyorum. -Kafamı nelerle bozmuşum değil mi, işim gücüm yok da,
bunlarla uğraşıyorum değil mi.-
"Ama bir kez şu ağacın
meyvesinden yerseniz. Gözünüzün önünden kalkacak tüm perdeler. O zaman gerçeği
göreceksiniz. Her şeyi bileceksiniz. Bilgi sizin olunca ey âdem, böylece cennette,
melekler gibi sonsuz yaşam süreceksiniz. Ölmeyeceksiniz.
Sonsuz yaşam sürmeyi, esenlik bilgisini istemez misiniz?
Onlara önce bilgiyi, sonra gücü teklif etti. Büyük gerçeği, sonsuz yaşamayı vaad etti."
Nazan Bekiroğlu / La, Sonsuzluk Hecesi.
Sonsuz yaşam sürmeyi, esenlik bilgisini istemez misiniz?
Onlara önce bilgiyi, sonra gücü teklif etti. Büyük gerçeği, sonsuz yaşamayı vaad etti."
Nazan Bekiroğlu / La, Sonsuzluk Hecesi.
*
Bunları Âdem’le Havva’ya söyledi şeytan. Belki de haklıydı. Belki hakikaten de
elindeki bilgi, yüce, gücü olan bir bilgiydi. Belki Şeytan’ın yolu kötü
değildi(!)
Ama. Bir ama var ki, yaratıcı onlara "o ağaca yaklaşmayın" demişti. Ağaca kötü demedi. Ama insana "o ağaca yaklaşmayın" dedi.
Şeytanı olumsuzlamak, şerlemek konu dışı şimdilik. Asıl konu, Adem ve Havva’nın
Yaratıcı'nın öğüdünü dinlememeleri idi. -Bu beni, koca bir dinin mensuplarını itaakar mı yapar?-O halde, yapılması gereken?
Ağacın hakikaten de kötü olmadığını deneyimlemek?
Kendini bilgi, güç ve sonsuzluk ağacının nimetlerine bırakmak?
Yoksa geriye atıp tüm bu her şeyi, Yaratıcı’nın sözünü mü dinlemeleri?
Bir hikmet'i vardır diye. Sırf O dedi diye.
*
Şimdi ben buradayım Allah’ım.
Yokluğunu düşünme’yi hiç düşünmedim şimdiye dek.
Ama adının gerçekte ne olduğunu çok düşündüm.
Niye bana adını söylemiyorsun ki?
Âşıklar birbirine adlarını söylemekten zevk almazlar mı?
Hem söylesene fısıldayarak kulağıma.
Şeytan; hakikaten de var değil mi?
1 yorum:
Keyifle okudum...
Fısıldamasını dilerim...
Yorum Gönder