İçinde bulunduğu dünyayı anlamaya başlamakla mı başlamalı
önce insan? Yani şu soruyla mı başlamalı öncelikle: “burası neresi?” , “ben
kimim” , “neden burdayım” , “nasıl ayakta kalabilirim?” doğru soruyu bilmiyorum.
Çünkü istediğim ya da o an yokluğunu hissettiğim şeye göre değişiyor sorum. Beşeri
herhangi bir şeye yenildiğimi hissedince ve kibrim acıyınca, en kapitoş mantıkla “nasıl
ayakta kalabilirim” diyorum. Ama ruhum, soyut, kutsal, tanrısal bu şey
acıyınca, ruhum acıyınca “neden” diyorum. “Neden burdayım?” Belki de birini
seçmem gerekmiyor, sınırlar çizmenin verdiği o hoş belirginlik hissi sadece bu.
Kendini belirgin ve köşeli hissetmek ya da. Biliyorum top olmak en güzeli.. Biliyorum
hep olmak en güzeli, en iktisatlısı. Ama hep’ler bana göre değil. Her’ler ve
hep’ler bana göre değil. Bana 1şey lazım. 1i lazım. Öyle sanki.
Böyleyse neden yetinmiyorum? Neden tek arzusu “istemek” olan
varlıkları sevemiyorum? Neden onların bu ol’ma çabaları beni bir yönüyle
düşündürtüyor? Neden düşünme payı veriyorum? Nedir mahiyeti? Peygamberane deyişle
eşyanın hakikati? Ya da geçiniz bu din zırvalarını(!) nedir yaşamın anlamı? Yine
başladığım yerdeyim.
*
Bunu dahi buraya yazıyorum biliyorum ama buraya yazmak ne
kadar itici.. Bazen ‘buralarla’ ilgili her şeyden tiksiniyorum.
2 yorum:
'Buralara' katlanmanızı sağlayan şey nedir peki?
bunaltı... can/varlık sıkıntısı...
Yorum Gönder