Dün gece tüm bir soyutluğuma karşıt gelecek kadar materyalist, ateist, bilim, spor ve elektro müzik meraklısı 'sanal arkadaşım'la sohbet ettik. Her zaman ki gibi birbirimizi anlayamadık. Hissedemedik. Hayretle ve kezlerce aynı soruyu sordum, eksikliğini hissetmiyor musun dedim. Hissetmiyorum, dedi. Ölümü sordum, ölünün ardından hissettiklerini sordum. Döngüsünü tamamladı dedi maktül için ve biraz hüzün hissettiğini. Meşgaleleri vardı, onları sordum. Amaçlarını sordum. Hiç dedi. Hiç, hiç acıtmaz mı dedim. Niye acıtsın ki, dedi. Kültürel kodlamaların hepsi bunlar senin, dedi.
Sonrası hep o klişe argumanlar, antitezler.. Bilim adamları, filozof isimleri.. Varlığı ya da yokluğu ispatlanamayacak ve asla ispatlanamayacak bir şey konusunda agnostik olmak en makuluyken, insan neden reddeder? sorusuna yenilmiş bir cevap bekledim ama boşunaydı. Çünkü ateizm bir tür inançtı. Red üzerinden var olan bir inanç hem de.
Ümitsizliği dünyanın en keskin ve estetik hissi bulmam, tüm bir hayatımı küçük bir ışık uğruna feda edebilecek kadar kalp coşkunu olmam, şiirlerin, şarkıların en çok ve en çok bu duyguyu barındırdığı üzre kıymetli bulmam mı bilmiyorum ama ben bunun için yaşıyorum. Ümit için. Bahar için yaşıyorum. Ve bunun yokluğunu anladığım gün, delire delire ağladığım gün olur. Tepine tepine. Hiç ve yok ise eğer.
Tıpkı..
"Bir akşam,
dalgın dalgın hoş bir kitabı karıştırırken,
bir an bile duraksamadan;
'Tutkulu ruhların çoğunda olduğu gibi,yaşamdaki inancının tükendiği an gelmişti' cümlesini okudum.
Bir saniye sonra,cümle içimde bir kez daha yankılanıyordu ve gözyaşlarına boğulmuştum."
Albert Camus
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder