Mart 31, 2016

Karadelik Sorular VII

Arkadan saplanan bir hançerin kalbi delip geçme olasılığı kaçtır? 

(Zeyl: Âşıklar cevaplamasın.)

Karadelik Sorular VI

Bir mektup mürekkebi olarak kan mı daha vurucu yoksa gözyaşı mı? 

.: Keşfsever :.








Yaşıyor 
ama geceleyin.
Melek fistanlı
ama tekinsiz.
Yürüyor
ama 'uçurumlarda raks edenler'den zeminsiz. 
Düşecek... 
Ama.









Mart 16, 2016

"Yeryüzünde Hiç Kimse Masamın Üzerindeki Bu Muma Nasıl Baktığımı Bilemez"

Urs Fischer bu post çağın İşviçreli heykeltraş bir sakini.
Ali Şeriati ise ruhunun hemen her halini sevdiğim İranlı bir mütefekkir.
Aralarında yıllar, yollar var.
Ama "rast makamı"nda ne de güzel çarpışmışlar değil mi?

"Yeryüzünde hiç kimse masamın üzerindeki bu muma nasıl baktığımı bilemez" diyen bir Ali Şeriati ve aynı hali, aynı ruhu taşlara oyan İsviçreli bir heykeltraş.

Mana ve madde.
Şark ve Garb.
Müthiş karışım.

*

Mum bir anlamda ben demektir.

Oturdum ve mum ışığının güzel cilvesine gözlerimi diktim.


Yeryüzündeki hiç kimse masamın üzerindeki bu muma nasıl baktığımı bilemez.


Bu mum benden başkası mıdır? İşi nedir? Yanmak, alevlenmek, ağlamak, erimek, konuşmamak, durmak, yok olmak…
…geceleri uyumamak,  gündüzlerden korkmak, her an eksilmek, gözyaşı tırnağıyla varlığını tırmalamak, damla damla erimek…

Ah! Benimle mum arasında ne büyük bir benzerlik var.
Mum ben değil miyim?
Kendini soyutlamak işte budur.



Ali Şeriati  / Yalnızlık Sözleri I
(Syf: 135-137)

Heykeller: Urs Fischer 



Mart 02, 2016

Zeynep MERDAN / Yarım Yüzyıl Sonra Akıbeti Görülen Mısra















Gözlerin hikayesi vardır. Gözlerin, tek bir bakışta dahi kendini ifşa eden hikayeleri vardır. İnsan yüzlerin izini sürmeye gözlerin izinden başlar. Gözler, ruhun ve yaşanmışlıkların şahitliğini yapar çünkü. Kırılan kişilerin gözlerine bakamamak, gözlerin kalbin aynası olduğunun güzel bir işaretidir bu yüzden. "Yüzüne bakmamak”, “görmezden gelmek" gözlere bakamamaktır aslında. Kalpteki ifşa olmasın diye perspektifini değiştirir göz. Göz, kâlplerdekini ifşa eder çünkü. İnsanın aksini aynadan daha gerçek gösterir bazen gözler. Başka bir göz bebeğinde kendini görebilir insan. Gözbebeği en güzel ayna değil mi?

Bakılan gözlerin, geçmişte gördüklerini görebilir mi bir göz? Yaşadıklarını hiç görmeden, şahit olmadan üstelik? Yaşanmışlıkların izlerini taşıyan harabeler gibi, gözlerde de görülmüşlerin izi kalır. Gözlerle, gözlerin izini böyle sürülür belki. İnsan, bir gözün ardını ne kadar görebilir ki?

*

“Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yattığıma bakma
Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim"
Sezai Karakoç

Desem ki, ruha keşif dolu bu yazgıyı lütfedenin içime koyduğu bu keşif arzusuna sonsuz bir zaafım var. Desem ki, ölüm tarihleri çoktan bilgi çağının kapsama alanı dışında kalsa da tanışmak istediğim, konuşmasam dahi, gayb perdesinin ardını açacakmışım da oradan bir şey keşfedebilecekmişim gibi bakma cezbesi duyduğum insanlar var. Desem ki bir mısrasının hatırına dahi görmek istediğim insanlar var. Desem ki yirmili yaşlarda “Ben geleceğin kara gözlü zalimlerindenim” demiş genç bir ruhun atmış yıl sonra temaşa edilen halinde, gözlerinin akıbetini görebilmek şansım var(dı). Desem ki, dedim ve gördüm.

Sezai Karakoç’la ve “geleceğin zalim gözlülerinden” olacağı ahdedilmiş gözleriyle tanışmamın perde arkası böyleydi işte. Ne keşfettim bilmiyorum ama Haseki Yüce Diriliş Yayınevindeki belli ki kadim dostlarıyla çevrelenmiş sohbet odasını görünce çekinmedim değil. Kılığım kadınlarla göz temasından dahi sakınmak -kaçınmak değil- terbiyesi ile hâllenmiş bu hemen hepsi Yüce Diriliş ülküsüyle yetişmiş adamların ortasında elbette ki münasip olmadı. Neyse ki abes düşmedi. Tedirgin halim, mahcup sesim -tam da Mevdudi’nin Hicab’ından sonradan bir öğrenmişlikle- sonunda münasip bir konuşma notasını buldu. Buldu da ben, hemen hepsi mütedeyyin olan bu adamların ortasında geleceğin zalim gözlülerinden biri olacağını ahdetmiş o ruhun gözlerinin içine bakarak soru sorabilme raddesine varabildim.

Fakat ne yazık ki, fakat müteessirim ki, on küsur adamın ortasında bir sandalyenin üzerinde sonradan iliştirilmiş gibi oturan mahcup cüretim; şiir, estetizm ve kadın bahsini açabilecek o raddeye varamadı. Sosyoloji, Yakın Türk Siyaseti, İslam Medeniyeti üzerine yapılmış mülahazalar ve çeşitli güzellemeler, Gün Doğmadan’ın bence en güzeli; o “Köşe” şiirine varamadı ve ben geleceğin kara gözlü zalimlerini sormuş bulunamadım.

*

Yine de cevap bulmadım mı? Cevabı gözlerde aranan bir sorunun cevabı elbette ki dudaklardan çıkan da değil, gözlerde bulunacaktı. Ki buldu da. “Ben geleceğin” dediği yerde mısranın; genç bir idealin seksenli yaşlarda nasıl “biz sesimizi duyuramadık” ukdesine vardığını, Erbakan ve taifesinin seçilme öyküsünü dilinden dinlerken tek bir kötü söz söylemeden de hakkaniyetli bir eleştirinin yapılabileceğini, ısrarlı bir güzellemeyle “İslam ümmeti değil İslam milleti” vurgusunun hakikatli ilhamını, Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı kitabından özenle ve sesinden okuduğu “Ey Krallar, Ey Sultanlar size sesleniyorum”la hitaplanan pasajdan ve ukdelerden, gözlerine dolmuş ukdelerden buldu cevabı.

Sen geleceğin kara gözlü zalimlerinden olamadın. Bir kez olsun beceremedin zalimliği. Yakışmadı mahzun ve sitemkâr makamda kırpışan gözlerine zalimlik. Israrla, inatla ve keşfle baktım gözlerine. Sabırlı, sükûnetli, ille de hüzünlü, yazgısına yeise varmayan bir ukdeyle bakan seksenlerine varmış huzurlu bir adamın kara gözlerinden başka bir şey bulamadım orada. Fakat mademki ilk gençlime nüfuz etmiş bir şiirin, ruha böylesi tesir bırakan bir mısrasının tamama eremeyişliği kaldı üzerimde; o mısrayı emanet edip ruhuma “geleceğin kara gözlü zalimleri”nden olmaya ahlanıyorum bir kez daha.