Ali Şeriati / Dua
(syf: 58)
*
'dan ilhamla sormuştum;
Bu alemde,
Hangisi?
Yalnız...
Tek...
Ayrı...
Eşsiz...
Kayıp...
Peki, Khoda.
Ey Khoda.
Sinemizi yarıp da, derununa koyduğun bu 'nakıslık' hissi nedir o halde?
Bizi neden yarım bıraktın?
Bizi neden kaybettin ki kendimize? Kendimizde?
Ben kendimi bulamıyorum artık Khoda.
Sen beni bul.
Ben yeterince kayboldum.
Ben aciz düşecek kadar yürüdüm.
"On kat"ı kadar bul beni.
Bulmuyorsun beni, kayıp değil miyim?
Bilmiyorsun hâlimi, ayıp değil mi?
demiştim.
-ki;
Rast Makamında el-cevap geldi:
*
Adını dahi bulamadığı 1 kaybı olanlar & dünyada kendini kaybeden -ya da looser- değil de kayıp hissedenler için; el cevap:
Adını dahi bulamadığı 1 kaybı olanlar & dünyada kendini kaybeden -ya da looser- değil de kayıp hissedenler için; el cevap:
"Güya ki ruhlar vücut elbisesi giymeden evvel, her birinin eline cilalı, gönül alıcı birer top verilmiş. Sonra bu topları veren, onları birdenbire ellerinden kaparak fırlatıp atmış ve: Haydi arayın bulun! demiş. Her ruh, bir görüp kaybettiği o güzel şeyin telaşıyla yola düşünce, kendini dünyada bulmuş.
İnsandan beklenen, dünyaya, kaybettiği topunu aramaya gelmiş olmasını unutmamaktır.
Fakat topu fırlatan oyununu o kadar sanatkarane tertip etmiş ve araya o kadar muhtelif göz bağları koymuş ki, birine olmasa bile bir başkasına yakalanmamak pek müşkil! Gününün yarısı aydınlık, yarısı karanlık olan bu dünyada o topu bulmak kolay mı sanki?
Dünya, kah gece ile karanlık, kah gündüz ile aydınlık olduğu gibi, kalp de gece ve gün gibi iki arada gidip gelmede... Ancak elinde feneri olan kimse için gece karanlığı, yolunu görmesine mani olmadığı gibi kendini aydınlatanlar için de zulmet yok. Kaybettiği topunun arayıcısı olanlar da zaten güneşini kendinde taşıyanlar, güneş olanlar işte onlar unutmuyorlar, arıyor ve nihayet buluyorlar..."
Samiha Ayverdi / Ateş Ağacı
(syf:43-44)