Mart 30, 2021

Mum, Ateşi ve Aksi: Ali Şeriati



Kalbimin Kabri 

Okurun yazarını seçişi gibi tıpkı yazar da seçer okurunu. Aşk, her tezatlığa ve mümkünsüzlüğe misafir olduğu gibi yazar ve okur ilişkisine de sirayet eder. Yaşamayan bir yazara aşık olunca; okunmamış her kitabını, açılmamış bir mektubun heyecanıyla tutar okurun elleri. Yaşamayan bir yazarı sevmek, gerçeküstü bir etki yaratır. Her şey tuhaf rastlantılarla muştulanır. İnsan bir şeyi çok fazla sevince sevgisine karşılık olarak Rastlantılar Nişanı bahşedilir ona sanki. Bu fikrin sahibesi bu yüzden kabir ve kalbi benzetir birbirine. Kalplerin de kabri olurmuş çünkü: Şam'da bir camii: Seyyide Zeyneb Camii. 1990'da açılmış. Meğer kalbinde Zeyneb bint Ali ve Ali Şeriati'yi saklıyormuş.

Yalnız yaşımız değil, aklımız da gencecikken aklımızı reşit kılan kitaplar ve o kitapların yazarı vardır. Yalnız o kitapların yazarı değil, gözleriyle irşat eden, acıyan akılların mürşidi vardır. O’ydu. Benimki O'ydu. Şeriati, ruhunu ateşe veren gözler için "Onu görmemiş olsaydım ne sönük bir bakışım olacaktı." demişti. Kendi bakışının kimlerin ruhunu ateşe verdiğini bilmeyecek. Ne hazin.

Mart 07, 2021

Kalbin Şiddeti

Kalpleri dillendirmenin, kalpler adedince imkânı var. Filozoflar, yazarlar, sanatçılar hepsi kalbi olandan, kalplerince bahsettiler. Gazzali "Kalplerin Keşfi" adını verdiği eserinde, kalplerin metafizik keşfinin en şiddetli hallerini tasvir eder. Kalpleri dile getirişin dahi şiddeti vardır çünkü. Dîlin dile, söze gelişinin bedelidir bu. Bizler, kalbin hallerinin keşfini yapayım derken otopsisini yapıyoruz çoğu zaman. Ve yok yere kalbimizi parçalıyoruz.

İbn Arabî “kelime”nin Arapça "yara izi" olduğunu nakleder. Yaradır, bazen kelimeler. Kelimeler, bazen de şifadır. Dilin şifasının kudretini diliyle yaralar aça aça keşfediyor insan. Ya da başkalarının diliyle yaralana yaralana. Söz, bir büyü. Bu büyünün zehri de şifası da var, dilediğimizi tercih etmek elimizde, dilimizde. Dilini değiştirenin dîli değişiyor. Dil, kalbîn sesi çünkü.

Her Kalp Kalpleri Kendi Kalbiyle Tanır

Sevdikleri benzemedikçe birbirine, sevmiyorlar insanlar birbirlerini. Acıları benzemedikçe birbirine, acımıyorlar insanlar birbirlerine. Öyle değil midir? Keşfin o bakışıyla başlar hep. Gelir ardından, kaçınılmaz bir sevmek. Sevgi, sarmaşık gibi kök salar ruha, ünsiyet olur saçakları. Sonra bir bakmışız ki, ünsiyet kurduklarımızla mizaçlarımız nasıl da benziyor. (Ya da mizacımız benzediği için sevmişizdir zaten.) İnsan severken korkmalı da bazen. Sevmek, ünsiyetin saçaklarını dolar insanın ruhuna. Ruh, sevdiklerinin hâliyle hallenmekle kalmaz. Sevdiklerinin yazgısından da alır hissesini. Bahtları gibi bahtsızlıklarını da meziyetleri gibi kusurlarını da.

Kalp nasıl da biliyor: Bencillikten âlâ kabalık; diğerkâmlıktan âlâ zarafet yokmuş. Gerçekten sevmeyen kalplerin iki büyük alameti: Birinin mutsuzluğuna içten içe sevinip; mutluluğuna içtenlikle sevinememek. Sevinç, sevgiden taşar. Sevinçsiz sevgi olur mu? Toprak bedenin en verimli, en nemli yeri: Kalp. En kurak kalp dahi filizlendirecek bir tohum arar hep. Küçük bir ottan dahi filiz yeşertir. Boş kalan her kalbin yeri dolar hep... Ama nefret dikenleri ama yeni sevgi tomurcuklarıyla. Boşluk, en çok kalbe yakışmaz çünkü. Evrenle kalp arasında sonsuz bir ilişki var. Evrenin genişlediği gibi genişliyor kalp de. Güneşi, gezegenleri, yıldızları, karadelikleri, toz bulutlarını hepsini sığdırabiliyor içine. Kalbin sonsuzluğu böyle bir şey.

Kırılan kalpler, kurumuş çiçeklere dönüşüyor zamanla. Kıran kalpler ise çiçeksiz, kara bir mezarlığa. Kalbi size bir türlü ısınamayan, tüm hissî gayretinize rağmen itminan olamayan, hep bir şüphede kalan insanlara kalbinizi yarıp içini göstermenize gerek yok. Her kalp, kalpleri kendi kalbiyle tanır.

Kalbin Dilleri

Güzel söz, yalnızca çiçekleri sallandırabilecek kadar ince bir esintiye benzer. Ancak güzel ruhlar duyabilir onu.  Kem sözse; veba gibidir. Yıkıcı, zehirleyici hızıyla yayar kötülüğün azgın tomurcuklarını. O kara rüzgârına direnmek öyle zordur. Güzel dil, çiçekleri çoğaltan rüzgâr gibi güzelliği çoğaltır yalnızca. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktan başka bir amacı olmayan kindar kalplerin zehirli diliyse; Dünya'yı daha kötü bir yer yapar yalnızca.

Bertrand Russell, “Sevgi bilgeliktir. Nefret aptallıktır" derken muhabbetin bileşenlerini işaret ediyor sanki. Muhabbetin sohbet ve sevgi gibi iki anlamı olması manidar. Sesini, sözlerini, sohbetini sevdiği insanı seviyor insan. Sevmediğine ise önce yüzünü, sonra sırtını, en son da kalbini çeviriyor. Birbirini sevmeyen insanlar bu yüzden birbirlerinin konuşmalarına katlanamazlar. Nefret hâlinde ise ses, jest & mimikler, vurgular, muhakeme tarzı, en çok da benliğin duyulduğu yer olan retorik kısmı katlanılmaz hale gelir.

Kalbi Kırıklar Zümresi & Kalbin Şiddeti

Kalpler, kırdıkları kalplere muhakkak uğrarlar. Cinayet mahalline geri dönen katiller gibi… Dinmeyen her şey, şiddetleniyor. Şiddetin her türünü, şiddet gösterdiği şeyde derinleşemeyenler gösteriyor. Şiddet gösterenler, insanların ruhlarına dokunmayı bilmeyenler bu yüzden. Dilde şiddet gösteren; dilin, kalbî şiddet gösteren; hissetmenin, zihinsel şiddet gösteren; düşünmenin, ruhsal şiddet gösteren; tesirin, fiziksel şiddet gösteren; dokunmanın inceliklerini keşfedemeyenler yüzünden. Korku, tıpkı kötülük gibi inceldikçe en tehlikeli hâline bürünüyor. Korkunun zarafeti böyle bir şey. Masum bir kalbi kırmak korkusu... Nefislerin nefesini, kalplerin şiddetini duyanlar için tüm korkulardan daha korkunç. Abdulkadir Geylani, Fütuhu'l Gayb kitabında Münkesiret'ül Kulub adı verilen bir zümreden bahseder. Anlamı, “Hak için Gönlü Kırıklar Zümresi”dir. İncinmekten çok, incitmekten sakınan kalplerdir onlar.

İnsanın en mahrem yeri kalbi değil midir? Bu yüzden mahremiyet en çok kalbe yakışıyor. Çekingenliğin korkaklık nişanesi kabul edildiği bir zamanda kimse çekingenliğin kalbî bir hâl olduğunu göremiyor. Böylesi bir çekingenlik, kalbin en güzel örtüsüdür. İnsan, yakınlığın işareti; kalbinin üzerindeki örtüyü açtığı ilk an, o çekingenliği hisseder. Çekingen kalpler, haris kalplerle karıştırılır çoğu kez. Kalbindekileri saklarken harisler, kalplerini saklar çekingenler.

Kalbin şiddetinde aşk “kalp kırma kudreti"ne indirgenir çoğu zaman. Birinin kalbini paramparça edecek kudretiniz yoksa âşık etme kudreti de olmaz bu bakışa göre. Bu yüzden kalp kırıklığı, kibir kırıklığıyla karıştırılır çoğu kez.  Birinin kalbini kibrinden daha çok kırmışsanız sizi çok sevmiştir. Kibrini kalbinden daha çok kırabilmişseniz size âşık olmuştur. Kalpler de mülktür... Bir kalbin bahçesine talan eder gibi girmenin vebali vardır: Bizim olmayan bir mülkü işgal etme vebali. Her mülkün sahibi vardır. Başkalarına ait olan kalpleri harap etmemeli, işgal etmemeli. Fethedilen onlarca ölü kalbin üzerinde, mutsuzluktan ölüyor insan çünkü.

Aşkını ilan edeceğine ölmeyi yeğleyecek kadar gururlu bir kalp ancak böyle söylerdi zaten: "Sen kimseyi sevemezsin. Sevmeyeceksin" Zeki Müren'in bu şarkısı tipik aşk şarkılarından başkadır. Aşık, maşuk olamayışına öyle içerlemiştir ki, muhatabının kalbinin olmadığına inanarak avutur ancak aşk acısını: "Sen kimseyi sevemezsin. Sevmeyeceksin.” (Çünkü sevebilseydin yalnız beni sevebilirdin) Kalbin, gurur uğruna inkâr edilişi, kalbe en büyük ihanet değil midir? Kibrinin prestiji uğruna bir vakitler sevdiği, seçtiği her şeyi inkâr eden, zamanın kolayca yalancı çıkarabildiği bir kalp neyi kazanmıştır ki?

Kalbin Kusurları

Eskiden bir olmanın ilk koşulu kan bağıydı. Sonra bir kalbimiz olduğunu hatırladık. "Gönüller bir olsun" dedik. Baktık kalplerin ipliği kısacık, kırılgan. Aklın yolu bir dedik. Bu Hedonist Çağdaysa; ortak zevklerin haz bağıyla hazla beğenip, hızla tüketiyoruz birbirimizi. Çabucak sevmek bir kusur çünkü; bir kalp kusuru. Kalbin bu hızlı ve hazlı halleri sevmek midir gerçekten? İsmet Özel bu yüzden mi tez kızaran güllerden sakınmak gerektiğini söyler?

Kabir ve kalp. Ne çok benziyor birbirine. Kötü kalp kabir gibi daracık bir mesken... Güzel kalpse sonsuz bir bahçe. Kalbe fena bir misafir gelirse... Kalp daracık bir meskense, teneffüs etmeli hemen. Uçsuz bucaksız bahçeyse, içine giren her şeyi kendine benzetir zaten. Huzursuzluğun kalpte de tezahürü var. Kalbin; başkayı yabancılaması gibi, bazı kalpleri yabancılaması, evinden ayrı düşmüşün hâli gibi, bazı kalplerin hâllerinden huzursuz oluşu… Oysa “kalbinin içini evi yapanlar” ne sıcak.

Ağlamak biriktirmek ve ağlayamamak kalbi rutubetlendirir. Sonra çürüme başlar: Kalp çürümesi. Kalp çürümeye yüz tutunca kibir filizlenir. Kibir, kalpleri öylesine kendisiyle doldurur ki; kibirle dolmuş bir kalbe başka kalplerin sevgisi sığmaz.

Kalbin Islahı

Hücvirî, Keşf'ul Mahcûb kitabında iki tür kalpten bahseder: Hicab-ı Reynî ve Hicab-ı Gayn. Kara Kalp olarak izah edilen Hicab-ı Reynî, hicabı (örtüsü) ebedi olarak açılmayan kalpken; Hicab-ı Gayn açılması mümkün olan hicap anlamına gelir. Kalplerin ıslahının ayırdında mühim bir ayrım.  Şüphe akla, inanmak kalbe yakıştırılır. Oysa aklın inandığı gibi kalp de şüpheye düşebilir bazen. Aklın inanmasından sanrı, kalbin şüpheye düşmesinden vesvese çıkıyor. Dünya küresel tüm sorunlara karşı önlem almış, silahlanmış ve savaşmışsa bugün de kalbinin sıhhatini korumak ve ıslah etmek adına kalbî silahlarla teçhizatlanmak zorunda.

Kendi vicdanımızın mahkemesinde, kendi değerler hiyerarşimizle başka kalpleri yargılıyoruz hepimiz. Pascal, Risaleler’de ''Kalbin kendine has nedenleri vardır / aklın hiç bilmediği.'' der. İnsanların bir şeyi söylemek, söylememek yahut sesiz kalmak için son derece makul, meşru, vicdani gerekçeleri, kalbî sebepleri olabilir oysa. Her kalbin dili, sesi, cesareti başka başka. Kalpler adedince yüreklilik biçimi var. İç seslerin en yüreklisi vicdanın sesidir. Vicdan, dışa dönük değil içe dönük sorgulamadır. Vicdanın yalnız kendine soracağı soruları insanlara sormamalı. Kimse kimsenin vicdanının sorguya çekmemeli. İnsanın dışarıya olan cesareti onu ne kadar korkusuz ve hür kılıyorsa, içine olan cesareti onu o kadar yürekli kılıyor. İnsanın sözünü, en güzel vicdanının sesi kesiyor.

Bu yazı Muhit Dergisinin 15. sayısında yayımlanmıştır.