Yaşamın kendisi kocaman bir soru; ölüm cevabın kendisi bazen. Bazen de ölümün kendisi soruya dönüşüyor. Cevabı, yaşamın kendisi olan. Ölümle nefes nefese yaşamış bir yazarı okumak ölümün sırrının peşinde koşmaya benziyor bu yüzden. Puşkin o yazarların içinde cevaba en çok koşandır belki de. Sting’in söylediği gibi şimdi: “He deals the cards to find the answer”
Tetikleyici İnsan: Puşkin
Tetikleyici insan… İnsana ilham veren, ruhu ateşleyen, rüzgâr gibi harekete geçiren... Ruhsal, zihinsel, kalbî çekicilik de var; şahsiyeti, benliği çekici olanlar... Bazı yazarlara duyduğumuz o özel dikkat; bu soyut çekiciliğin varlığının en büyük işareti. Modern Rus Edebiyatının kurucusu ve Rusçanın en büyük şairi kabul edilen Puşkin’in Rus Edebiyatının en büyük tetikleyicisi olduğunu ileri sürmek mübalağa olmaz herhalde. Her büyük ruh gibi, Puşkin de sayısız büyük ruha ilham verir: Turgenyev, Lermontov, Gogol, Tolstoy, Çehov ve Dostoyevski… Kuvvetli bir dostluk bağıyla bağlı olduğu Gogol’un büyük romanı Ölü Canlar’ın konusunun Puşkin tarafından verildiği söylenir. Nitekim Gogol, ciddi mevzuları ele almasında ve eserlerinin konu seçiminde Puşkin’in etkisi olduğunu yüreklilikle kabul eder.
Dünyanın en iyi romanları arasında gösterilen Savaş ve Barış’ının yazarı Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı yazarken Yüzbaşının Kızı’ndan esinlenişi ve Puşkin’in kızı Maria Hartung’un Anna Karenina’nın ilham perisi olması bu etkinin bilinen diğer örneklerinden. Puşkin’in enteresan tetiklemelerinden biri de Dostoyevski’yedir herhalde. Suç ve Ceza’nın meşhur baltasının esin kaynağının Yüzbaşının Kızı’nda karakterlerden birinin rüyasındaki sekanstan çıktığı söylenir. Nitekim iltifat konusunda pek de cömert olmayan Dostoyevski, Puşkin üzerine yazdığı ünlü konuşmasını şu sözlerle bitirmişti: “Puşkin en olgun, en güçlü çağında öldü. Öldü, mezarına bir sır götürdü. Şimdi biz, onsuz onun kutsal sırrını çözmeye çalışıyoruz.”
Puşkin’in şairliği yaşamına da siner. 1829'da, subay olduğu Rus ordusu ile birlikte Erzurum’a giden Puşkin, yolculuğunu Erzurum Yolculuğu isimli kitabında yayınlar. Rusya dışında gördüğü tek ülke olan Osmanlı İmparatorluğunda Puşkin çarpıcı bir görüntü resmeder belleklerimize: “Yolda uzanmış, 18 yaşlarında, sarığı tozlar içinde kalmış, tıraşlı ensesinde kurşun yarası olan bir Türk” askerden bahseder Puşkin: “Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti” Bir “düşman subayı”ndan çok bir şairin tasviridir bu.
Kalbimin Şekli: Maça Kızı
Sting’in “That's not the shape, the shape of my heart” diye söylediği yerde, tutkulu ruhların kalbini ters dönmüş kara bir kalbe; Maça kızı sembolüne benzetiyorum. Evet, “Maça kızı gizemli bir felaket habercisidir.” Puşkin’in Yüzbaşının Kızı romanında geçen bu cümle öyküsünün metaforunu da işaret ediyor. Puşkin’in 1833 yılında kaleme aldığı Maça Kızı öyküsü birçok yönüyle enteresandır. Ataol Behramoğlu, Rus Edebiyatında Puşkin Gerçekçiliği olarak kitaplaşan doktora tezinde Maça Kızı öyküsünde hedefin Petersburg Sosyetesi olduğunu ileri sürer. Bu yönüyle Maça Kızını, 1800’lü yıllarda henüz dillendirilmemiş kapitalist sisteme karşı sert bir eleştiri olarak okumak da mümkün. “Bu adamın vicdanında en az üç cinayet yatıyor.” diyerek ruhunu ele verdiği karakteri Hermann üzerinden nefis bir çözümleme yapar Puşkin. Maça Kızı’nda yaşamının biricik tutkusuna dönüşen bir sırrın peşinde aklını kaybeden kahramanı Hermann’ın serüvenini anlatır. Kahramanın yaşlı asilzade kadından almak istediği kumar sırrı enteresandır. Sır, en yeni ve gerçek tutkusuna dönüşmüştür artık. Hermann sırdan başka para, aşk, güç tüm ihtiraslarını kaybetmiştir sanki.
Maça Kızı, Dostoyevski üzerinde bambaşka bir etki yapar. Nitekim Dostoyevski, öykünün kahramanı Hermann’ı “muazzam bir kişilik, onda bir Napolyon profili ve bir iblis ruhu var” diyerek eserlerinin ilhamını da itiraf etmiş olacaktı. “Dostoyevski'nin bu değerlendirmesinden yola çıkarak, Hermann'ı, Raskolnikov'un hazırlayıcısı, bir ön örneği olarak da görebiliriz.” Mektuplarında kumar için önemli olanın para kazanmak tutkusu değil oyunun kendisi olarak bahseder Dostoyevski. Sigmund Freud, Sanat ve Sanatçılar Üzerine kitabında Dostoyevski’nin kumar bağımlılığının “patolojik bir tutku nöbeti” olduğundan bahseder. Kumarın kendini cezalandırmasını sağlayan bir araca dönüştüğünü söyleyen Freud, Dostoyevski’nin bütün parasını bitirene kadar masadan kalkmayışını da içindeki suçluluk duygusunun doyuma kavuşturulması olarak izah ediyor.
O Sadık Tutku
Ah o tutku… Tutku, sırdır. Tutku, sadıktır. İnsan en çok tutkusuna sadıktır hatta. İlgi ise maymun iştahlıdır. Tutku öylesine nüfuz eder ki ruha, insan tutku duyduğu o şeye karşı yüksek bir sadakat gösterir. Zorunlu olmayan sadakat hem de. Sınırsızdır tutkunun yolu, Tanrı’ya kadar uzanır. Dostoyevski'nin "Tanrı'ya giden yolun başlangıcında tutku vardır" sözü yolun sonunda da Şeytan’ın beklediğini işaret etmez mi? Tanrı'ya da Şeytan'a da giden yol, tutku kavşağında kesişir. Tutku Kavşağı bütün büyük sanatçıların yolunun kesiştiği o kör noktadadır. Dünya üzerinde büyük ruhlardan biri yoktur ki yolu tutkunun kavşağına sapmamış olsun.
Çukura saplanan ayağın yerinde sayması gibi... Dikkatin bir şeyde saplantı şiddetinde kalması; düşüncenin de yerinde saymasına sebep oluyor. Tutku ve saplantı arasındaki fark da burada başlıyor. Tutkunun dalgaları vardır, saplantının aşağı çeken bataklığı. Tutkunun derinliğini vardır; saplantının dibi. Tutku, denizdir... Saplantı, çukur. Tutkunun denizinde insan, "hiç doyamayacağı sandığı şey"in tutkunu hep. Doyumsuzluktan beslenir tutkular çünkü. Doydukça, en güçlü tutkular bile ölür bu yüzden. Ölmeyen tutkuları yüzünden ölen Puşkin’in de üç büyük tutkusu vardır işte: Kadın, Kumar ve Düello.
Yaşamın Düellosu
“Ruhumu kağıda dökmekten kendimi alıkoyamam; bu onulmaz bir yazar hastalığıdır. Bu hastalık genellikle öldürücüdür. Çağdaşlarım bu gerçek açıklamayı keşfederlerse ruhumun bu itirafları yüzünden beni bir kez daha öldüreceklerdir.” Puşkin'in ölümünden yüz yıl sonra yayınlamasını istediği söylenen tartışmalı kitabı Gizli Günce’de geçen bu satırlar, onun tutkulu ruhunu duyuruyor bize.
Kumar ve düello… Nasıl da benzerler birbirine. Kazanmak ve kaybetmek, yaşamak ve ölmek… Puşkin’in meydan okumayı seven ruhu ürpertinin hazzına meftundu işte. Ürpertinin bu hazzı uçurumlarda raks etmeye benzer tıpkı. "Uçurumları sevenin kanatları olmalı" diyerek Nietzsche, uçurumlardaki dans etmenin ölçüsünü koyuyor bu bahse. Puşkin ve kumarbaz tayfası kanatsızlığın bedelini ödemişlerdi. Sayısız düello, tutkulu aşklar, kumar borcu ve henüz 38’inde bir düelloda son bulan bir yaşam.
Sevgi, yazgıdaşlığı da getirir beraberinde. Ruh, sevdiklerinin hâliyle hallenmekle kalmaz, sevdiklerinin yazgısından da alır payını. Güzel bahtı gibi bedbahtlığını da. Yazgıdaşlığın bu bedelinin en trajik örneğidir Lermontov. “Zamanımızın Kahramanı”nın yazarı, Puşkin’in yazgısından payını alır. Aynı akıbete uğrayarak düelloda son bulur yaşamı. Yaşamın değeri tutkulu ruhlar için bu kadardır işte. Ne de olsa “Oyun bitince, şah da piyon da aynı kutuya konur.” -Puşkin
Sözü Geçen Çalışmalar
Behramoğlu, A. (2013). Rus Edebiyatında Puşkin Gerçekçiliği. İstanbul: Tekin Yayınevi.
Dostoyevski. (1987). Puşkin Üzerine Konuşma. İstanbul: BFS Yayınları.
Puşkin, A. (2000). Gizli Günce. İstanbul: Çiviyazıları Yayınevi.
Puşkin, A. (2016). Maça Kızı. İstanbul: Yordam Edebiyat.
Bu yazı Sabitfikir Dergisinin 127. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder