Her insanın bir çiçek açma zamanı var. Tohumuna göre, toprağına göre, güneşine göre… "Ben tam kendime göre" diyordu Turgut Uyar. Hiçbir şey için geç ya da erken değil bu yüzden. Çünkü çiçek açma zamanı da kendimize göre. Çiçek zamanı gibi çiçeklenişin sessizliği de var. Çiçek açar ama açığını söylemez. Belki söyler ama kendi diliyle söyler. Çiçeklerin hallerinde ne çok sessiz işaret var. “Dış görünüşe rağmen, kuş, çiçek ya da yağmur formundaki bir kaligram, ‘bu bir güvercindir, bu bir çiçektir, bu bir sağanaktır’ demez; bunu deyince ve sözcükler konuşmaya başlayıp bir anlam sununca, kuş uçmuştur ve yağmur kurumuştur bile” der Michel Foucault Bu Bir Pipo Değildir kitabında. Çünkü bir çiçek de yalnızca bir çiçek değildir.
Herkesin herkesle yarıştığı, her şeyin her şeyle boyunun ölçüldüğü bir zamanda insanın kendi zamanını, çiçek açma zamanını bulması bir ömür sürüyor bazen. Kendi ritmini, hızını, vaktini bilen, bilmenin telaşsızlığında bekliyor kendini. Gayretten sonraki bekleme hâli, yağmur sonrası toprak kokusuna benziyor. Gayret, yağmurun telaşına; dinmiş ve nemli topraksa insanın teskin olmuş kalbine benziyor. Geriye filizin müjdesini beklemek kalıyor. Zorluktan sonraki ferahlık bir çiçeğin açısındaki gerilime benziyor. Ruhu hırpalayan her zorluk, tekâmül vesilesi oluyor. Katlanışın şiddeti kadar varlığındaki güzeli açıyor insan.
İçine Açmanın Güzelliği
İçe vurumcu ya da dışa vurumcu olamayışın arasında bir hal var; içini dışarı vurmak, içini açmak, içine açmak… Dünyalara sığmayan, kabına sığmayıp taşan o şeyi içine sığdırmanın suskunluğu, içe açan tomurcuk: Güzel suskunluk gibi tıpkı. Bazı insanlar içine açar. İçine de açamazsa sinesinde ukde çiçeği patlar. Bazen bir hevesin öylesine canına kastedersiniz ki; kurtulma kudreti bulup ümit olacaksa yaşasın, değilse zavallı bir hevesken ukde kalıp ölsün diye. Heves bir çiçektir çünkü. Açamazsa ukde olur, sinede yumrusu kalır.
Gözyaşı, kalbin bahçelerinden binlerce filiz çıkaran bir yağmura benziyor. Yağmurun bereketi insanın bahçesine ne denli güzel düşerse insanın zihninden ve kalbinden çiçekler patlar. Varlık Çiçekleri... Bakımı özen, zarif bir dikkat ve özel bilgi isteyen nadir çiçek türleri gibi bazı insanlar. Eşsizce açmak için hususî alâka bekliyorlar. Ama... Yaşamın meşakkatli yollarından zorlukla geçenlerin ne hâli ne de "vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya" İçine açmak, içini açmaktan ne kadar farklı içini dökmek… Dertleşmek ve "içini çöp gibi dökmek" arasında büyük bir fark var. Dertleşilen muhatabın ikamesi yoktur. Sohbet biriciktir. İçindekileri çöp gibi dökmekte ise muhatap önemsizdir. Amaç, kendine çöp kutusu olacak birini bulup içini boşaltmaktır.
Yanlış Çiçek
Ters çiçekmiş o... Dışına saçaklarını, içine yapraklarını açarmış. Yerin yüzündekiler saçaklarını görürmüş de yeraltındaki çiçeklerinin kokusunu duyamazlarmış... Kurumuş çiçeklerden, yalnız çiçeklerden bile hüzünlüdür yanlış zamanda açan çiçek. Çünkü tüm çiçeklerden önce ölür yanlış çiçek. Kurumuş çiçek ki bir vakitler açmıştır. Yanlış çiçekse henüz ilkinde, ölümüne açmış. Halis bir niyete tohumlu ama o zaman ve zeminde açılıverse filiz vermeyecek -ve hatta budanacak- güzelliklerin beklediği bir vakit var toprak altında. Bırakın saçaklarıyla ters bir çiçek büyütsün yeraltında. Günyüzü görmeyiversin açınca ölüvereceğine.
Yaşamımızdaki küçük olaylar büyük şeyler işaret eder bazen. Annemin açmasını yıllarca sabırla beklediği kaktüsünün kocaman çiçeğini hayranlıkla seyrettiğim o gün anladığım gibi. Annemin açan tüm çiçeklerinin arasında tek çiçeksizi oydu. Çiçeksizliği, tekliği, dikenleriyle bana benzerdi. Muhteşem çiçeğini gördüğümde anlamıştım ki kendi vaktini bekliyormuş yıllardır. Vaktini yıllarca bekleyen başka çiçekler de var. Meksika çöllerinin yüzeyini oluşturan Agave bitkisinin çiçek açması yüz yılı buluyor mesela. “Sabır otu”, “Yüzyıl bitkisi” gibi isimleri de olan Agave kaktüsü, ömrü boyunca bir defa çiçek açmasıyla biliniyor. Belki kimilerinin çiçeklenişi tıpkı böyledir.
Çiçeksizlik Hıncı & Dikenin
Hıncı
Kasıtsız olsa da insana en çok zarar veren en yakınları bazen. Tıpkı bir çiçeğin yanı başında tüm mevcudiyetiyle ona sarılan, varlığını kuşatan ve zamanla yok eden sarmaşık gibi... Sarmaşıklar gibi çiçeklenişe diken olan başka şeyler de var. Çiçekleniş, varlığımızın nüvesinden kendimizi filizlendirmeye benziyor. Çiçeklenemediğinde ise bir çalı kadar hırçın, çaresiz ve hırpani budaklanıyor insan. Varlığı nefretten kurumuş insanlar; dikenli, kuru bir dala benziyor. Ne sulanıyorlar ne budanıyorlar. Hayatının hiçbir anında çiçeklenemeyen, filizlenemeyen, yeşeremeyenler etrafını da kurutuyor.
Böylesi kurutucu bir kin, bir tür budama ısrarına benzer. Kin, yıllarca elinden düşürmediği makasla, yabani ot bellediği köklere darbeler savurur da yine de kökünü kazıyamaz güzelim çiçeğin. Ellerindeki yaraların yorgunluğuyla kala kalır sadece. Tıpkı böyle içimizde saçaklanan her kötü his o saçağı dallandırıp budaklandıranları; filizlenen her güzel his de o filizi çiçeklendirenleri çağırıyor. İçinde besleyip büyüttüğü her his böyle yaşamına dolanıyor insanın. Güzel her şey, çiçekleri sallandırabilecek kadar ince bir esintiye benzer. Kötü şeylerse; hızla yayılan azgın tomurcuklara.
Çiçek Koparma İtkisi
Sevinmek, çiçek toplamaya benziyor. Kırılmak, çiçekler gibi koparılmaya. İç, çiçeğin ta kendisi. Her şey kopuşta gizli. Kurumuş bir bahçede, bataklıkta ya da bir çölde kendiliğinden bir çiçek açıvermesin, hemen koparırlar onu. İnsanların kendiliğinden bir güzellikle kurmayı başarabildiği tek bağ bu bazen: Onu koparmak. Bazen bir çiçeği dalından koparmak öylesine hazindir ki, kalp öylesine dayanamaz ki onun zarif ölümüne, gidip o çiçeği dalından koparıverir. Çiçeği değil. İçini… Öldürmek için…
İki kız çocuğunun dostluğu kadar zarif, masum ve muhteşem çok az şey vardır. Onlar bir dalda tomurcuklanan iki çiçek gibi, biri diğerini kendi varlığına tehdit görmeden güzelliği çoğaltmanın inceliklerini bilirler. Masumiyetin bu güzelliği neden hüzün verir peki? Masumun seyri henüz açmış bir çiçeğin tazeliğine benzer. Ardından o tazeliğin bitimsiz olmadığını, sonsuza dek sürmeyeceğini fısıldar bilge zaman. Solacak olanı bilmenin hüznüdür bu.
Mezarlık Çiçekleri
Kalp, içinde bir zamanlar yaşattığı
her şeyin gömüldüğü mezarlığa dönüşüyor zamanla. Kalbin artık yaşamayanlara
duyduğu özlemse; soğuk bir mermerin uyuyan toprağında rüzgârın savurduğu o
çiçeklere benziyor: Mezarlık çiçeklerine.
Görüntüsü kusursuz bir güzelliğe sabitlense
de solmayan, açamayan, cansız duracak kadar yapay olan plastik çiçeklere benziyor
bazı güzel görünen şeyler. Uzaktan muhteşem görünen ama bir gelincikle bile baş
edemeyecek kadar cansız, kokusuz ve tohumsuz plastik çiçeklere. Bakana trajik
bir hüzün veriyor. Tıpkı böyle kokusuz, cansız, plastik çiçeklere benziyor
aslını yitirmiş her şey. Bunu gerçek bir çiçeğin has kokusunu unutacak kadar
özleyince idrak ediyor insan. Olan, aslına rücû edene dek. Özlem, özü işaret eder hep. Özlediği yer,
zaman, insan ve her şey... Özlenenler, aidiyete dair ne çok şey söyler. Özlemin
olduğu yerde kendimiz çıkar karşımıza. Özlediği şeyler, özünü hatırlatıyor
insana.
1 yorum:
Kaleminize sağlik👍
Yorum Gönder