İnsanı en çok ne ifşa eder? Günümüzde en büyük ve üstelik gönüllü ifşa edicinin sosyal medya olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Birinin playlisti, sosyal medyada yaptığı likelar, varsa fake hesabı ve kullanma stili, çarçabuk sildiği göz atma geçmişi, DMleri, online alışverişleri… O kişinin isminden, cisminden, kimlik bilgisinden, sosyo-ekonomik & sosyo-kültürel statüsünden, mesleğinden daha çok ifşa ediyor varlığını artık. Sosyal medya izleri, kimliğimizin sanal gölgeleri artık. Çünkü insanların varlığını gösterme şekli ruhlarını ele verir. Çoğu zaman oldukları değil olmak istedikleri personaları hatta bir konsept gibi tasarladıkları kişilikleri görürüz. Sosyal Medyayı kullanma & Sosyal Medyada var olma şeklimiz hakkımızda öylesi şeyler apaçık ediyor ki “birinin ne olduğunu değil ama ne olmak istediğini” hemen ifşa oluyor artık bu sanal göstergelerle.
Sosyal Medya & Sanal Personalar
İnsanlar gerçekte oldukları kişiyi sanal
personalarla kamufle edebiliyorlar. Gerçekte olduğu kişiden çok uzakta ideal
benliğini sosyal medyada yansıtan çok kişi var. Bu örneklerden en çarpıcısı Twitter’da
kendini sonradan Müslüman olmuş bir İspanyol gibi tanıtan ve yaklaşık on yıl bu
sahte kurguyu oynayan Anita Kaver isimli kullanıcı hesabıydı. Yıllar sonra
ortaya çıkan ifşayla aile baskısını aşamayan, bir yalanın ardında kendine
çarpık bir dünya inşa etmiş, kendisi olma cesareti gösterememiş bir tip çıkmıştı.
Tüm bu hikayelerin ardında değişmez bir gerçek var: Kendi gerçekliğini
sevememek. Kendini, yaşamını, sahip olduklarını bir türlü sevemeyenler
kendilerine kurgu bir persona yaratıyorlar. Gerçek dünyayla ve hiçlik
duygularıyla ancak böyle baş edebiliyorlar. Sosyal Medya bu özelliğiyle böylesi
trajik vakaları ayyuka çıkaran, sayısız örnekle tescilleyen bir mekanizma
durumunda.
Sosyal medyanın toplum sosyolojisini,
eğilimlerini ve karakteristiğini gösteren örnekleri de var. İlginç bir örnektir
mesela: Herhangi bir kuaförün instagram hesabına bakın, paylaşımların çok büyük
bir bölümünün sarı saç ve türevlerinden oluştuğunu fark edeceksiniz.
İstanbul'dan Trabzon'a, Hakkâri’den Edirne'ye böyle, esmer kadınlar bile platin
sarısı. Elbette bu durumun başka gerekçeleri de var ama genetik olarak bu kadar
tezat bir kategoriye benzeme hevesinin dahi kimlikle bağlantısı var. Sarışınlık
ve Avrupalı hissetmek üzerine Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi kitabında genetik
olarak esmer, koyu tenli ve koyu saç renkli bir coğrafyanın kadınlarının
sarışınlık hevesi üzerine çarpıcı bir çıkarım yapıyor: "...kalplere
asıl mutsuzluk sızısı veren şey... Sarışın Inge'nin, kendilerini olduklarından
da Avrupalı hissetmek için çırpınarak saçlarını sarıya boyayan, kaşlarını
yolan, ve butik butik gezip kıyafet seçen sosyete kadınlarına, ten renginin ve
ırk yapısının da ne yazık ki kolay telafi edilemeyecek önemli bir eksiklik
olduğunu hatırlatmasıydı." Görünme biçimleri ve kimlik arasında
kuvvetli bir ilişki var. Sarışınlık ve Avrupalı hissetmek arasında da. Dileyen
dilediğini tercih eder elbette ama bir insanın görünme biçimi tercihlerine
bakarak onun kimliğine dair çok şey okuyabilirsiniz.
Sosyal medyaya dair trajik çarpıklardan biri de
ilişkiler ve ilişkilere olan yansımaları. Sosyal medya ve sağladığı iletişim
emniyeti konforu (şifreler, gizli yazışma özellikleri vs.) güvensizlikler,
aldatmalar üzerine de çok şey ifşa ediyor. Orijinal ismi Perfetti
Sconosciuti (Kusursuz Yabancı) olan Ferzan Özpetek'in Cebimdeki
Yabancı uyarlaması sosyal medya, stalk kültürü(!), internetteki sanal
kimliklerimiz ve trajik yalanlar üzerine çarpıcı tespitler yapıyor. Filmdeki
çarpık ilişkiler ağı sosyal medya üzerine konumlanıyor ve her gerçek sosyal
medyayla kanalıyla ifşa oluyor. Bağ kurma hızı ve kurulan bağların kopma hızı sosyal
medyayla daha da mümkün hale geliyor. Sosyal medya bağları hızlı dostlukların,
tek kalemde harcayışları da beraberinde getiriyor. Bauman, Kimlik kitabında Charley
Handy’den sanal cemaatlerdeki "yakınlık yanılsaması"ndan harika bir
alıntıyla bahsediyor: “Ne kadar eğlenceli olursa olsunlar bu sanal cemaatler
sadece bir yakınlık yanılsaması ve yalandan bir cemaat hissi yaratmaktan başka
işe yaramazlar.”
Umberto Eco, sosyal medya toplumunun görünmezlik üzerine konumlandırıldığını ve sosyal medya kimliklerinin varlığının gizlilikle sarılı olduğunu söyler. Gizliliğin kaybı mahremiyetin yok olmasına sebep olsa da kazanılacak yeni sanal kimlik bu fedakarlığın karşılığı olabilir.[1]
Sanal bir persona yarat, o personayla her tür
suç unsuru taşıyan eylemler yap… Sosyal medyada böyle suistimallere de fırsat
veriyor. Böyle örneklerin suç konusu teşkil etmesi örnekleri de var. Tüm bu
gerekçelerle sosyal medyada tıpkı gerçek hayatta olan bir etik anlayışı olmalı.
Bu anlamda Sosyal Medya Etiği çalışmaları oldukça önemli. Tüm bu siber
zorbalıklara karşı alınacak en iyi önlem T.C. Kimlik numarası şartı konulması. Dileyen
mahlas kullansın fakat suç teşkil edecek bir eylemde bulunulduğunda resmi
mercilerce ivedi şekilde gereği yapılsın.
Kibirli Selfieler
“Selfie bağımlılığı ‘Ben’in iç boşluğuna
işaret eder. İç boşluğunun karşısında bu Selfie öznesi beyhude yere kendisini
üretmeyi denemektedir. Selfie benliğin boş biçimidir. Boşluğu üretir. Ne
narsist kendi kendine delice bağlanma ne de kibir Selfie bağımlılığını çıkaran
şeydir; fakat iç boşluk bunu üretir. Burada sabit, kendi kendisini seven
narsist bir ‘Ben’ yoktur. Daha ziyade bir “negatif narsisizm” söz konusudur.” der Byung-Chul
Han, Güzeli Kurtarmak kitabında.
Jean Baudrillard ise Kötülüğün Şeffaflığı
kitabında artık her kişinin kendi görüntüsünü aradığından “Varım, buradayım
değil; görülüyorum, bir imajım; bak bana, bak! Narsisizm bile değil bu; sığ bir
dışadönüklük, herkesin kendi görünüşünün menajeri haline geldiği bir tür
reklamcı saflığı.” diyerek bahseder. Bu gönüllü ifşanın aynı zamanda bir
kibir aptallığı getirdiğini söylemek yanlış olmaz. Kibre has bir aptallık var. İçten
içe büyüyen “sen eşsizsin” telkini, herkesten başkasın yanılsaması ve hayattaki
her şey seninle ilgili sanrısı. Hayat en şık kibirli aptallarla dalgasını
geçiyor oysa. Üstelik hep aynı cümleyle: "Çok özelsin..." Kibir, en
çok benzerliği sevmiyor. Kendini eşsiz kılabilmek için biriciklik hırsı ile
benzer rakipleriyle bitimsiz bir mücadeleye giriyor. Kaybeden önce kendisi ve
kendiliği oluyor. Eşsizlik imkânsız, benzerlik kaçınılmazdır çünkü. Özel olma
arzumuz, otantiklik kaygımız biriciklik hırsıyla kibir güzellemesine dönüşüyor
çoğu zaman. Var olma sürecimiz; bir bebeğin doğuşu, bir çiçeğin açışı, bir
kuşun uçuşu gibi kendiliğinden olmalı oysa.
"Beni, sahip olduklarımı, beni beni,
seçimlerimi, beni beni beni, seçmediklerimi, aşkımı, hayatımı seyredin!" diyen,
tüm enerjisini seyredilmeye, göstermeye harcadığından zihni, ruhu, dili tutuk
kalmış influencer tipi var. Çocukken zengin, popüler ya da şımarık olan
çocuklar; kendi gibi olmayan diğerlerini içine alan doğal bir çember halesi
yaratıp ve onları seyirci kılıp en ince ayrıntısına kadar işte tam böyle
anlatırlardı. Bugün o çocuklara "youtuber, influencer" diyoruz.
Göstermenin bile sınıfsallığı var. Şatafatlı “sünnet vlogu” ya da “Paris kombinim
vlog”u arasında bir fark var mı? Instagramda elbise, ayakkabı odalarını
gösterip uzun uzadıya anlatan influencer kadınlardan ne farkı var şatafatlı,
altın varaklı bir sünnet töreni organizasyonunun? İki tarafın da nihai amacı
göstermek değil mi? Tek fark hedef kitleleri. Birinin hedef kitlesi orta &
üst sınıf; ötekinin mahalle & akraba grubu. Nihai amaç ve yöntem birebir
aynı. Toplumun entelektüel bilinci gelişmemiş her tabakası aynı gösterme
hevesine sahip. Birini aşağılayarak ötekini hayranlıkla seyretmek ise sınıfsal
bir bönlükten ibaret.
Narsisizm Salgını
Kemal Sayar, şişkin egolar çağında “narsisizm
salgını”nda olduğumuzu söyler. Narsisizmin salgın metaforuyla ifadesini bulması
günümüzdeki tabloyu iyi izah ediyor. Benzer metaforu Jean M. Twenge de Asrın
Vebası: Narsisizm İlleti kitabıyla yapıyor. Jean M. Twenge, Asrın
Vebası: Narsisizm İlleti kitabında narsisizmin selfiesini çekiyor: “Narsistler
için, kimin en çok ve "en seksi" arkadaş ekleyebildiğini görmek, iyi
bir rekabet unsuru ve narsistler rekabeti severler.” Bu bağlamda narsistler
heyecan veriri ilişkiler sunarlar ve bağları ego beslemek üzerine kurumuştur.
Temel hedef kendi egolarını beslemek olsa da geri dönüşünü almak şartıyla
muhataplarının da egolarını beslerler. Twenge’e göre narsistler özsaygı ve
konumlarını yükseltemeyen bağları sonlandırma eğilimindedir çünkü narsistler
partnerlerine yakıt gözüyle bakar. İnsanları itibar ve mevkilerini beslemeyen
insanları bir çırpıda çöpe atıverirler. İnsan harcama hızı çok yüksektir
narsisistlerde çünkü narsistlerin hedefi uzun vadeli, sağlıklı bağlar kurmak
değil olabildiğince çok insanı kazanmak ve dikkatini çekmektir.
Engin Geçtan, narsisizm kendini sevmeyi
değil, kendine yabancılaşmayı simgelediğini söyler. Gençtan, Karen Horney’e
atıf yaparak narsisizmin kişiye acı veren hiçlik duygusuna karşı geliştiğini,
kişinin olağanüstü bir varlık inanarak hiçlik acısını bastırdığını ifade eder.
Kişideki artan yabancılaşma duygusuna bağlı olarak olağanüstü varlık olduğuna
ilişkin inancın da arttığının altını çizer. Türkiye'de bilhassa Z kuşağının
ürettiği sosyal medya içerikleri bu anlamda bu yabancılaşma ve narsisistik yönelimi
ifşa eder nitelikte. İçeriğe bakarak, kitledeki narsisizm salgınını okumak güç
değil. Bu bağlamda Say Yasası iktisat kadar sosyolojide de işlevsel. Her arz
kendi talebini; her içerik de kendi kitlesini yaratıyor. Arz nitelikli hale
getirilmedikçe kitleden nitelikli talep de çıkamayacak. Dünya
bir zamanlar nasıl savaşlara, kıtlığa, ideolojilere karşı önlem almış,
silahlanmış ve savaşmışsa bugün de ruhunun, aklının ve kalbinin sıhhatini
korumak adına bu narsistik vebalara karşı da ruhsal silahlarla teçhizatlanmak
zorunda.
Kombin Kimlikler ve Kimlik İnşası
Bireylerin yaşam deneyimleri, öznel tercihleri, bireysel farklılıkları
kimlik inşalarında belirgin etkiler yaptı, gittikçe çeşitlenen kimlik
tasavvurları meydana getirdi ve sosyal medyayla birlikle daha da görünürlük
kazandı. Ve halihazırda etkisi olan Narsisizm salgınıyla kimlik tasavvurları
özellikle sosyal medyada daha da çeşitlenen bir görünüm sergiledi. Tüm bu
süreçlerle birlikte kimlik ve kimlik inşası süreci üzerine yeni yaklaşımlar da
orta çıktı. Onlardan biri olan ve kimlik üzerine de teorileriyle öne çıkan
Manuel Castells, kimliğin inşa edici karakteristiğine dikkat çekti.
Manuel Castells, küreselleşmeyi 1970’lerden bu tarafa enformasyon
toplumunun ortaya çıkışı ile bağlantılandırır. Özellikle internet gibi yeni
iletişim teknolojileriyle veri ve bilgi akışları hız kazanmış; toplumlar
politik ve ekonomik açılardan birbirleriyle bağ kurabilir hale gelmiştir.[2] Toplumsal etkiler
ve kimlik bağlamında kimliğin yapılandırılması baz alındığında kimliğin iki
boyutundan bahsedilebilir. Bunlardan ilki; Kimlik Çakışması-Yakınsaması:
Üzerinde mutabakata varılmış bireylerin ve hareketin birleşimlerine vurgu
yapar. Bir diğeri ise Kimlik İnşası: Kişiler ve kolektif kimliklerin
bağlantıları ve bununla birlikte bireylerin kendilik algısı süreçlerine vurgu
yapar.[3]
Henri Tajfel ve John Turner tarafından geliştirilen Sosyal Kimlik Kuramı
ise bireyin düşünce, duygu ve davranış kalıplarının meydana gelmesinde sosyal
grupların etkisi olduğuna dayanır. Tajfel ve Turner’ın kuramı, grup içindeki
benlik algısı ve grup dışındaki benlik algısının farklı olduğunu; grup
dışındaki kişisel kimliğin grup içinde kendini sosyal kimliğe bıraktığını ileri
sürer. Bu bağlamda bireylerin toplum içindeki davranışlarını kişisel kimlikten
daha çok sosyal aidiyetin olduğu sosyal kimlikler belirler. John Turner’ın
Sosyal Kimlik Kuramına paralel olarak oluşturduğu Kendini Sınıflandırma Kuramı,
bireylerin birçok konuda kendilerini sınıflandırdığını ileri sürer: İnsanlık
Boyutu (Bireyin İnsani Kimliği), İç-Dış Grup Boyutu (Bireyin Sosyal Kimliği) ve
Özgül Boyut (Bireyin Kişisel Kimliği)[4]
Bu kuramsal çerçeve hem sosyal hem bireysel hem de sanal yaşamlarımızda
bizlere çözüm yolu sunuyor. Sağlıklı bir benlik inşası için en önce kendini ve
sahip olduğu her şeyi kabullenme bilinci gerekiyor; kendilik inkârı değil. Sonradan
edindiği, inşa edilmemiş, kurgu ve sanal personalarla sağlıklı bir benlik,
kimlik inşa edilebilir mi insan? Kimlik inşasında ilk durak yüzleşme bu yüzden.
Yüzleşmek, acıtır. Yüzleşmek; insanın hakiki yüzüne varana kadar yüzündeki
personaların derisi soymaya benziyor. Ne acıdır soyulan bir derinin ardında, iç
yüze varmak... Ve kanamış gözlerle, hakiki yüze bakakalmak. Toplumca ve ferdi
olarak hepimizin en önce bu yüzleşmeye ihtiyacı var. En önce de kendi yüzümüz
ve sosyal medyadaki sanal personalarımızla.
[1] Alperen Karapınar, (2022), “Twitter Gündem Ağları: Twitter Türkiye Gündemlerinin Ağ Toplumu Kavramı Üzerinden İncelenmesi” (Doktora Tezi) s. 44.
[2] Aylin Akpınar, (2014), “Toplumsal Değişme ve Küreselleşme” Yeni Toplumsal Hareketler, Anadolu Üniversitesi Yayınları, s. 17-19.
[3] Snow ve McAdam’dan aktaran: Filiz Göktuna Yaylacı, (2014), Yeni Toplumsal Hareketler. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, s. 92.
[4] R. Saim Dalbay ve Nazmi Avcı (2018) “Kimlik İnşasına İlişkin Temel Yaklaşımlar ve Bu Yaklaşımların Türkiye'ye Yaklaşımları” Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi s. 31-32.
1 yorum:
Elinize sağlık, çok güzel bir derleme.
Kendimi çok dışında hissettiğim, sanki eski bir çağa ait değerlerin masal diyarında, aidiyetsiz bir ruh gibi hissettiğim bir alan sosyal medya. Bazen geride kalmanın yansıtması mı diyorum ama hayır, bile isteye uzağında kalmanın huzur arayışı..
Öyle ya da böyle, hayat bu artık.. Maalesef.
Yorum Gönder