Kusursuzluk vs. Huzursuzluk.
Biri berikinin hemen ardına düşen sonucu çünkü kusursuzluğun peşine düşen elinde sonunda huzursuzluğa düşüyor.
Bin bir türlü kusursuzluk şablonu var. Düşünüşte, hissedişte, arayışta, oturuşta, kalkışta, aynaya bakışta. Sanki içimizde kendini bir türlü gerçekleştiremeyen yarım adamın eksiklikleri kadar. Kusur arttıkça bir şablon daha çıkıyor gün yüzüne. Çünkü her kusur belki de eksiklik, idealize ettiğimiz kusursuzluk yüzünden gözümüze batıyor.
*
Keşke,
Razı olsak, mütmain olsak, sükûn bulsak.
*
Benim dili geçmiş zamanda kalan her hata ve kusuruma, kendimin, özümün ve eksikliklerimin yaması olarak, savunma mekanizmalarıyla nakşettiğim kusursuzluk tanımlarım, şablonlarım var.
Olmadı diyorum mesela, çünkü olan “olması gereken”den çok uzak. Bak işte bu eksik, yanlış diyorum. Her olması gereken deyişimde, olmazlara, olmamışlıklara gideceğimi bal gibi de bildiğim halde.
*
Kusursuzluk arayışının bedendeki izdüşümü var bir de.
Galiba Mahrem’de geçiyordu;
“hiçbir zaman bedeninde rahat edememişti.”
Huzursuzluğu, kan gibi damarlarında hisseden, yüzünün her zerresinde dalgaları olan gerilimin, endişenin ve egosunun bir kısmına da dediği “Angst”ın içinde yaşayan birinin, içinde kolayca kendini bulacağı bir cümle.
*
Çirkin bir suret göstermez çoğu zaman karşıdaki ayna. Standartların altında da değildir hiçbir uzvunuz. Ama yine de yürüyüşünüz, gülüşünüz ele verir içteki izdihami.
İmdat diye yardım ister, kan hücumuna uğramış yüzünüz. Simsiyah olur, bazı günler aynada seyrettiğiniz gözleriniz. “Şimdi şurda yok olsam!” la yankı bulur içteki sözleriniz.
*
Her zevkin bedeli, her günahın ıstırabı var. Bize hiçbir zaman ait olamayacak olanın peşine düşmenin de, nefse zulmü var.
*
O halde yine başa dönelim.
Her kusursuzluk arzusu, aynı zevk gibi, kişiye verdiği anlık hazdan sonra, yerini etkisi kolay kolay geçmeyecek huzursuzluğa bırakıyor.
Mutlulukların geçici, acıların sonsuz olması gibi.
(Honore de Balzac)
***
2012, mart 29