Mayıs 22, 2012

ZM / Ruh Ütüsü

Açıklanamayan asabiyetin neden olduğu garip tavırlar toplamı. Galiba takıntı, en azından benim takıntı tanımım bu.

*

İlk ne zaman peyda oldu bilmiyorum ama mavi önlüklü zamanlarıma kadar gidiyor. Güzel ve “düzgün” yazma şeklinde baş gösterdi ilkin. Harflerin biçimlerinin göz estetiğimin sempatisini kazanması öyle önemliydi ki, defterin sayfalarını anlık bir sinirle yırtıp attığım çok olmuştur. Ciltlenen defterlerin tükenmez ya da pilot kalemle “etiketleri” atılırken elimin stresten harfleri biçimsiz, yamuk yamuk yazdığı da çok olmuştur.

Sonrası, yüzde malum olan memnuniyetsizlik. Garip bir huzursuzluk.

Bu “düzgün” yazma sıkıntısından hala tam kurtulamadım. Ne zaman derste not tutmanın –sayısal derslerde bile- anlamsızlığını(!) fark ettim, o zaman rahat bir nefes aldım. Yazımı kontrol etme arzusunun kalemi sıpsıkı tutma şeklinde tezahür ettiği parmak ağrılarından geç de olsa kurtulmuştum. Kafam kadar boştu defterlerim.

Ohh.

*

Mükemmeli bilmenin ama asla o’na sahip olamayacak oluşun yarattığı bir huzursuzluk bu. Hiçbir zaman geçmeyecek bir huzursuzluk bu.

*

Giyinirken de çok olur. “Hiçbir zaman içinde tam rahat edemediğiniz  bedeniniz“ de rahat bırakmaz sizi. Elbiselerinizin bir tarafı hep iğreti durur.

Mavi önlüğümün kemerini, önlüğün üzerine aynı kumaştan eklenen o kemerini, karnımı ağrıtacak kadar sıkışım geliyor aklıma.

Huzursuzluğun zaptı, kontrolle olur çünkü. Estetik müptelası beşerlerinin “müdahalelerine” empatiyle yaklaşıyorum şu an.

*

Aynadaki yansımama en sinirli zamanlarda attığımız gülüşlerden birini hediye ettim yine bu gün. Ütüyle özenerek açıyorum kırışıkları geçiyor ama içimdeki bu huzursuzluk, bu bedeni “de” olan huzursuzluk geçmiyor bir türlü.

*

Madem takıntıları taktık bugün kafamıza, düzelim peşpeşe incileri.


İşte benim incilerim;

·         Satır altı çizerken, çizgilerin düzgün bir şekilde ilerlemesi.

·         Pantolların dizkapağı dolaylarındaki pörsümüşlüklerinin, her kullanım sonrası ütünün yüksek buharına maruz kalması.

·         Lise bire kadar başarıyla devam ettirdiğim diğer takıntım ise, defterlerimin üzerine nakşettiğim yazılarımın düpdüzgün ve güpgüzel yazılması.

·         12 yaşına kadar devam ettirdiğim, bildiğim tüm duaların ailemdeki tüm bireylere belirli bir sıra gözetilerek ardı ardına okunması.(dua anlayışımda önemli değişiklikler oldu ilerleyen yaşlarımda)

·         14 yaşında artık oynamayı bırakayım(!) dediğim barbie, sindy(markaları bunlar değildi) bebeklerin, kardeşimle ellerimizle diktiğimiz küçük elbiselerinin dikişlerinin minicik ve düzgün olması.

5 yorum:

verbumnonfacta dedi ki...

yazı önemli. yazısı çirkin bir kadının 'müsabaka'ya yenik başladığını düşünürüm.

bir kadının çantasında her şeyden önce bir defter bulunmalı.

büyük harfe hayır.

kalemi öyle sıkı tutuyorsanız elinizde nasıl oluşmuş olmalı, oysa eller çok önemli.

beden gelip geçici, ten hüzünlüdür.

Zeynep Merdan dedi ki...

bir beyin bu konuda hoş bir sözü var,

"beynin ağzı ellerdir" diye.

yazı, imza, kalemi tutuş, ellerin yüzüklerle dolu oluşu..
hepsi fiyakalı güzel şeyler.

*

kalemi sıkı tutarım evet, bastırarak yazarım çünkü. arka sayfada harflerin hep izi çıkar.

*

çok fazla el tanımı olabilir, beyaz eller, nasırlı eller, sigarayı şair gibi tutan eller..

bir de asabi eller. kemikli, incelikten uzak, orta sol parmağı kalemi bıraktıktan sonra kızaran eller.

verbumnonfacta dedi ki...

eksik kalan yerden devam edelim: biyografisinde, "ruhunu ütüsüz ve buruşuk gezdirmeyi sevdiğinden hiçbir zaman yeterince 'düzgün insan' olamadı,"* yazan didem madak'ı okumak eminim herkese iyi gelecektir.

"beynin ağzı ellerdir" tarzı cümleler kuran insanlardan uzak durmanızı tavsiye ederim. tanım yapan cümleler kuracak kadar cüretkâr olmamalı bir insan. bir kaç tanımın ardından, 'ben hayatı çözdüm ya' gelir ki. o tarz...

her şey bir şeyleri ele verir. saç kesiminiz, kostüm tercihiniz, yemeği hızlı yemeniz, ayraç kullanmanız... ne demeli, her biri 'ağız' mı?

dediğim gibi eller güzel olmalı. bazı insanlar bedenin başlangıcı diyerek ilk defa oraya bakar çünkü.


*:"ah"lar ağacı, everest yayınları

Zeynep Merdan dedi ki...

iyi de,
tanım yaparken "hakikat"ı buldum ben demiş olmuyor ki insan. kendi penceresinden, vadisinden görünen gerçekliği söylüyor sadece.

"ben hayatı çözdüm ya" diyen zamaneler için de aynı şey geçerli, yarım yamalak dimağına bir parçacık görünen gerçekliğin, içlerine serpiştirdiği ucuz gururdalar onlar. belki ben de.

*

o kadar seçici olamıyorum, seçme aşamasına gelmek için belli bir birikimin olması gerek. ne yaşım, ne elimdekiler içlerine yeni yeni dalmaya başladığım bu çoğu şeye burun kıvıracak seçiciliği bahşetmedi henüz bana.

*

eller üzerine söylenecek çok şey var.
"ellerinden belli olur bir kadın" diyen şairle aynı kapıya çıkıyorsunuz demek ki.

ellerin güzel olması güzel tabi, ama ellerden daha önemli bir şey var.

gözler.

bedenin başlangıcını nasıl eller ele veriyorsa, kanımca ruhun ipuçlarını da gözler, gözler önüne seriyor.

*

yorum farkı.

verbumnonfacta dedi ki...

'diriliş'in "ellerinden belli olur bir kadın" diyen şairini severim ama onunla aynı kapılara çıkmak haddim değil.

gözler... şiirsiz geçilemeyecek kadar derin. ve elbette, görmeye muktedir.

kervan yolda düzülüyor. bu yüzden gençliğinize haksızlık etmeyin.

ve güvenmeyin de... (elbette burada bir gülümseme ikonu var)