bu şarkıyı niye seviyorum ki. 2liği yüzünden mi. ya çok mutlu ya çok mutsuz edecek bilinmezliğe aynı anda sahip olduğu için mi. "en çok ben'i severmiş" deki ben'de aslında sadece kendi ben'ini seven zavallı bir ben kastedildiği için mi. kendini inadına bir yalanla kandıran/teskin etmek isteyen delicesine mutsuz bir bencil'in şarkısı olduğu için mi. "beni aramış gözleri"deki tekrarın ikincisindeki "gerçekten" yüzünden mi. "bir mendil, eski bir resim" bulan mutlu bir hırsızın sevincini hissettirdiği için mi. yoksa klibi yüzünden mi.
ilk kez bir yazara kitap imzalattım. ilginç bir deneyimdi. açıkgöz beşerler arasında yerimi muhafaza etmeye çalıştım, sıramı bekledim.
sırada beklerken, biraz budala, biraz koyun sürüsünden herhangi bir koyun gibi hissederken halimi; yaşayan tek bir insana hayranlık duymanın bana göre olmadığını, herhangi bir alanda ünlü, yetişkin, kıdemli birine ilginin, saygının ve hatta hayranlığın onunla aynı fotograf karesine girmekle alakalı olmadığını, bunları yapacağıma bir kez de olsa ilgi/saygı ve hatta hayranlık duyulan kişiyle gözgöze gelmenin, bir iki cümle kurmanın daha kaydadeğer olduğuna hükmettim. bunları yaptım mı peki, yarım yamalak. ama sorun bende değil ki. sevgim, takdirim, ilgim gibi küçüktü çünkü. yaşayan hangi ünlüyü, yazarı, sanatçı'yı hakikaten sevdiğimi söyleyebiliyorum ki.
belki de bu yüzden bu yaşıma kadar imzalattığım ilk kitap olma özelliğini taşıdı, yazara bile ait olmayan bu kitap. kaygı kavramını bulan bey'in çeviri kitabı. neyse ki yazar çeviriyi yapan beyi tanıyormuş hatta arkadaşıymış da sorun olmadı, vekaleten yazdı.
ama her şeye rağmen güzeldi. gezgin'i yazan ellere "keşif sever" yazdırdım.
Ruh Voltası & Dance in the Dark: kara odada iç ritimleri ile yapılan bir tür yürüyüş, dans. ruhun ritmi. id kusması. ellerin canavarlaşması. ruh voltası. zarifkarakarganın çırpınışları. kelebeklerin kanatlarını koparmak.
*
cümlelerimi kaybettim. kendimi kaybettim. ama yine de yazıyorum. hırs ve tiksintiden başka his duymayan sevgili Patrick Bateman, hırs ve vaz'dan başka bir his yok bende de. arzu, hırs, hırs duymak istemek midir Allah'ım. böyle ise pek de kısa sayılmayacak bir liste var elimde. ukdelerle bir bir sıralanmış. ukde teskin edilmemiş hırs mı demek. ukde varsa dua mı etmek gerek. listeyi bir bir saymak mı gerek. ama listenin daha başlarındayken geliyor vaz. getiremiyorum ki gerisini. isteyemiyorum ki. isteyebilmeyi mi isteyeyim öyleyse. ama Matmazel Noraliya ne olacak. istememeyi istiyordu o senden. verirdin, vereceksin belki de. ama isteyemiyorum ki. içime bu boktan vaz geliyor her seferinde. zühd mü koydun içime. Matmazel Noraliya'nın koltuğu. Süleyman'ın tahtı. Süleyman'ın bahtı. zühd koyduysan içime niye rind gözü verdin ki. öldürmek için mi beni? niye gözümü dikip bakıyorum. niye en büyük hazzı gözlerimin acısıyla yaşıyorum. niye her defasında içime kısacık ateşten başka bir şey vermeyen bu arzuları teskin etmekten başka bir seçenek kalmıyor elimde. niye bu kadar çok niye var. vaz varsa, haz'zın ne anlamı var? haz mı, vaz mı? haz ve faz mı? az ve vaz mı? sonra hep vaz'a varıyor. hazzı bile son'daki vaz için istiyorum. demek ki ben vaz'ı istiyorum. ama ukdeleri susturmak zorundayım. yoksa dance in dark olacak günleri sayılı ömrüm. yakarma, isyan duadan sayılır mı? o zaman ben sürekli dua halindeyim. hayır, hayır nasipsizlerden oldum belki de.
dance in the dark şarkılarından. yukarda Allah var kısmını atınız, bir münacaat.
bir dakikada Howl's Moving Castle nasıl anlatılır?
*
bir gece yıldız yağıyordu. Howl, Secret Garden'de yürüyordu. yıldızların biri Howl'u seçti. yıldız ışığa dönüştü. Howl ışığı içti. Işk kalbini ruhundan ayırdı. ve Howl'un kalbi yerinden çıktı.
o da bir ZM.
ne güzel bir bahtiyarlık bu Tanrım. ben ve Zeki bey'in isim-soyisim başharflerimiz aynı. -neyse, bir ara bunu düşünür sevinirim.-
*
Zeki bey, bir akşam üzeri romanını(?) okuyordur. yüzünde mutmain, dingin üstelik pek latif bir tebessüm vardır. birden telefon çalar ve telefonu açar. arayan sayısı milyonları bulmuş hayranlarından yalnızca birtanesidir. ama Zeki bey şaşırmaz, panik olmaz. Zeki bey için bir rutindir, hayranlarının o'nun biricik varlığı ile ilgili sorularına bir bir, hepsi iyice, önceden düşünülmüş cevapları vermek. ah, Zeki bey'in varlığı ve konuşması biz ölümlüler için lütuftur(tu)zaten.
(...)
cici kız: tatmadığınız iki duygu nedir?
ZM : kin ve de kıskançlık. çünkü kıskanacak hiç kimseyi bulamadım. -ses, elimde değil, neyapayım ayol(!) umursamazlığında-
*
severek dinlediğim çok şarkısı var, hakikaten de sanatçıydı ama bu söyleşi irdelenmeli, bu video sıradan bir video değil.
2012’yi kaybettim. Birkaç yazı dışında tek bir şey kalmadı
bu yıla ait.
Tuşlara sıkıntı basarak başlattığım, 4 yılı aşkın süredir
sürdürdüğüm sanal günlüğümün 2012 kısmı yok oldu çünkü –diğer yılları
geçirmiştim- Yüz küsür kayıt yok oldu. İki üç günde bir muhakkak yazdığım, ruh
tahlillerim, küçük keşflerim, kendime kendim için tuttuğum tüm bu kendi
raporları yok oldu çünkü.
Kendimi eksilmiş hissediyorum, çalınmış hissediyorum. Müflis hissediyorum. Cümlelerim dışımda ne
kalıyor ki zaten. Tüm bu senelerden bu cümleler dışında ne kalıyor ki zaten. Her
şeyi o cümleler hatırına yaşamıyor muyum zaten. Ama şimdi hiçbiri yok. 22 yaşımı kaybettim. Aptallığım yüzünden,
üşengeçliğim yüzünden. Önce tuşlara basayım, sonra özenle defterlere geçiririm
takıntısı yüzünden.
Nefret ediyorum üşengeçliğimden. Tembelliğimden. Deftere el
yazımla geçirmem gerekiyordu, saatlerini bile özenle kaydettiğim o sanal
cümleleri el yazımla, emeğimle defterlere, ajandalara kaydetmem gerekiyordu
çünkü. Saklamam gerekiyordu çünkü. Ödevimi yapmadım. Yapmam gerekeni yapmadım. Aptal
bir güncelleme ve hokus pokus. Sanal her şeyden nefret ediyorum bazen.
Bilgisayarlar formatlandığı zaman yaşanan sanal kayıplar
için yazıklanmak değil bu. Hakikaten eksilmiş
hissediyorum. Cümleler için yaşıyorum, yaşamak, keyf almak için yaşamıyorum ki ben.
Atsaydım, yaksaydım, savursaydım umursamazdım, üzülmezdim. Ahmet Cemil’in Mai
ve Siyahını yaptığı gibi yapsaydım zevk bile alırdım. Ama şimdi öyle mi. Şimdi hiç
öyle mi. 22 yaşım yok.
Bağımlıyım evet. Evet, bir tür bağımlılık bu. Kaybetmekten
ölesiye korkmak bu. Bazı şeyleri asla atamayacak olmanın yarattığı takıntılı,
obsesif bir bağımlılık bu. Oyuncaklarımı attığım zaman da olmuştu, bebeklerimi
attığım zaman da olmuştu. İlkokuldaki hatıra defterimi alay edip attığım zaman
da olmuştu. Çünkü ben, kendimle ilgili her .ok söz konusu olduğu zaman hiçbir
şeyi atamıyorum, hiçbir şeyden vazgeçemiyorum. Çöpçüyüm. Çöplerin içinde
yaşıyorum. Çöplerin içinde salak salak rüya arıyorum çünkü.
Oh, oh. Oh, mis gibi. Güzel oldu. Çok güzel oldu. Sırıt şimdi.
insan bu resme bakınca neden "ince bir hastalığa" tutulmuş birini hayal eder ki? orta yaşlı, zayıf, kara kuru, ciğerleri kötülemiş, ciğerleri çok kötülemiş zayıfça bir adamı/kadını. sırtı kambur, yavaşça yürüyen. adımları ayaklarında, ayakları iflas etmiş ruhunu zorla götüren. insan bu resme bakınca içi, niçin kahırla dolar ki?
(tehlikeli beyaz'ın, hoş hiç'in şarkısı.
john abi'yle çekik gözlü abla'nın ne güzel oldukları, yürüdükleri şarkı)
"Imagine there's no heaven It's easy if you try No hell below us Above us only sky Imagine all the people living for today"
*
"Önümde yapılacak çok şey var. aşılacak çok daha yüksek tepeler, geçilecek çok daha karanlık vadiler var. Ve tüm bunları kendi içimde bulmalıyım. bana ne "din" ne "ahlak" ne de "mantık" yardım edebilir. Dinin bana yararı yok. başkalarının görünmeyene beslediği inancı, ben elle tutulana, gözle görülene besliyorum. benim tanrılarım insan eliyle yapılmış tapınaklarda oturuyorlar, gerçek deneyimlerden oluşan bir çerçeve içinde inancım kusursuzlaşıyor ve tamamlanıyor. belki de aşırı tamamlanıyor çünkü "cennet"i yeryüzünde bulanların birçoğu, belki tümü gibi ben de, bu dünyada yalnız "cennet"in güzelliğini değil, "cehennem"in dehşetini de buldum."
Oscar Wilde / De Profundis
(syf: 98)
*
Muhayyel..
Sorulardan bir soru'ya tek kelimeyle bu cevabı veren'i anımsıyorum. Benim tek kelimeyle; "zarif" dediğime tek kelimeyle "muhayyel" demişti. Kıskanmıştım cevabını da, sonra hiç unutmamıştım anlamını. Hayali olan. -en az ruhefza, ruhnevaz kadar güzel Ketumi. "ruhuna dokunan" her kelime bana da güzel Ketumi.-
Hayal etmek tehlikeli bir şeydir. Hayal etmek bir tür sığınma halidir. Hayal etmek teskin edicidir ama mahrumların avuntularıdır. Hayal etmeyi bırakmak istiyorum. Düş kurmayı da. Sanatçıların ilhamı biz sıradanlara; ben sıradan'a zarar veriyor çünkü.
John Lennon'un Imagine'sini dinliyordum. Tehlikeli beyaz'ın, hoş hiç'in şarkısını dinliyordum. Mest olmuş(!) dinliyordum ki küçük bir keşf yaşadım. Imagine, believe kelimesini düşürdü aklıma. İkisini mukayese ettim ve şuraya vardım. Biri sanatçıların, beriki inananların biricik nesnesi bu şeyleri birbirinden 1 noktada farkı var.
Hayal ettiğimizde biz, biz hayal ettiğimizde, her şeyin içindeyizdir. İstediğimiz cümlelerin en ihtişamlı öznesi edebiliriz kendimizi. En sevdiğimiz kurguların, durumların 'yaratıcı'sı olabiliriz. Malzememiz her şeydir çünkü. 1'in, 1icik vasfının, yaratmanın yansıması bir hal içindeyizdir çünkü. Zihnimiz ve hayal gücümüzle sınırlı olsa da her şeyin içindeki bedi'yizdir(!) çünkü.
Ama inanmak öyle mi. İnanmak hiç öyle mi? İnanmak da edilgenizdir! Hayal etmekteki pür-i aktifliğimize rağmen. 1şeyin, bizi ve tüm bir irademizi aşan o şeyin, 1şeyin tasdik edicisiyizdir sadece. Tasdiğimizle kıymetli olabiliriz ancak. 1 hükmün üzerine, 1 hükmün gerisinde itaat edici olarak değerli olabiliriz ancak. Baş eğen olarak, kul olarak, kul kalarak..
*
Hayal kurmak tehlikeli bir şeydir. Ey sıradanlar! hayal kurmayınız. Yaratamayacak olanlar -sanatçı olmayan ve asla da olmayacak olanlar- zinhar hayal kurmayınız. Ve biz sıradan; ben sıradan için sadece mahrumların avuntusu olan bu heveskar, acınası eylemi terk ediyorum, edeceğim.
İnanmayı seçiyorum. Hakikat'i ve gölgesindeki gerçekliğime iman etmeyi seçiyorum. İnanmaya göstereceğim itaatkar ve edilgen hali, yaratmaya gösteremeyeceğim kudrete tercih ediyorum. Aşağıdan, avamdan görün beni. Secde etmeyi seçiyorum. Bana verilen bu iradeyi bu seçimi yapma noktasında kullanıyorum.
Baş eğmeyi seçiyorum.
Tek efendi'ye.
Soylu, günüllü ve rıza dolu(!) itaatimle.