"Koşsaydım, yetişirdim
Koşmadım."
İbrahim Tenekeci
*
(Yazımızın başlığı, İsmet Özel"in "iniyorum ama indirilmedim" dizesine benzedi. Benzesin.)
Mart 27, 2015
Mart 20, 2015
Mart 18, 2015
ZM / Placebo
Rast'ların büyüsüne meftun oldum sadece. Belki de tevekkülün ifrat-tefrit dengesini öylesine bozdum ki hep ayağıma gelmesini bekledim bir şeylerin. Gelmediler. Zaten umurumda da değildi gelmeleri. Beklemedim. Bana verecekleri hiçbir şeye tamah etmedim. İstemedim. Alemlerin Rabbine bile her zaman el açamadım. Yazgım gibi nasipsizdi dua pozisyonu alamayan ellerim.
Belki küstah bir kumardır bu, hayatla oynanan. Belki ruhumun bu fıtratı yaşamıma da tezahür etmiştir. Peki kazanmak için riske atılan hangisi? Hayatım mı? Ta kendisi. Vitam Vero Impendenti: 'Hakikati öğrenmek için yaşamını riske atan kişi...' Ama sonuç tıpkı o güzelim şarkıdaki gibi: "But that's not the shape of my heart / That's not the shape, the shape of my heart"
Sıradan olan niçin çirkindir ki? Niçin izzetini ayn(a)da seyr'i seven narsisist nergis çiçeğinin tabiatı bu melun yapı böylesine kırılgan sıradan(lık) karşısında? Niçin sıradan olacağına 'hiç' olmayı dahi diler?
Var(a)mayacaksam, dahası varmayı zerre umursamayacaksam niye yoldayım ki? Yolum bir kervansaraya varmayacaksa neden bu yol perişanlığı? İsteyemiyorsam, istemek hasleti alınmışsa sinemden neden atım var ki? Neden bir varış noktam olmadığı halde atımın sırtını böylesine kırbaçlıyorum ki? Güzel atım, benim kara, soylu, hırs atım...
*
Noldu bana Doktor? Ne haller oldu ruhuma ki ben bu kayıtsız moda geçtim? Kim kırdı ümitlerimi? Kim buza dönüştürdü kristal kalbimi? Kim çaldı ruhumdan o güzelim(!) gençlik neşvesini? Hem neden hazzı dahi merakla yaşıyorum ki? Neden çok sevilen'i öpmek dahi hazdan önce merak benim için?
Nasıl bir lütuf yahut lanet ki ruhumun mayası böylesine keşf'ten? Neden işinin piri yaşlı tarotçudan bile "25 yıldır fal bakıyorum, böylesine karmaşık bir ruh görmedim"sözlerini işitiyor kulaklarım?
*
Hayır, bana o ilaçları zorla içirme Doktor. Hayır, durun. İtiraf edeceğim. Sıradan olmayı hiç istemedim. Katlanamadım buna. 1. olmayı, 'en olmayı' dahi bunu istediğim gibi istemedim. Çünkü zaferlerimi daha iyiler çalabilirlerdi. Bir yarış olduğu müddetçe hiçbir zafer kalıcı ve sonsuz olamazdı. Ama özel olabilseydim kimse yerime geçemezdi. Kimse yerimi dolduramazdı Doktor. Hayır, hayır, Salieri'nin hastalığı değil! Haset hastalığı değil çünkü Mozart adında bir zehrim dahi yok benim. Zehrim olsaydı pan-zehrim de olurdu. Hayır Doktor, yanlış teşhis.
İyileşmeyi reddediyorum. İlaçlarını bu yüzden reddediyorum Doktor. İyileşirsem sıradan olacağım. O aptal ilaçların beni normal, sağlıklı ama sıradan yapacak. Ve ilaçlarını kullanmazsam değil, kullanıp iyileştiğim yani sıradan olduğum an öleceğim.
Bu yüzden bana ilaç verme artık. Bırak da dünyanın en güzel, en soylu ve tedavisi namümkün bu hastalığını ölene kadar çekeyim. Nüksetsin her mutluluk sonrasında. Bırak kan tüküreyim ellerinde siyah tüllü mendiller taşıyan eskini o zarif veremli kadınları gibi.
Yine de ruhumu teskin etsin diye bir şey vereceksen, hırs nöbetlerimi yatıştıracak bir ilaç vereceksen ilaç suretindeki o ikiyüzlü ve sahtekar haplardan ver bana.
Hani şu üzerinde "amour" yazan çilek tadındaki haplardan.
Mart 15, 2015
Nokta Atış
"Zeyneb ko meyli zinet-i dunyaya zen gibi,
Merdane var sade-dil ol terk-i ziver it."
mealen;
"zeyneb, dünyanın süsüne meyletme, kadın gibi
mertlik var, yalın dilli ol, süslemeyi terket"
Zeyneb Hatun
Mart 14, 2015
Oruç Aruoba Dili ve Edebiyatı: İle'den Altı Çizili Satırlar
En değerli
hayalimdin sen, kendini yıktın. İşte: kaçtığın kendindi. Belki de benim gerçekleşen
hayalim olabilseydin, kendi en yoğun gerçekliğin de olabilirdin. Kim bilir,
artık geçti.
39
Seni, sen
olarak özlüyorum.
44
Ne çıkar kaç
akşam kaldığından dolunaya
Bu karanlık
anı çalarken sorduk mu zamanı?
49
İki kişi, ilişkilerini, onu olduracak kadar kuramazlar; ama
öldürecek kadar bozabilirler, yaptıklarıyla.
50
Nereden bildin
benim ben olduğumu?
52
Sensin o. O sensin.
Sen o’sun…
Bir şey –bir
ilişki- başlatıyorduk; ama ne kadar yetebilecektik buna? ‘anlam’larımız, ‘anlama’larımız,
‘anlatma’larımız ‘anlaşma’ya ne kadar yetecekti?
54
“Jeder
Mensch ist ein Abgrund.” Büncher
(her insan
bir uçurumdur.)
58
Sevgi, bir
şeyin farkına varmak; sonra da bir karara varmaktır. İki ‘varma’nın çakışması…
60
Bu yüzden
düşünmüştüm, seninle ile benim ‘beyinlerimizle sevişebilme’ olanağını. Olanaklı olmalıydı, bu…
64
1) kişi
kendini tam olarak bilemez.
2) kişi öteki
kişiyi tam olarak bilemez.
3) kişi
ilişkisi, ancak, iki kişinin birbirlerini tam olarak bilememe bilinçlerinin
karşılıklılığı ve sürekliliği üzerinde olanaklıdır.
66
Beni alıp
güneşe götür ki son bir kez daha yanayım…
73
Sen bana
gelmedin, kendini, bana getirdin. “al bunu” dedin: “ben bununla ne yapacağımı bilemiyorum;
belki sen, bilirsin” dedin.
77
Bak bir
rastlantı değilsin sen: şu garip yaşamımın ulaşmak zorunda olduğu bir noktasın.
78
İlişkinin temeli,
istenmesidir. İlişki, varolması istendiğinde varolur. İlişkinin varolması
istenmiş olmasıdır. Kişi ilişkisi, istenmeden olmaz; istenmedikçe de, yoktur.
82
Sana, bir
ilişkide bir kişinin ötekinden neler istemeye hakkı olduğuna ilişkinin kendisi
karar verir dedim.
86
Çok iyi
bilirim ‘kelebeklerin neden kırılgan’ olduklarını: kelebek olmayı
seçtiklerinden…
“Bir kadın ‘seni
seviyorum’ derken aslında ‘yüreğime bir çizik attın ve bu yüzden seni
öldürebilirim’ demektedir.” diyordun.
90
Oysa ilişkide
teşekküre yer yoktur, olamaz. Kişilerden birinin öbürü için yaptığı bir şey,
öbürü açısından gerçi bir ‘lütuf’ gibidir (bir armağan…) ama yapan kişi
açısından bir ‘ödev’ gibidir. (Kant’ın anlamında) : kişinin yapması gereken; yapmazlık
edemeyeceği, bir şeydir.
92
“senin içine
düşmekten korkuyorum” dedin.
96
“Kararsız mısın?
Korkuyor musun? İstemiyor musun? “ diye sordum, sen de hepsine birden “evet”
dedin. Bunlar çok farklı şeyler oysaki: ‘kararsızlık kişinin ötekisine yönelik;
korkmak kendisine yönelik; isteksizlik de ilişkiye yönelik yetersiz kalmasıdır.
Bunlar varsa, ilişkide hep biraz kaykık kalır.
97
“Sana büyük
acılar vereceğim, çünkü senin büyük sevinçler yaşamanı istiyorum” dedim sana.
109
Sevgi, bir
kişinin, kendisini bekleyen bir kişinin kendisini beklediğini bilmesidir.
110
Yani, kişi,
gelemeyeceğini bildiği o birisini seviyorsa ancak felsefe (de) yapıyor olabilir.
Philosophia, kişinin hiçbir zaman ‘bilge’ olamayacağını bile bile ‘bilgeliği
sevmesi’ değil mi zaten?
114
“Bir sahtelik
duygusu da beraberinde taşıyorsan benimleyken, bilemem ki hangisi sen!” diye
seslenmiştin bana uzaktan.
117*
O orada
olacak diye, orada olmak.
122
Birisini sevmek
ölümü onunla birlikte istemektir.
Ya da;
Birisini sevmek
ölürken onun yanında olmak istemektir.
128
Sana artık
acı bile veremiyor muydum? Senin bir yerine oturtulup kalmış mıydım? Bu düşünceydi,
bana, acı veren…
130
Senin ile
benim, amaçlarımızı birleştirerek, tek kılarak, ikimizin de ötesindeki o ‘üçüncü’yü
yaratmamız.
132
Kişi daha
kendi varoluşundan kuşkuluysa, nasıl edebilir de gidip öteki kişiyi bilebilir; ‘gerçekten’
tanıyabilir?
133
Senin dünyana
hiç ulaşamayacaktım: senin dünyanı oluşturan bakış, benim bakışım olmamıştı
hiç, senin yaşadıklarını ben hiç yaşamamıştım, seyirciydim yalnızca senin
dünyan karşısında. Bu acı verdi bana.
136
Senin çok
istediğin bir şeyi, senin için bulup, onu kendi başına alabilmeni sağladıktan
sonra, onu, benim ile birlikte olduğun yere getirmeyi istemeni istemiştim.
141
İlişki kişilerindir
ama anısı, kişiye –her bir tek kişiye- kalır: tek tek, ayrı ayrı.
150
Sen ile ben,
hiç ‘bir arada’ olmadan ‘birlikte’ olabiliriz. Ben tek başıma bir şey yaparken
seni düşünerek yapıyorsam yaptığımı, sen de, tek başına bir şey yaparken beni
düşünerek yapıyorsan yaptığını, birlikteyizdir. Bu bir avuntu mu?
157
“benimle
birlikte gelir misin” diye sordun. “hayır”
dedim. “biz gidebilirdik ama ben senin ile ‘birlikte’ gidemem.”
163
Sana güvensizlik
duymamın kendime güvensizliğimin sonucu olabileceğini de düşünmüşüm.
167
Kıskançlık tam
anlamıyla narsistik bir duygudur. Kıskanılan kişi ile hiçbir bağlantısı yoktur,
kişi değildir ilişkide, karşıda duran ‘nesne’dir kıskanılan.
174
Sadakat kişinin
kendinde bir kişiye yer ayırması ve o yeri hep onun için korumasıdır. Sadakatsizlik
de kişinin o yerin korunmasını savsaklamasıdır. İhanet ise, kişinin, o yerine,
başka bir kişiyi sokması.
183
Ama bir bak
şuna: ‘uçmak’ fiilinden geliyor; ‘uçulacak’ / (bir şeyin) uçurulabileceği (‘uçurma!’)
yer’ gibi bir anlama geliyor, galiba ‘uçmak’ fiili de herhalde ‘uç’tan ‘ucuna’
gelmek.
185
“ayrılmalıyız”
dedin. Ben de “ayrılma tek kişilik bir edimdir, ayrılmak isteyen ayrılır”
dedim.
187
“benim
senden önce de sevgililerim oldu” dedin. Oysa bu, ya o anda söylerken bir
yalandı; ya da bana o ana dek sürekli yalan söylemiştin: ikisi de birbirinden
berbat durumları gösteriyor. İşin garip yanı bunu bir açıklama olarak yapmandı:
başka bir durumda içten bir itiraf olabilecek bu söz o durumda ikili bir
yalandı.
192
Hiçbir ilişki
‘son’una kadar ‘tamam’ değildir, her ilişki tamamlanmadan biter. Tamdır her
ilişki, ‘tamam’lanmadan tamamlanır.
223
Ben yürüyordum;
senin çantan da elimdeydi; sana seslendim: “benimlesin.”
Kişi sevdiğini
hep sonradan mı anlar?
“Sevdiği’ni”
/ “sevdiğini”
227
Çünkü yazdıklarımın,
tam anlamlarını bulmak için, şimdi kendimi içimde duyduğum konuma ulaşmış
olmamı gerektiriyordu: senin o parlak kahkahanla ve uzun suskunluklarınla,
burada, yanımda bulunman; benim de, artık tamamlanmış bir kitabın sonuna
konacak bir son sayfayı yazmakta olmam.
Oruç Aruoba / İle
Metis, Onuncu Basım, 2014 Nisan
Metis, Onuncu Basım, 2014 Nisan
Mart 03, 2015
ZM / Elektra
1980'ler. Babam(sağdaki bey) ilk görev yeri Kayseri'de arkadaşıyla kahvaltıda. |
"Membe" kazağımı giyip, küçük elimden tutup dışarı çıktığımız yürüyüşlerden beri mi? O güzelim, ince, uzun parmaklı ve güçlü ellerinin içinde elimin kaybolduğu günlerden beri mi? Her akşam gelişinde bize seslendiğin mutlu akşamlardan beri mi?
Karnelerimize bakıp "aferim" dediğin hatta çocuk yüzlerimizi gururlandırmak için alkışladığın günlerden beri mi?
Karşına alıp bize satranç oynamayı öğrettiğin, Ömer Seyfettin'in şimdi betimlemeye sıfat bulamadığım güzel atmosferli öykülerini okuttuğun günlerden beri mi?
Ütopik şeyler istediğimde/söylediğimde "o bize yakışmaz" dediğin ve hala çekindiğim kara gözlerinle gözlerimin çakıştığında hissettiğim o hem korku hem de saygı hissinden beri mi?
Sonuçsuz tartışmalara girdiğimiz, toy ve çocuk aklımda fikirlerinle kavga ettiğimiz ama hep ölçülü ve hep makul sesinle zihnimi susturduğun, kalbimi yatıştırdığın tartışmalardan beri mi?
Ne zamandan beri baba? Neden çeyrek asrı bile dolmamış şu kısa ömrümde bu an'ı anımsayamıyorum? O kadar mı eski baba?
*
Yakında emekli olacaksın. Yakında yıllardır yaptığın ve sana çok yakışan mesleğinden emekliye ayrılacaksın. Ama benim her zaman öğretmenim olacaksın. Her sıkıştığımda danıştığım, ne kadar okursam okuyayım o olgun, arifane, ve dengeli zihninin öğütlerine ihtiyaç duyacağım.
Senden hep çekinsem de, kızmadan değilse de güzünde ufacık da olsa saygımı kaybetmekten deli gibi korksam da seni çok seviyorum baba. Göğsü kocaman, aklı kocaman, olgunluğu ve üzerinde en soylu armalar ve nişanlar gibi taşıdığı gururu bana en güzel miras babacığım benim.
İlk öğretmenim.
En eski ve en çok sevdiğim öğretmenim.
Mart 01, 2015
.: Latif Bey :.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)