"Napoléon’un kılıcıyla
yaptığını ben kalemimle yapmak istiyorum"
Balzac,
fethetmek istiyordu. Stefan Zweig, Yarının Tarihi kitabının “Balzac
Üzerine Notlar” kısmında Balzac'ı şöyle tasvir eder: ''Gençliğinin bütün
arzuları yalnız bir adda, yalnız bir düşüncede, yalnız bir hayalde var
oluyordu: Napoléon'' Sevgilisine yazdığı mektupta ise Balzac ölümsüz dört
kişiyi şöyle sıralıyordu: “Napoléon Bonaparte, Daniel O’Connell, Georges
Cuvier ve ben.”
Richard
Sennett de Yeni Kapitalizmin Kültürü kitabında “kendi kendini tüketen
tutku” kavramından bahseder. Sennett, 19. Yüzyılın kanonik yazarlardan biri
olan Balzac’ın kendi kendini tüketen tutkuları yazdığını söyler. Balzac, bir
tutkunun bitimsiz gibi gelen ilk aşamasının, tükenişinin ve tükenişinin ardının
tasvircisidir. Sennett’e göre Balzac’ın karakterleri Proust’un meşhur Aşk
Yasası’nın da habercisi olmuştur. Çünkü Aşk Yasası’na göre bir şey ne kadar
erişilmezse o denli çok arzulanır.
Karakter
Ressamı
Hegel'in
Güzel Sanatlar Üzerine Dersler kitabından ilhamla sanat felsefecisi ve
eleştirmeni Arthur Danto, yalın bir sanatçı tanımına varıyor: "Sanatçı,
fikri duyusal bir mecrada cisimleştirmek için yollar bulur.” Balzac’ta
cisimleştirmenin o yolu kurmacanın yoludur. Kanon’a dahil olan birçok sanatçı
gibi sayısız yakıştırma yapılır ona. En klişesi: “Romanın Shakespeare’i”dir.
Balzac için mübalağalı “Tanrı'dan sonra en çok insan yaratmış kudret'
yakıştırması bu yüzdendir. "Hangi benden söz ediyorsunuz; bende sayısız
ben'ler hissediyorum” sözü içindeki bu küçük dünyanın seslerini ifşa eder
niteliktedir.
Günde
16-18 saat çalıştığı rivayet edilen, çalıştığı saatler boyunca düzinelerce Türk
kahvesi içtiği bilinen, ardında 85’i tamamlanmış 50’si taslak eser ve 2000
fazla karakter bırakır Balzac. 1840’lı yıllarda tüm bu eserlerini Dante’den
aldığı ilhamla İnsanlık Komedyası ismiyle dev bir külliyata dönüştürür. İnsanlık
Komedyası o dönemin toplumsal görünümüne estetik bir katkı olarak da
okunabilir. Balzac eserini üç bölüme ayırır; Analitik Çalışmalar, Felsefi
Çalışmalar, Toplum Gelenekleri Çalışmaları. İnsanlık Komedyasının kalbi Paris’tir.
Çünkü Paris, Balzac için yalnızca bir kent değil Fransa’nın ve Fransız ruhunun
bir sembolüdür.
Tanrısal
bir yeti olan yaratmaya teşebbüs eden her ruhun laneti gibi Balzac da aynı
dertten mustariptir; sanrılar. Yazıyla dilediği her şeye müdahale edebilecek
güçtedir. Bazı kaynaklar Tours isimli bir kasabada doğduğunu, asıl isminin
Honore Balssa olduğunu ve yalnızca soylulara has bir ön ek olan "de"
ekini alışını ise sosyete çevrelerinde onu soylu gösterecek gülünç bir müdahele
olduğunu yazar. Yazgısına soylu bir kalem itkisiyle müdahil olan Balzac’ın sanrıları
bununla da sınırlı kalmaz. Hastalandığı bir gün Dr. Benassis isimli bir
doktorun gelmesi için diretir. İstediği doktor The Country Doctor isimli
kitabındaki Dr. Benassis karakterinden başkası değildir. Aktarılan diğer bir sanrısı
ise “Düşünsene, o mutsuz kadın kendini öldürdü!” diye haykırmasıdır. Yakarışının
muhayyel muhatabının ise karakteri Eugenie Grandet olduğu söylenir. Realizm
akımına en büyük katkılardan birini yapan Balzac’ın bu halini Stefan Zweig
şöyle belirtir: ''Bütün hayalperestlerin en gerçekçisi olan bu adamı
gerçeklikten kurtaran yine hayallerdir.”
Hükmeden
Aşk & Adayıcı Aşk: Arabelle & Henriette
İki
tür aşktan bahseder Balzac; hükmeden aşk ve adayıcı aşk. Hükmeden aşk fethetmek;
maşuğunun ruhunu, zihnini, kalbini, bedenini zapt etmek ister. Adayıcı aşk ise
daha en başından hükmeden aşkın erkini kurban vererek başlar. Benliğini,
gururunu ve hatta tüm hesap eden zihnini verir. Balzac’da felsefenin kadim dualitelerinden
olan ruh ve beden bahsi mühimdir. Balzac, birçok romanında ruh ve beden yönleri
güçlü olan karakterleri işler. Bunun ilhamı da yaşamından alır. Balzac’ın yazgısındaki
aşk serüvenlerinin çoğunun romanlarına konu olduğu varsayımı yanlış olmaz. En
meşhur romanlarından Vadideki Zambak bu savı kanıtlayan en belirgin
örnektir. Vadideki Zambak’taki Madam de Mortsauf (Henriette), Balzac’ın
hayatındaki kadınlardan biri olan Madame Berny’le; benzer şekilde Lady Dudley
Düşes d’Abrantes’le benzerlikler gösterir. Romanda, zambak alegorisiyle
sembolize edilen ruh kadının, Madam de Mortsauf’un (Henriette) karşısında;
ten kadınını ateşli mizacıyla gösteren Lady Dudley ve ikisinin arasında
kalan Felix vardır. Ki Felix, romanın en başından itibaren Balzac’ın gençliğiyle
paralel gider.
Denklikler
bunlarla da sınırlı kalmıyor. Balzac’ın edebi zekasının hayranları olan sosyete
kadınlarınca Balzac’ı reddeden nadir kadınlardan biri olarak anılan Marquise de
Castries’in, yine bir romanda -Langeais Düşesi- sembolize edildiği
söylenir. Belki de bu yüzden romanda Balzac, karakterine söyletiverir: "Ben
onun kalbindeki Tanrı'yla baş edebilecek miyim?" Baş edememiş olacak
ki karakterinin yazgısına kara bir çentik atıverir Balzac: "Baştan
çıkarıcı kahkahalarıyla etrafındaki erkekleri kendine aşık eden, onların
kalpleriyle oynamaktan büyük zevk alan Langeis Düşesi, kazınmış saçları, solgun
yüzü ve gri elbisesiyle bir ruhtur artık." Bunlardan hareketle Richard
Sennett’in Balzac için söylediği “kendi kendini tüketen tutku”nun gizil ve
örtük bir şekilde bu kadın karakterlerde ortaya çıktığı düşünülebilir.
Henriette
Çıkmazı
Eski
bir parfüm gibidir bazı roman karakterleri… Tesiri yüksek bir kokunun yaptığı
zalimlikleri yaparlar her hatırlandıklarında. Bir sandık, bir şişe, açılan bir
kapak ve koku... Ve o kokuyu ilk kez aldığı zamanda insan. Ki koku, zamanlar
arasında yolculuğun en kestirme ve büyülü olduğu yol değil midir? An’ı
saklamanın diğer bir yoludur o. Üstelik an’ı ve anıyı bir fotoğraftan dahi iyi
saklar. Fotoğraf yalnızca görüntüsünü verir an'ın. Oysa koku bir an’ı sonsuz’a saklar.
Balzac'ın
iki kadın karakteri Louise (İki Gelinin Hatıraları) ve Henriette (Vadideki
Zambak) tüm farklılıklarına rağmen bir noktada kesişirler. İkisi de intihar
eder. Üstelik aynı gerekçe ile; diledikleri gibi sevilmemek ihtirasından.
Henriette’nin ölüme gidişi kanser gibi ruhuna yayılan kıskançlık yüzündendir.
Kanser gibi kıskançlık sessizdir, sezgindir, rakibini kıskanmaz. Kanser gibi
kıskançlık Henriette'dir. Narsistik, kırılgan ve ölümcüldür. İki Gelinin
Hatıralarında Louise Henriette’den farklı olan aşkın peşinden gidendir. Balzac
bunu şöyle ifade eder: "Ne yapayım kardeşçiğim? Aşk bana gelmiyordu.
Ben de Muhammed'in dağa gitmesi gibi aşk'a gittim."
Aklanmış
Melmoth
Balzac'ın
Türkçe'ye yeni kazandırılan öyküsü Aklanmış Melmoth, yeni bir yayınevi
Üç Nokta Yayınlarından Onur Yıldız çevirisiyle çıktı. Öykünün yazılış öyküsü hayli
enteresan; 1820'lerde Charles Maturin tarafından yazılan gotik bir roman
olan Melmoth the Wanderer’dan çok etkilenir ve devamını yazmak ister
Balzac. Aklanmış Melmoth İnsanlık Komedyası’nın Felsefi Çalışmalar kısmında yer
alır. Balzac insan & şeytan üzerine ve kötülük problemine felsefi bir yorum
sunar bu öyküsüyle.
Charles
Maturin’in romanında ruhunu şeytana satan bir karakter olan John Melmoth;
Balzac’ta para ve yükselme ihtirasıyla yanıp tutuşan bir veznedar olan
Castanier’in karşısına çıkan Şeytan John Melmoth’tur. Balzac, Aklanmış Melmoth’da
şeytan olarak görünen karakterini aklayarak; okuruna asıl şeytanın insanın
kendisi olduğunu göstermeye çalışır.
Richard
Sennett’in Balzac için söylediği kendi kendini tüketen tutkunun varlığı kadar
doğru bir şey daha vardır belki de. Balzac fethetmek istiyordu, kendini tüketen
tutkuları vardı. Fakat belki de tıpkı Melmoth gibi en sonunda aklanmak
istiyordu. Tıpkı ak zambağı Henriette gibi, aklanmak istiyordu.
Bu yazı Sabitfikir Dergisinin 112. sayısında yayımlanmıştır.
http://www.sabitfikir.com/dosyalar/kendini-aklayan-tutku-ve-de-balzac
Bu yazı Sabitfikir Dergisinin 112. sayısında yayımlanmıştır.
http://www.sabitfikir.com/dosyalar/kendini-aklayan-tutku-ve-de-balzac
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder