Sanki bir sonraki yıldan kesitler görüyorum rüyaları’yla
uğraşmak.
Aynaya bakmak.
Zorla kahvaltı yapmak.
Konuşmak. Bir adamla konuşmak. Her gün ve sıkça konuşmak.
Giyinmek, ütü, aynalar. Üvey gibi, düşman gibi sevilmeyen
saçlar. Hiç sevilmeyen. Çirkin saçlar. Aynada yüze bakmak. Fondöteni yanakların
kızarıklığı gözükmesin diye kullanmak. Sadece gözleri vurgulamak. Maskara ve
göz kalemi. Ruj sevmemek, kullanmamak. Ojeler gibi sevmemek. Aynalar. Hep
aynalar.
Kapıları kilitlemek. Evi terk etmek.
Otobüs beklemek. Yan koltuğu bir kez daha yaşlı ve
dişlerinden sesler gelen bir amcayla paylaşmak.
İnmek. Yine ve hep Suriyeliler görmek. Kirden kararmış,
ufak bir bebek ayağı görmek. O kadar kirli ve o kadar masum bir kızbebek ayağı
görmek. Pembe cüzdanı sözde şefkatle açmak. Paradan ve verme hissinden utanmak.
Demir paraları kirli bebek ayağına yakın bir yere koymak. Bebeğin yüzüne
gülümsemek. Kendini sahtekâr ve budala bulmak. İyilik(!) ve pembe cüzdan.
Derse gitmek. -“Selam naber, ales nasıldı?” -“Kötüydü ya. 75. Sen?”
Mescit. Göz açıp
kapanıncaya kadar süren sözde ibadet. Durmak yok, yola devam, kâfir inatla
yapılan, sakar ibadet.
Kantin. Oyalanmak.
Çıkmak, çıkmak. Özgürlüğe çıkmak. Yıldırım hızıyla, sert
adımlarla, yüzde kibirle çıkmak. Bir lahza yaşanılan anı sevmek.. Rüzgârın
yüzden yana esmesi.. Vücudun ahenk içinde olması, güzel ve güçlü yürümek.. Hafif
gülümsemek.. Siyah ve derviş bakmak..
Yolun gelişi yürümek. Yolun gelişi bir mağazaya girmek. Uzun boylu
çocuğun arkadan gelmesi. İlgilenmesi. Orda bulunması umulmayan bir elbise
uydurmak. “Evet, beyaz keten gömlek vardı” duymak. Gülesi gelmek, durumu kotarmak, çıkıp yollara
karışmak.
Yk’ye girmek. Kitaplar, kitaplar. Kez kez girilen, hiç alınmayan.
Yemek.. Sevmemek. Tavukdürümdöner. Ucuz ama tok tutsun diye.
Caddeyi gören balkonlu masaya oturmak. Karşıdan karşıya geçenlere bakmak. Kuyunun
dibine bakar gibi bakmak. Bakar gibi düşmek.. 1 adam görmek. Hayır, adam değil. Bir
oğlan. Kara bir oğlan ve kesinlikle buralara ait değil. Belki de Ortadoğulu. Mısırlı.
Ama zayıf. Yüzü güzel mi bilmiyorum ama 45 saniye kesintisiz bakmak. Öyle çok
bakmak ki, siyah ve namlu gözleriyle karşılaşmak. O kadar siyah ki korkmak. O yerde,
ben tepede balkonlu masadayken. Hayır, aptal bir "karşılaşma romantizmi" değil.
İçinde muhafazakâr bir öykücünün söyleşisi olan o kafeye
denk gelmek. Girmek. Soru sormak. Kitaplar, kitaplar, ne de güzel kitaplar. "Portakal
bahçeleri.." Muhafazakâr kalmadığıma şükretmek..
Yollar.. Uzun ağaçlar. Uzun ağaçlar. Baş yukarda. Ve şimdi
gökyüzüyle sevişen, arasından güneş sızan yapraklar.
Yürümek, yürümek. Karşıda bir mikrofon. Kahretsin kamera da. Çocuk
beni durdurdu. “Katılır mısınız?” İkna ve 30 saniyede 5 cümle hızıyla konuşmak. Yüzde katmerli
sırıtık, tekrar rüzgâra karışmak..
Ders. “Ne güzel okuyorsun, spiker gibi.” Oysa okurken sadece
gerilmiş olmak.
Otobüs. Aynı güzergâh ama yine ve bir şey ararmışçasına bakılan
yol. İnsanlar otobüste neden hüzünlü. Gidiyorlar ama varamıyorlar diye mi. İstedikleri
yere. İstedikleri yere.
Varmadan gelmiş olmak. İnmek. Market. “1 kilo kiraz.”
Kapıları açmak.
*
Sonrası?
Sonrası kaç kez daha süreceği bilinemeyen ani ve kısa
ölümlere yakalanmak.
Uykulara..