*
İster evlilik olsun, ister arkadaşlık,
dostluğun harcı konuşmadır.
"Evlilikte olsun, dostlukta olsun, her tür arkadaşlığı ayakta tutan
bağ, eninde sonunda karşılıklı konuşmadır."
*
Tanrılar tuhaftır. Bizi kırbaçlamak için
kötülüklerimizi kullanmazlar yalnızca; iyi yanlarımız, yumuşaklığımız,
insancıllığımız, sevgimiz yüzünden de yıkım getirirler bize.
"Tanrılar tuhaftır. Bizi cezalandırmak için yalnızca kötü huylarımızı
kullanmazlar. İyi, yumuşak, insancıl, şefkatli yanlarımızla da mahvederler
bizi."
*
Çekilen
acı, süre olarak tek ve uzun bir andır. Bunu mevsimlere bölemeyiz.
"Acıçekmek uzun süren bir andır. Onu mevsimlere bölemeyiz."
*
Robbie kasvetli bir koridorda bekliyordu beni, ellerim
kelepçeli ve başım eğik olarak önünden geçerkenşapkasını çıkarıp selamlamak
için tüm ağırbaşlılığıyla ve koca kalabalığısessizliğe boğarak bu içten ve
güzel davranışıyla. İnsanlar bundan daha küçükşeyler için cennete gittiler.
"Robbie uzun, kasvetli koridorda bekliyordu,
ellerim kelepçeli, başım öne eğik yanından geçerken sade ve zarif hareketiyle
susturduğu bir kalabalığın gözleri önünde gururlaşapkasını çıkarıp beni
selamlayabilmek için bekliyordu. "bundan daha küçükşeyler bile insanların
cennete gitmesini sağlamıştır."
*
Şunu unutmuşum; sıradan bir günden bile en küçük eylemler, kişiliği
oluşturur ya da oluşturmaz. Bu yüzden, bir gün gelir ki, kuytularda yaptığı
birşeyi insan, çatıya çıkıp bağırarak herkese duyurmak zorunda kalır. Kendi
kendimin efendisi olmayı bıraktım. Ruhumun yönlendiricisi değildim artık,
üstelik farkına varamıyordum bunun. Zevk düşkünlüğümün bana egemen olmasına göz
yumdum. Sonum, korkunç bir yüz karasıyla geldi. Şimdi benim için tek bir şey
var tutunacak; tam bir alçak gönüllülük.
"...şimdi elimde sahip olduğum tek şey var: mutlak "tevazu"
*
Benliğimin uzak bir yerinde, ıssız bir
yerdeki define gibi, gizli olup bana böyle söyleyen şey, alçak gönüllülüktür.
Bu bende kalan şey son şey, hepsinin en iyisi; keşfettiğim sonuncu yer, taze
gelişmenin boy vereceği yer. Bu bana, benim kendimden geldi, bu yüzden, tam
zamanında geldiğini biliyorum. Ne daha önce gelebilirdi, ne daha sonra. Birisi
bana bundan söz etseydi, dinlemezdim bile. Bunu bana getirselerdi, kabul
etmezdim. Bunu ben bulduğum için korumak istiyorum, korumalıyım. Yalnızca bunda
var öğeleri yaşamın, yeni bir yaşamın. Bundan daha acayip bir şey yok. İnsan
bundan vazgeçemez ve bir başkası, insana bunu veremez. İnsan bunu elde edemez,
eğer sahip olduğu her şeyi feda etmezse.İnsan, ancak, her şeyi yitirdiği
zamandır ki, kendisine böyle bir şeyin kaldığını anlar.
"İçimde kalan son ve en iyi şey o; son keşfim; yeni bir gelişme için
başlangıç noktası. (...)birisi bana ondan söz etmiş olsa reddederdim. Bana
sunulsa geri çevirirdim. Kendim buldum onu; korumak istiyorum. (...)son derece
tuhaf birşey. İnsan onu başkasına veremiyor, başkasından alamıyor. Onu elde
edebilmek için sahip olduğun her şeyden vazgeçmen şart."
*
Benim gözümde hiçbir şey, en ufak bir değer taşımaz, insanın kendi özünden
elde ettiği şeye kıyasla.
"İnsanın kendi içinde yarattıkları
dışında hiçbir şeyin en ufak bir değeri yok gözümde."
*
Yapmam gerekenler bu kadar değil elbette. Yoksa işim daha kolay olurdu.
Daha yapmam gereken çok şey var. Çok daha sarp dağları aşmam, çok daha karanlık
vadilerden geçmem gerekiyor. Üstelik bunu kendi gücümle başarmalıyım. Bana ne
din yardım edebilir, ne ahlak, ne akıl.
"Ve tüm bunları kendi içimde
bulmalıyım. Bana ne "din" ne "ahlak" ne de
"mantık" yardım edebilir."
*
Cezaevine girişimin ilk zamanında bazıları bana, kim olduğumu unutmaya
çalışmamı salık verdiler. Yıkıcı bir öneriydi bu. Kim olduğumu bilmeliyim ki
kendime bir avuntu bulabileyim.
"Hapse ilk girdiğimde kimileri bana
kim olduğumu unutmaya çalışmamı öğütledi. Berbat bir öğüttü. Ancak ne olduğumu
kavrayarak ufak da olsa avuntu bulabildim. Şimdi de başka kişiler, serbest
bırakıldığımda hapse girdiğimi unutmaya çalıştığımıöğütlüyor. Bunun da aynı
derecede hatalı olduğunu biliyorum."
*
Birçok insan, cezaevinden çıktıktan
sonra tıkılmış oldukları ve cezaevini açık havada, yanlarında taşırlar.
Hükümlülüklerini gizli bir yüzkarası olarak yüreklerinde saklarlar ve sonunda,
zehirlenmiş zavallı bir hayvan gibi, bir deliğe sürünerek girerler ve ölürler.
Sonlarının böyle olmasın ne kadar acı birşeyse, toplumun onları böyle yapmak
zorunda bırakması da o kadar yanlış,korkunç bir şey. Bireyleri ağır cezalara
uğratma hakkını kendine alan toplum, aynı zamanda sığlık gibi bir kusura
sahiptir ve kusurların en büyüğü olan sığlığıyla, ne yapmış olduğunu
algılayamaz. İnsanı, ceza süresi bitince, kendi haline bırakır, yani terk eder.
Aslında toplum, yaptıklarından utanır, işte bu yüzden, sanki kaçar,
cezalandırdığı kimselerden, alacaklısından, borcunu ödeyemediği için kaçan biri
gibi ya da gideremeyeceği, bedelini ödeyemeyeceği bir zarara uğrattığı kimseden
uzak duran biri gibi. Kendi payıma ben, neden acı çektiğimin farkındaysam,
toplum da bana ne yaptığının farkında olsun diyorum, her iki tarafta, ne
dargınlık olsun ne nefret.
"(...)ben diyorum ki, ben çektiğim
acıyı anlıyorsam "toplum" da bana verdiği cezayı anlamı ve karşılıklı
nefret ve şiddet ortadan kalkmalı."
*
Artık biliyorum ki insanın en yüce duygusu olan keder, büyük sanatın hem
modelidir, hem ölçütü.
"Şimdi anlıyorum ki insanın
ulaşabileceği en üstün duygu olan "keder", gerçek "sanat"ın
hem ideal örneği hem de ölçüsüdür."
*
Çok iyi anımsıyorum. Londra'nın daracık bir sokağında bile, Tanrı'nın
insanısevmediğini gösterecek kadar acı bulunduğunu ve nerede bir keder varsa,
orada, küçük bir bahçede, işlediği ya da işlemediği bir suç yüzünden ağlayan
çocuğunkinden başka – tüm yaratılmışların yüzünün çirkinleşmiş olduğunu
söylemiştim, o bayan bir keresinde. O da, yanlış düşündüğümü bildirmişti bana,
ama bir türlü ona inanmamıştım. Böyle bir inancı benimseyecek düzeyde değildim
henüz. Şimdi ise, dünyayı kaplayan sonsuz acının, sevgiden başka bir nedenle
açıklanamayacağını düşünüyorum. Artık farkındayım ki, başka bir kederden
yapılmışsa, bunu yapan eller sevginin elleridir, eğer böyle
yapılmasaydı,dünyanın kendisi için yaratıldığı insanın ruhu kusursuzluğa
ulaşmanın yolunu bulamazdı. Güzel bir beden için zevk gereklidir, ama güzel bir
ruh için acı.
"(...)şimdi bana öyle geliyor ki, dünyada var olan olağanüstü
miktardaki acının tek açıklaması bir tür "sevgi" olabilir. (...)
güzel bir bedene "haz", güzel ruha ise "ıstırap"
gerekir."
*
... Dünya bahçelerinin tüm meyvelerinden
yemek istediğimi, ruhumda böyle bir tutkuyla dünyaya çıktığımı söylemiştim.
Gerçekten de, söylediğim gibi çıktım bu dünyaya ve öyle de yaşadım. Tek bir
yanlış yaptım. Bu bahçenin, bana güneşli görünen tarafındaki ağaçların
meyvesini topladım yalnızca, karanlık ve kasvetli bulduğum tarafına girmekten
sakındım. Başarısızlık, gözden düşme, yoksulluk, keder, umutsuzluk, acı çekme,
hatta gözyaşı, dudaklardan acı içinde dökülen kırık sözcükler, insanı dikenler
üzerinde yürüten pişmanlık, kınayan vicdan, cezalandırıcı alçak gönüllülük,
tövbe ettiren derin üzüntü, giysi olarak çula bürünüp içkisine öd katan büyük
acı; bütün bunlar, bana korku verenşeylerdi. Ama ben ne kadar bunlarla
tanışmamaya karar vermiş olursam olayım, sonunda bunların tümünü tatmak, bir
zaman bunlardan başka bir şey yememek zorunda bırakıldım. Zevk uğruna yaşamış
olmaktan hiç pişmanlık duymuyorum. Böyle yaşamayı son sınırına vardırdım, çünkü
insan, yapacağı her şey yapmalıdır. Tatmadığım zevk kalmadı. Şarap kadehinde
balık oldum. Flüt seslerinin geldiği cümbüş, eğlence dünyasına koştum. Bal
peteğinde besledim kendimi. Ama bu yaşamısürdürmek yanlış olacaktı, çünkü
insanın önüne bir sınır koyuyordu. Ben ilerlemek zorundaydım, bahçenin öbür
yanında beni bekleyen gizler vardı.
"...dünya bahçesinin tüm
ağaçlarının meyvesin tatmak istediğimi ve dünyaya ruhum bu tutkuyla dolu olarak
adım attığımı söylemiştim. (...) zevk için yaşamışolmaktan bir an olsun
pişmanlık duymadım. (...) bahçenin öbür yarısında da benim için bazı sırlar
saklıydı."
*
Başkaları için yaşamak, onun inancının esas hedefi değildi. Onun,
'düşmanlarınızı bağışlayın' demesi, düşmanı düşünerek söylenmemiştir. İnsanın,
kendi kurtuluşu için ve sevgi, nefretten daha güzel olduğu için söylenmiştir.
"... 'düşmanlarını affet' dediğinde
bu düşmanının iyiliği için değil, insanın kendi iyiliği için ve
"sevgi", "nefret"ten daha güzel olduğu için söyler."
*
Sanatçı için, dilsiz
şeyler ölü demektir. Ama İsa için durum böyle değildi. O, insanı ürkünç bir
saygıyla dolduran hayal gücü genişliğiyle, dilsizliğin dünyasını, acının sessiz
dünyasını aldı, kendi ülkesi haline getirdi.
"Sanatçıiçin, yaşamı algılamanın
tek biçimi ifadedir. Onun gözünde dilsiz olan şey, ölüdür."
*
Herkes sevilmeyi hak etmiştir, hak ettiğini düşünenler dışında. Sevgi,
kutsanmış bir ekmektir, alınırken diz çökülmeli ve 'Tanrım ben buna layık
değilim' bulunmalıdır bunu alanların dudaklarında ve yüreklerinde.
"Herkes sevgiye layıktır, layık olduğunu düşünenler dışında.
'...domine, non sum dignus' (ya rab, ben layık değilim)"
*
İnsan ruhunun, Tanrı'nın elinden, 'ağlayan ve gülen küçük bir kız çocuğu gibi'
çıktığını söylemiştir.
"Hazretiİsa da her insanın ruhunun "a guisa di fanciulla, che
piangendo e ridendo pargoleggia" (ağlayıp gülerek oynayan küçük bir kız
gibi) olmasıgerektiğini anlamıştı."
*
Çağdaş sanatta, genişlik değil, yoğunluk
aranmalıdır.
"Çağdaşsanatın gerçek amacı genişlik değil derinliktir."
*
Biz kederin soytarılarıyız, kalbi kırık palyaçolarıyız.
"Biz kederin
maskaralarıyız."
*
Bütün bunları ben,
kendi hakkımda söyleseydim, ne güzel olurdu. O zaman anladım birden, bir insan
hakkında söylenenler hiç önemli değildi. Önemli olan, bunları kimin
söylediğiydi.İnsanın en yükseldiği an, bundan hiç kuşku duymuyorum, tozun
toprağın içine diz çöktüğü, göğsünü dövdüğü, yaşamın tüm günahlarını anlattığı
andır.
“Birden "hakkımda tüm bu
söylenenleri ben söyleyebilseydim harika olurdu!" diye düşündüm. O zaman
anladım ki, bir insana ilişkin söylenenlerin hiçbir değeri yoktur. Önemli olan,
kimin söylediğidir. Hiç kuşkum yok ki, bir insanın hayatındaki doruk noktası,
tozların içine diz çöküp göğsünü yumruklayarak yaşamının tüm günahlarını
saydığı andır.”
*
Eğer bir çocuğa, küçük
aklının alamayacağı kadar görkemli bir oyuncak verilirse, bu çocuk onu inatla
parçalara ayırır ya da ilgilenmeden yere bırakır ve arkadaşlarını bulmaya
gider. Senin durumun da aynıböyleydi.
“Bir çocuğa, küçük aklının alamayacağı fevkaladelikte, yarı açılmış
gözlerinin göremeyeceği bir büyüklükte bir oyuncak verildiğinde, çocuk
inatçıysa oyuncağı kırar, kayıtsızsa elinden bırakıp arkadaşlarına döner. Senin
için de durum buydu.”
*
Bizlerin oluşturduğu
bu toplum, bana hiçbir şey ayırmayacak ve sunmayacak. Ama haklıyla haksızın
üzerine aynıyumuşak yağmuru indiren Doğa, kayalıklarında gizlenebileceğim bir
kovuk, sessizliğinde rahatsız edilmeden ağlayabileceğim gizli vadiler verecek
bana. Karanlıkta tökezlemeden yürüyeyim diye yıldızlı geceyi asacak üzerime,
hiçbir düşman beni izlemesin diye ayak izlerimden rüzgârı geçirtecek, beni
büyük sularda yıkayacak ve acı otlarla iyileştirecek.
“(...)sessizliğinde
gönlümce ağlayabileceğim gizli vadiler olacak.”