Ağustos 27, 2015

Rast Makamında Şiir Falı

Rast Makamında yapılan her şey güzeldir. Karşılaşmak, çarpışmak, denk düşmek, göz göze gelmek, aşık olmak, trafik kazası... -hepsi değilmiş, pardon.-

Sonra tefeyyül çekmek, fal tutmalar.
(Dost'un şiir reyonu bu günahı işlemek için pek münasip.)

Şeytanın şerli fal okları! Hepsini seviyorum.

Nasıl sevmem? Şöyle bir şiir çıkar da insan sevmez mi.

Birhan Keskin / İz;


2015, ocak 26 / Akşam.
















Ağustos 25, 2015

Malum Kitap*

Bazı kitapları okurken çok zorlanıyorum. Özellikle de gerçekten iyi ama popüler kitapları. Bu da bir karalama oldu "... ama popüler" En azından benim için bir yergi. Her neyse, Kürk Mantolu Madonna şu kaygının en çok hissedildiği kitaplardan. Belki de sırf bu yüzden önce İçimizdeki Şeytan'ı okudum Sabahattin Ali'den. 

Buraya üşenmeden çizdiğim satırları nakşediyorum. Çünkü bazı kitapların cümleleri okuyup geçmek için değildir. Ruhunuzun öyle yerlerine dokunmuşlardır ki o cümlelerle işinizin bitmediğini, ya geçmişte içte ifade edilemeyen bir halin adını koyduğundan ya da henüz yaşanmasa da size bir ışık gibi yol göstereceğini bildiğinizden, içinizdeki en derin sezginin ilhamıyla hapsedersiniz onları.

Evet, işte o satırlar;

*

İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.
(Syf: 12)

O zamana kadar “siz” diye hitap ettikleri dostlarına birdenbire ahbapça “sen” diyecek kadar alçakgönüllü ve babacan oluvermek, karşısındakinin sözünü kesip rastgele manasız bir şey sormak ve bunu gayet tabi olarak, hatta çok kere şefkat ve merhamet dolu bir tebessümle birlikte yapmak…
(Syf: 14)

Etrafını bu kadar iyi tanıyan, karşısındakinin ta içini bu kadar keskin ve açık gören bir insanın heyecanlanmasına ve herhangi bir kimseye kızmasına imkân var mıydı? Böyle bir adam, önünde bütün küçüklüğü ile çırpınan birine karşı taş gibi durmaktan başka ne yapabilirdi?
(Syf:23)

Fakat bunlar da, o yaşlardaki her kof insan gibi, ilk rastladığının suratına gülmeyi bir nevi üstünlük alameti sayanlardandı.
(Syf: 28)

“Ben de kendimi tutamamış, ağlamaya başlamıştım; bu ancak fevkalade büyük ve sahici kederlerde görülen, sessiz, hıçkırıksız ağlayışlardan biriydi. “
(Syf: 45)

“Klara Miriç” ismindeki bu hikâyenin kahramanı olan genç kız, oldukça saf bir talebeye âşık oluyor, fakat buna dair hiç kimseye bir şey söylemeden, böyle bir aptalı sevmenin hicabıyla, müthiş iptilasının kurbanı olup gidiyordu.
(Syf: 54)

Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. Onda Halit Ziya’nın Nihal’inden, Vecihi Bey’in Mehcure’sinden, Şövalye Buridan’ın sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra’dan, hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim, Muhammed’in annesi Amine Hatun’dan birer parça vardı.
(Syf: 55)

…bu kadar derin mana verdiğim bir mana verdiğim kadının nefsinin nasıl pazara çıkardığını görünce boş hülyalarımdan kurtulacağımı ümit ediyordum.
(Syf: 69)

Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu…  Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.
(Syf: 87)

Sırf bunun için resim yaparak geçinmek istemiyorum. Çünkü o zaman kendi istediğimi değil, benden istenileni yapmaya mecbur olacağım. Asla… Asla. Vücudumu pazara çıkarmayı tercih ederim.
(Syf: 93)

En tahammül edemediğim şey merhamettir. Bana acıdığınızı hissettiğim anda allahaısmarladık!... Yüzümü bile göremezsiniz.
(Syf: 93)

Hepimiz acınmaya layığız ama kendi kendimize acımalıyız. Başkalarına merhamet etmek ondan daha kuvvetli olduğumuzu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.
(Syf: 93)

Çünkü müphem bir his bana, kim olursa olsun bir insanı tamamen gördükten ve gördüklerini kendinden saklamadıktan sonra ona hiçbir zaman büsbütün yaklaşılamayacağını fısıldıyormuş
(Syf: 94)

Size ne verebileceğimi şimdiden bildireyim ki, sonra sizinle oynadığımı iddia etmeyesiniz: ne kadar başka olursanız olun gene erkeksiniz. Ve bütün tanıştığım erkekler bunu, yani kendilerini sevmediğimi, sevemediğimi anlayınca büyük bir teessür, hatta hiddetle beni terk ettiler. Ama niçin beni kabahatli zannettiler? Kendilerine asla vaat etmediğim, sadece kafalarında yaşattığım bir şeyi vermedim diye mi?
(Syf: 96)

Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir. 
(Syf: 107)

Kadın sevebileceği zaman sevmiyor ancak tatmin edilmeyen arzularına üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu.
(Syf: 122)

Dünyada en güvendiğim mahlûktan ayrıldıktan sonra ve onun iki insanın ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine yaklaşabileceklerine dair söylediklerini dinledikten sonra, ölüme bile beraber giden bu insanların hayattan ayrıldıkları yere gelmek suretiyle ona bir nevi cevap mı vermiş oluyordum?
(Syf: 123)

Ben neydim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu?
(Syf: 124)

Bende inanmak noksanmış… Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana âşık olmadığımı zannediyormuşum… Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar…
(Syf: 136)

Beni Havran’a bağlayan şeyler neydi? Üç beş zeytinlik, birkaç sabunhane, kendilerini tanımayı asla merak etmediğim birkaç akraba… Hâlbuki ben buraya bütün hayatımla, bütün yaşayan taraflarımla merbuttum.
(Syf: 138)

Bazen çizmelerimi çekip kırlara çıksam bile, hiç insan yüzü göremeyeceğim taraflarda dolaşmayı tercih ediyor, gece yarısı eve gelip mindere uzanıyor ve birkaç saat uykudan sonra ertesi sabah, “neden hala yaşıyorum” diye acı bir hisle uyanıyordum.
(Syf: 146)

Her yerde birçok fırsatlar çıkıyor, birçok insanlar ruhumda fazlasıyla bulunduğunu bildiğim sevgiyi sarf etmek, tekrar yaşamaya başlamak için bana kısa ümitler veriyorlardı. Fakat kendimi o şüpheden kurtaramıyordum. Dünyada tek bir insana inanmıştım o kadar çok inanmıştım ki bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı.
(Syf: 148-149)

Asıl “ben” otuz beş seneye yaklaşan ömrümde, ancak üç dört ay kadar yaşamış, sonra, benimle alakası olmayan manasız bir hüviyetin derinliklerine gömülüp kalmıştım.
(Syf: 158)

Senelerden beri hiç kimseye tek bir kelime söylemedim. Hâlbuki konuşmaya ne kadar muhtacım. Her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir? Niçin rüzgârlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz?
(Syf: 159)

Ama bundan sonra her şey bitti. Asıl büyük ve affedilmez haksızlığı sana karşı yaptıktan sonra, hiçbir şeyi düzeltmek istemiyorum.
(Syf: 159)

Sanki büyük bir korkuyla sakladığı ruhunu bir kereye mahsus olmak üzere dışarıya, bu defterin yapraklarına aksettirmiş, ondan sonra gene içine kapanıp senelerce susmuştu.
(Syf: 160)


Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna
Yapı Kredi, 70. Baskı

Ağustos 17, 2015

Gözümün flaşında fotografını çeksem?

"Geçmişteki mutlulukları hatırlamak hüznü" diye bir şey var. Hüznün kraliçesi olur bunlar. Baş edilemez cezbede ve kahredici. 

"Nostalgia" böyle bir şey galiba, eskiyi hatırlamak hüznü. Hatıralar sepya modda göz flaşında fotograf çekiliyorlar.

*

-Makinemi unutmuşum da, 
gözümün flaşında, 
kirpiklerimin açılıp kapanma ihtizazında,
fotografını çeksem olur mu?

*

Bak... tıpkı böyle.












Ağustos 09, 2015

.: mecruh :.









Güzel olmayan bazı şeyler de tesirlidir.

Mesela bu fotograf,
                          güzel olmadığı halde konuşuyor.

Ben gözdeki pırıltıdan çarçabuk yüz bulup
"Meczup" demiştim.

Ama fotografı ya da ruhu sahibesinden daha güzel okuyan bir Ketumi daha güzel söyledi: "Mecruh"

O halde bu fotografın ismi Mecruh olsun.

Ağustos 03, 2015

.: Rast Makamı :.

Rastlara niye böyle meftunum bilmiyorum ama denk gelince öyle mutlu oluyorum ki.
İlk fotoyu neredeyse 2 yıl önce çekmiştim, güzel bir güz zamanı yolda yürürken. Fotoyu zaten seviyordum ama dün denk geldiğim ve tek dinleyişte hayran kaldığım o şarkının* klibindeki bir enstantaneyle de sevgim iyice arttı.

Kırmızı ayakkabılarım, sarı yapraklar,



"Khooneye Ma" klibinden.




Ağustos 01, 2015

Ev.



Khooneye Ma / Marjan Farsad

*

"Yağmur altındaki o günün resmi
Bir hıçkırık ve bavulla
Harika ve nazik insanlardan ayrılırken
Evimiz çok çok uzakta
Sabırlı dağların arkasında
Altın tarlaların arkasında
Boş çöllerin arkasında
Evimiz suyun diğer yakasında
Huzursuz dalgaların diğer kısmında
Selvi ormanlarının arkasında
Bir rüyada, fantezide"

Temmuz 21, 2015

.: hüznü en şık taşıyan kadın :.

Hüzün kibr gibi şık durmaz, mahzundur, merhamet uyandırır ama yüzünde hüznü şık taşıyanlar da var;
Romy Scheneider.
Pahalı bir güzelliğin, güçlü ama hep mahzun bakan gözbebeklerin vardı senin. 
Hüznün en şık hali vardı sende.

Haziran 14, 2015

Uçun Kuşlar Uçun Ait Olduğum Yere

-Uçman lazım senin. Nasıl uçamadığına şaşırıyorum.

-Ben kelebek değilim. Uçurumlarda raks etmeyi seviyorum sadece. Ama “uçurumları sevenin kanatları olmalı.”

-Senin kanatların var ki, görmüyor musun? Biri göğe, biri bana uzanan.

*

-İçimdeki kuşlar göçüyorlar ama neden saklanmak istiyorum ki göğsüne?

-Benim göğsüm sana ev de ondan.

-O zaman içimdeki kuşlara söyle göç edip sana varsınlar.

-Bana göç etmiyorlar mıydı zaten.

-Meçhule gidiyorlardı…

-Gelin kuşlar gelin, evinize dönün. Yuvanız burada.

-O halde, uçun kuşlar uçun, ait olduğum yere.

Haziran 10, 2015

Müsebbib





Belki de içine başka bir çift gözün şirki düşmemiş tek bir tane göz yoktur diye karadeliğe sönedurur yıldızlar.

Haziran 09, 2015

ZM / Aşk Kafiri

Belki de aşk bahsinde ben kafirimdir. Evet, aşk kafiri. İçten içe inanıp, ısrarla küfre düşen. Ya da deli gibi inanmak isteyip, gönlünden inanmak gelmeyen. Gönlüne inanmak düşmeyen.

Ama soylu bir kafirim ben. Şirk koşmadım hiç. Çünkü şirk koşacak Tanrılarım olmadı. Birini dahi Tanrım addedemedim. Ki olsa bile İbrahimi baltalar savururdum hepsine.

Bari kırsalardı kalbimi. Kırabilselerdi.
"gönlümü put sanıp da kıran kim?" kadar, kırsalardı kalbimi.

Mayıs 31, 2015

ZM / Aşk Şirk mi?

Jean-Baptiste Regnault / Pygmalion, 1786
Aşk şirktir, deyip yaldızlı fetvamıza(!) 1 zeyl düşelim;
ikame edilebilir bir muhataba ise.
1 insana.

"Alakalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ‘sevmek’ deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime."

Peyami Safa

*

Bunu yazdıran hangi hodbin, hodgam, hodfuruş, -yok mu artıran?- ihtirasımdır Allah bilir ama insanlar sıfat sever. Sahip olmayınca ruhu muhteris eden kifayeti... Bir kürk gibi taşınabilir ve mağrurlanılır olan kifayeti. Kendi vücud ve ruh iklimlerindeki gündemlerinde meftun oldukları sıfatlardan herhangi birini, birkaçını taşıyan herhangi öznelere meyl edebilirler bu yüzden.

Söz gelimi akıllı ve zarif bir beyin ilgisine ancak ve ancak içinin gündeminde ilk sıralarda olan sıfatlara sahip hanımlar mazhar olabilir. O beyler zarif, veblen mal olmayan ‘kaliteli’ bir marka tezahüründe güzelliği olan ve elbette ki akıllı, gayet makul ve mutedil konuşan hanımlara meyl ederler. Belki biraz maceracı ruhları varsa sıfatlarına, değişken, deli dolu, özgür ruhlu gibi american sıfatlar da serpiştirebilirler.

Oysa gerçek bir sevgi ikame edilemez olmalıdır, ‘özne sevgisi’ olmalıdır. Yani muhatabın yerine başka hangi muhteşem sıfatlar taşıyıcısı olursa olsun başka mahlûklar girmemelidir. İsterse sıfatları ‘en’ zarfıyla pekiştirilmiş olsun. Belki de bu yüzden insanların çoğuna hakiki 1 aşk nasip edilmiyor.

Peki bu bozguncu keşfe varan bir ruha kadın gururunun dahi okşanması zevk verebilir mi? “Çok güzelsiniz”, “çok zarifsiniz”, “çok akıllısınız” vesaire. Ruhu hangisi mutlu edebilir ki? Tek başarımız doğarken şanslı olmak olan ve bizi sonunda sadece iyi bir not almış gibi hissettiren bu yapay iltifatlardan hangisi ruhu mutlu edebilir ki?  Ödevini yaptın ve iyi bir not değerinde olan bu iltifatı hak ettin, al, sevin, mağrurlan işte. Yüzüne ahmak 1 kibr neşesi sızsın, al sevin işte.

*

Peki gerçek aşk’ı tatmamış, duyguların tümünü neredeyse zaaf addedip artık ve sadece ruh ve zihniyle sevilmeyi talep eden bu makul tüccar zihin gerçekte neyi seviyor? Keşfetmekten sahici hangi tavrı var hayata ve yazgısına? Gerçekte neyi diliyor bu tatminsiz ruh? Hiçbir şeyi. Hiçbir sıfatı. Biliyorum ki sıfatların hüküm sürdüğü bu dünyada merakımıza mucip olan, azıcık yüz bulup meylimize cevap olan sevgilerimiz sadece bir oyalamacadan ibaret. Gerçekten sevemeyeceğiz. Hakiki bir aşk nasip edilmeyecek bizlere. Zerre karamsarlık değil bunu yazdıran. İdrak ederek hak veriyorum ki "her şeyi anlamak bir hastalıktır" diyen Dosto doğru diyor.

Çok sevildik. O sevgilere misliyle karşılık da verdik belki. Nefsimiz hak etmediği kadar taltif aldı. Ama gerçekte neyimiz sevildi? Öznemiz mi yoksa bazılarını sadece kısacık bir zaman diliminde taşıyabildiğimiz sıfatlarımız mı sevildi? Biri bile ruhumuza hakiki bir mütmainliği veremediyse sıfatlardan da, sıfatların hükümdar olduğu dünyadan da tek bir şey dilememeliyiz belki de. Önümüzde muhteşem bir ziyafet sofrası ve elimiz tekine gitmeyecek donuklukta ise belki de yaşayıp gitmeliyiz sadece. Tek bir şey aramadan, dilemeden ve hakiki bir şekilde istemeden.

Ve mademki sıfatları sevebilmek becerebileceğimiz ruhumuzu mutmain edebilecek bir meşgale değil ve mademki tüm bir ruhumuzla sevebileceğimiz bir ‘özne sevgisi’ de yok -ve de olamayacağına göre- bu vade tarihi muallak yazgımızda payımıza ve rızkımıza düşen hisseleri toplayıp yüzümüzde iğreti dursa da ‘hamd’ ve ‘şükr’ maskesi takmaya gayretlenelim bari. Çünkü başka türlü yaşanılası bir şey yok bu rüyada.

Zeyl-i Zeyl:

Ya Vedud!
Buldum. Buldum. Buldum.
Aşk hala şirk. Ama o şirki kul hakkına girmeden, iki tarafı da aynı oranda günahkar ve aşkı da
sürdürülebilir kılan varsa o da bu: 1inin hem efendisi hem kölesi olmak. Karşılıklı âşkın kaidesi bu.
Ruha âşk'ı tanımlama istidâdı verip, kalbe âşkı zerre nasip etmeyen zatına hamd olsun.

demiş idim ki;
Meğer Ruh Amcam Özel İsmet Bey yıllar evvel bana katılmış. Gerisini Twitter'dan @vandalyürek zeyl düşsün.

Zeyl-i Zeyl-i Zeyl:

"Zain 'aşk şirktir' diyor. Ben de aynı şeyi şeyi düşünüp İsmet Özel'e   yıllar önce Çemberlitaş'ta sormuş ve şu cevabı almıştım:

"Aşk kul köle olmaktır. Tek taraflı aşkta tarafların biri tanrılaştığından, bu şirk olabilir. Ama karşılıklı aşkta iki taraf da birbirine kulluk eder, ortada tanrı kalmaz. 
(ve gülümsedi.)

Bu bahiste zeyl'ler bitmez.

Mayıs 28, 2015

ZM / Bozguncu

Çocukken kalbim ya da gururum kırılmıştı da yaptığı hataya karşılık benden özür dilemeye gelen arkadaşıma tokat atmıştım. Kalbini yaralasın diye bir söz de savurmuştum muhtemelen. Peşine vicdan azabı, yakıcı bir pişmanlık sarmıştı ruhumu ama Allah biliyor ya muhteşem bir şeyi bozmak, yıkmak, kırmak kadar hiçbir şey içime öylesine tesir edememişti. Ruhumu öylesine yoğun hissedememiştim. -İşte bu kesinlikle ateş.-

Belki de ben böyleyim. Muhteşem, delice -gökyüzünde kuşlar sanki- pırıltılı şeyler hissedip, en derin denizlerde yüzüp, sonu en boktan bitiren. Bu kusurlu, huzursuz ve azazil bozguncusu ruhu affet ama ben böyleyim. Bir şey en güzel olamayacaksa hiç olsun. Yok olsun. Ve kahr olsun. Bir çiçeği, muhteşem bir çiçeği dalından koparmak öylesine hazin ki, kalbim öylesine patlıyor ki onun zarif katline, gidip o çiçeği dalından koparıyorum ben. Öldürmek için. Öldürmek için.

Çiçeği değil.
İçimi. Öldürmek için.

Sadizm diye bir şey yok, sadizm dedikleri mazoşizmin çocuğu.

Mayıs 20, 2015

ZM / Gözlerin Boşluğa Dalıp Gider

http://tr.wikipedia.org/wiki/Kara_delik#/media/File:Black_Hole_Milkyway.jpg


Gezegenler değil. Işıltılı ve bize hep yanılsamaları ve yüzbinlerce yıl önceki halleriyle bakan sahtekar yıldızlar da değil. Perikızların, mahpeykerlerin, küçük prensin yaşadığı ay dahi değil. Şems de değil. Uzay’daki en muhteşem şey kara delikler.

Ve duysun dünya. Bir çift kara göze yapılacak en muhteşem benzetme budur.  –şairler duymasın.-

Bilinmezlikle dolu, çekim gücüne girildiğinde kaçınılması imkansız, sonsuz bir uçurum. Sonsuz bir yeis.

Kara delikler benim gözlerim.
Benim ruhum.

Online Compliment*

"There's no good way to pay a compliment online
 without sounding like a creep.

I don't want anything. 
I'm not trying to hook up.

I just wanted to say that you're absolutely beautiful.
You're amazing."

*

İtalic dışında hiçbir yerine dokunmadım. Sanal da olsa -ve hatta başka dilde- gerçek bir iltifat dudaklara gerçek bir tebessüm bırakır.

":)"

Mayıs 14, 2015

Çözüm

Sonunda cevabı değil ama çözümü buldum; ‘benim sorumun cevabı yok –yanlışı da yok, benimkiler soru bile değildir belki- bari birinin sorusuna cevap olayım.’ 

Mayıs 02, 2015

Nathalie, 2003


















    Gerard Depardieu'nun karizmasının dahi iki kadının gölgesinde kaldığı film, öylesine 'kadın' film çünkü. Erotik film kulvarında geçiyor ama erotik sahneleri oldukça az, sanırım yönetmenin kastı da buydu çünkü erotikliği görüntüyle değil iki kadının sözleri, jestleri ve elbette ki aynı adamın dünyasında yer edinme şekilleriyle veriyor. 

    Yazılası, tespitler çıkarılası çok şeyi vardır elbette ama benim dikkatimi en çok bir aşk'ı sınamak fikri çekti. Eşinin telefonuna düşen bir mesajla başlayan şüphelerini susturmak, nihayetinde tüm bir evliliğini, belki kendi aşkını, belki geride bırakılan tüm bir anıların dahi eşsizliğini sınamak için eşinin 'zevkine uygun' bir kadın kiralaması ve sonucunda kendi ayrılık sürecinin tüm ayrıntılarını yine kendi elleriyle tasarlaması riskine rağmen göze alınan aşk'ı sınamak düşüncesi. Üstelik sonuç ne olursa olsun gerçekle yüzleşebilecek kadar cesur ve tüm süreci kendi planlayacak kadar da kontrolü ele alan hem bir kayıtsızlık ve hem kararlı bir ruh hali.

    Mutlu son'la bitiyor gerçi ama akla o malum soru düşüyor; sınadığı kişi sınavı sonunda içten bir tebessümü armağan almış olarak geçiyor ve içteki tüm cinler yatışarak susuyor ama sınanma fikrini bir kez olsun düşünmesi dahi kendi aşkının ehliyetinin bozabilirken, fikrini hem tertip etmesi hem de ısrarla uygulaması daha da hazini eşine tüm bu süreç içinde şüphelerle, güvensizliklerle ve kızgınlıklarla davranırken, kendi içindeki kendi aşkı acaba sınavı geçmiş oluyor mu? 

    Nisan 30, 2015

    Yusuf'un Heykelini Düşürdüm mü Kırdım mı?

    Heykel-i Yusuf






















    Intro
    Senden başka kime yazılır aşk şiiri Yusuf.

    I-Tevriye

    Zayi ettiler
    Dile düşürdüler Yusuf'u
    İsraf ettiler adını serbest uyakçı kof şairler
    Ama dile gel söyle Yusuf
    Senden başka kime yazılır aşk şiiri.

    Bir şiir düşmüşse rahme
    Bir şiire gebe kalmışsa ruhum
    Başka hangi isimle doğabilirdi ki.

    Ya da hazin durmadıysa bir mermerle öpüşmek fikri
    Heykeline başka hangi ad münasip olabilirdi ki.

    II-Tekrir

    Dile gel dil-i lal heykel Yusuf
    Bir kez olsun ruhumu öpmemiş zalim Yusuf
    Hem kıssaların
    Ve hem benzetmelerin en güzeli azam Yusuf.

    III-Fahriye

    Kötü bir aşığım, berbat bir şair
    Ama aşık-ı sadık çıktım gördün mü Yusuf?
    Senden başka kime şiir yazmışım hiç duydun mu Yusuf?
    Çiçekli defterlere onlarca isim düşüre dursunlar onlar Yusuf
    Benim tek maşuklu defterim ne soyludur Yusuf.

    IV-İstifham

    Seni onlarca kez öldürdüm
    İçimi yüzlerce kez katlettim Yusuf
    Geldin
    Her defasında başka bir suretle geldin
    Melek-ül mevtim olmaya geldin
    Bu sefer hangi suretle geldin?
    Hangi yüzle geldin Yusuf?

    V-Kinaye

    İnsan 1 kez ölür
    Ben 1 kez aşık olacağım Yusuf
    Hangi suretin gerçekti
    Hangi yüzün sendin Yusuf
    Hangi yüzün sensin Yusuf?

    VI-6115

    İşte ordasın gördüm Yusuf
    Hem kendi hem hali Latif Yusuf
    Varlığı varlığıma lütf olmuş Yusuf
    Çok güzelmiş de tebesümü
    Gamzeleri tebessümünü çerçeveletmiş Yusuf
    Yüzünde adımları buseden serçeler yürütsünler Yusuf
    Yüzüne tebessümü melekler kondursun.

    VII-Telmih

    Yusuf'un heykeline n'oldu
    Yusuf'un heykelini kim kırdı
    Ellerimden kayıp mı düştü?

    Yoksa Bezm-i Elest'ten geldin de
    İçimin putlarını sen mi kırdın Yusuf?

    2015, Nisan.

    Nisan 08, 2015

    .: Anadolu Medeniyetler Müzesi :.

    Müzeler neden bu kadar muhteşemdir?

    Çünkü onlara sadece meftun olan meraklıları gider. Avmler, zorla ve asık suratla gidilen işyerleri gibi değillerdir. Dünyanın en seçkin mekanlarıdır onlar. Yüzlerce, hatta binlerce yılın, doğanın değil, beşeriyetin kalıntılarıdır onlar.

    Müzelere meftun ve ruhu asla ölmeyen herkese selam olsun.

    bu nasıl bir güzellik?











    aşık olmalık heykel...




















    Anadolu Medeniyetler Müzesi, Ankara. 

    Mart 27, 2015

    Vaz Makamı

    "Koşsaydım, yetişirdim
    Koşmadım."

    İbrahim Tenekeci 

    *

    (Yazımızın başlığı, İsmet Özel"in "iniyorum ama indirilmedim" dizesine benzedi. Benzesin.)

    Mart 18, 2015

    ZM / Placebo

    Ben hiçbir şey aramadım. Tek 1şey. Ardına düşmedim hiçbir şeyin. Peşinden koşmadım. Hırsla elde edilen hiçbir şeye tenezzül etmedim. Yazın 25 olacağım, kimseye aşık olduğumu söylemedim. Kimseye 'sensiz yaşayamam' demedim. Kimsenin vaz'geçilmez olduğuna inan(a)madım. Boyum uzun sayılır ama boyumdan büyük laflar etmedim hiç. Mübalağanın sanatını dahi sevemedim. Yıllar oldu bir ideal bile kuramadım. -İdealler Heves'in çocuklarıdır zaten.-Şunlar, bunlar olsun demedim. Di(le)yemedim.

    Rast'ların büyüsüne meftun oldum sadece. Belki de tevekkülün ifrat-tefrit dengesini öylesine bozdum ki hep ayağıma gelmesini bekledim bir şeylerin. Gelmediler. Zaten umurumda da değildi gelmeleri. Beklemedim. Bana verecekleri hiçbir şeye tamah etmedim. İstemedim. Alemlerin Rabbine bile her zaman el açamadım. Yazgım gibi nasipsizdi dua pozisyonu alamayan ellerim.

    Belki küstah bir kumardır bu, hayatla oynanan. Belki ruhumun bu fıtratı yaşamıma da tezahür etmiştir. Peki kazanmak için riske atılan hangisi? Hayatım mı? Ta kendisi. Vitam Vero Impendenti: 'Hakikati öğrenmek için yaşamını riske atan kişi...' Ama sonuç tıpkı o güzelim şarkıdaki gibi: "But that's not the shape of my heart / That's not the shape, the shape of my heart"

    Sıradan olan niçin çirkindir ki? Niçin izzetini ayn(a)da seyr'i seven narsisist nergis çiçeğinin tabiatı bu melun yapı böylesine kırılgan sıradan(lık) karşısında? Niçin sıradan olacağına 'hiç' olmayı dahi diler?

    Var(a)mayacaksam, dahası varmayı zerre umursamayacaksam niye yoldayım ki? Yolum bir kervansaraya varmayacaksa neden bu yol perişanlığı? İsteyemiyorsam, istemek hasleti alınmışsa sinemden neden atım var ki? Neden bir varış noktam olmadığı halde atımın sırtını böylesine kırbaçlıyorum ki? Güzel atım, benim kara, soylu, hırs atım...

    *

    Noldu bana Doktor? Ne haller oldu ruhuma ki ben bu kayıtsız moda geçtim? Kim kırdı ümitlerimi? Kim buza dönüştürdü kristal kalbimi? Kim çaldı ruhumdan o güzelim(!) gençlik neşvesini? Hem neden hazzı dahi merakla yaşıyorum ki? Neden çok sevilen'i öpmek dahi hazdan önce merak benim için?

    Nasıl bir lütuf yahut lanet ki ruhumun mayası böylesine keşf'ten? Neden işinin piri yaşlı tarotçudan bile "25 yıldır fal bakıyorum, böylesine karmaşık bir ruh görmedim"sözlerini işitiyor kulaklarım?

    *

    Hayır, bana o ilaçları zorla içirme Doktor. Hayır, durun. İtiraf edeceğim. Sıradan olmayı hiç istemedim. Katlanamadım buna. 1. olmayı, 'en olmayı' dahi bunu istediğim gibi istemedim. Çünkü zaferlerimi daha iyiler çalabilirlerdi. Bir yarış olduğu müddetçe hiçbir zafer kalıcı ve sonsuz olamazdı. Ama özel olabilseydim kimse yerime geçemezdi. Kimse yerimi dolduramazdı Doktor. Hayır, hayır, Salieri'nin hastalığı değil! Haset hastalığı değil çünkü Mozart adında bir zehrim dahi yok benim. Zehrim olsaydı pan-zehrim de olurdu. Hayır Doktor, yanlış teşhis.

    İyileşmeyi reddediyorum. İlaçlarını bu yüzden reddediyorum Doktor. İyileşirsem sıradan olacağım. O aptal ilaçların beni normal, sağlıklı ama sıradan yapacak. Ve ilaçlarını kullanmazsam değil, kullanıp iyileştiğim yani sıradan olduğum an öleceğim.

    Bu yüzden bana ilaç verme artık. Bırak da dünyanın en güzel, en soylu ve tedavisi namümkün bu hastalığını ölene kadar çekeyim. Nüksetsin her mutluluk sonrasında. Bırak kan tüküreyim ellerinde siyah tüllü mendiller taşıyan eskini o zarif veremli kadınları gibi.

    Yine de ruhumu teskin etsin diye bir şey vereceksen, hırs nöbetlerimi yatıştıracak bir ilaç vereceksen ilaç suretindeki o ikiyüzlü ve sahtekar haplardan ver bana.

    Hani şu üzerinde "amour" yazan çilek tadındaki haplardan.

    Mart 15, 2015

    Nokta Atış


    "Zeyneb ko meyli zinet-i dunyaya zen gibi,
    Merdane var sade-dil ol terk-i ziver it."

    mealen;
    "zeyneb, dünyanın süsüne meyletme, kadın gibi
    mertlik var, yalın dilli ol, süslemeyi terket"

    Zeyneb Hatun

    Mart 14, 2015

    Oruç Aruoba Dili ve Edebiyatı: İle'den Altı Çizili Satırlar

    36
    En değerli hayalimdin sen, kendini yıktın. İşte: kaçtığın kendindi. Belki de benim gerçekleşen hayalim olabilseydin, kendi en yoğun gerçekliğin de olabilirdin. Kim bilir, artık geçti.

    39
    Seni, sen olarak özlüyorum.

    44
    Ne çıkar kaç akşam kaldığından dolunaya
    Bu karanlık anı çalarken sorduk mu zamanı?

    49
    İki kişi, ilişkilerini, onu olduracak kadar kuramazlar; ama öldürecek kadar bozabilirler, yaptıklarıyla.

    50
    Nereden bildin benim ben olduğumu?

    52
    Sensin o. O sensin. Sen o’sun…
    Bir şey –bir ilişki- başlatıyorduk; ama ne kadar yetebilecektik buna? ‘anlam’larımız, ‘anlama’larımız, ‘anlatma’larımız ‘anlaşma’ya ne kadar yetecekti?

    54
    “Jeder Mensch ist ein Abgrund.” Büncher
    (her insan bir uçurumdur.)

    58
    Sevgi, bir şeyin farkına varmak; sonra da bir karara varmaktır. İki ‘varma’nın çakışması…

    60
    Bu yüzden düşünmüştüm, seninle ile benim ‘beyinlerimizle sevişebilme’ olanağını.  Olanaklı olmalıydı, bu…

    64
    1) kişi kendini tam olarak bilemez.
    2) kişi öteki kişiyi tam olarak bilemez.
    3) kişi ilişkisi, ancak, iki kişinin birbirlerini tam olarak bilememe bilinçlerinin karşılıklılığı ve sürekliliği üzerinde olanaklıdır.

    66
    Beni alıp güneşe götür ki son bir kez daha yanayım…

    73
    Sen bana gelmedin, kendini, bana getirdin. “al bunu” dedin: “ben bununla ne yapacağımı bilemiyorum; belki sen, bilirsin” dedin.

    77
    Bak bir rastlantı değilsin sen: şu garip yaşamımın ulaşmak zorunda olduğu bir noktasın.

    78
    İlişkinin temeli, istenmesidir. İlişki, varolması istendiğinde varolur. İlişkinin varolması istenmiş olmasıdır. Kişi ilişkisi, istenmeden olmaz; istenmedikçe de, yoktur.

    82
    Sana, bir ilişkide bir kişinin ötekinden neler istemeye hakkı olduğuna ilişkinin kendisi karar verir dedim.

    86
    Çok iyi bilirim ‘kelebeklerin neden kırılgan’ olduklarını: kelebek olmayı seçtiklerinden…
    “Bir kadın ‘seni seviyorum’ derken aslında ‘yüreğime bir çizik attın ve bu yüzden seni öldürebilirim’ demektedir.” diyordun.  

    90
    Oysa ilişkide teşekküre yer yoktur, olamaz. Kişilerden birinin öbürü için yaptığı bir şey, öbürü açısından gerçi bir ‘lütuf’ gibidir (bir armağan…) ama yapan kişi açısından bir ‘ödev’ gibidir. (Kant’ın anlamında) : kişinin yapması gereken; yapmazlık edemeyeceği, bir şeydir.

     92
    “senin içine düşmekten korkuyorum” dedin.

    96
    “Kararsız mısın? Korkuyor musun? İstemiyor musun? “ diye sordum, sen de hepsine birden “evet” dedin. Bunlar çok farklı şeyler oysaki: ‘kararsızlık kişinin ötekisine yönelik; korkmak kendisine yönelik; isteksizlik de ilişkiye yönelik yetersiz kalmasıdır. Bunlar varsa, ilişkide hep biraz kaykık kalır.

    97
    “Sana büyük acılar vereceğim, çünkü senin büyük sevinçler yaşamanı istiyorum” dedim sana.

    109
    Sevgi, bir kişinin, kendisini bekleyen bir kişinin kendisini beklediğini bilmesidir.

    110
    Yani, kişi, gelemeyeceğini bildiği o birisini seviyorsa ancak felsefe (de) yapıyor olabilir. Philosophia, kişinin hiçbir zaman ‘bilge’ olamayacağını bile bile ‘bilgeliği sevmesi’ değil mi zaten?

    114
    “Bir sahtelik duygusu da beraberinde taşıyorsan benimleyken, bilemem ki hangisi sen!” diye seslenmiştin bana uzaktan.

    117*
    O orada olacak diye, orada olmak.

    122
    Birisini sevmek ölümü onunla birlikte istemektir.
    Ya da;
    Birisini sevmek ölürken onun yanında olmak istemektir.

    128
    Sana artık acı bile veremiyor muydum? Senin bir yerine oturtulup kalmış mıydım? Bu düşünceydi, bana, acı veren…

    130
    Senin ile benim, amaçlarımızı birleştirerek, tek kılarak, ikimizin de ötesindeki o ‘üçüncü’yü yaratmamız.

    132
    Kişi daha kendi varoluşundan kuşkuluysa, nasıl edebilir de gidip öteki kişiyi bilebilir; ‘gerçekten’ tanıyabilir?

    133
    Senin dünyana hiç ulaşamayacaktım: senin dünyanı oluşturan bakış, benim bakışım olmamıştı hiç, senin yaşadıklarını ben hiç yaşamamıştım, seyirciydim yalnızca senin dünyan karşısında. Bu acı verdi bana.

    136
    Senin çok istediğin bir şeyi, senin için bulup, onu kendi başına alabilmeni sağladıktan sonra, onu, benim ile birlikte olduğun yere getirmeyi istemeni istemiştim.

    141
    İlişki kişilerindir ama anısı, kişiye –her bir tek kişiye- kalır: tek tek, ayrı ayrı.

    150
    Sen ile ben, hiç ‘bir arada’ olmadan ‘birlikte’ olabiliriz. Ben tek başıma bir şey yaparken seni düşünerek yapıyorsam yaptığımı, sen de, tek başına bir şey yaparken beni düşünerek yapıyorsan yaptığını, birlikteyizdir. Bu bir avuntu mu?

    157
    “benimle birlikte gelir misin” diye sordun.  “hayır” dedim. “biz gidebilirdik ama ben senin ile ‘birlikte’ gidemem.”

    163
    Sana güvensizlik duymamın kendime güvensizliğimin sonucu olabileceğini de düşünmüşüm.

    167
    Kıskançlık tam anlamıyla narsistik bir duygudur. Kıskanılan kişi ile hiçbir bağlantısı yoktur, kişi değildir ilişkide, karşıda duran ‘nesne’dir kıskanılan.

    174
    Sadakat kişinin kendinde bir kişiye yer ayırması ve o yeri hep onun için korumasıdır. Sadakatsizlik de kişinin o yerin korunmasını savsaklamasıdır. İhanet ise, kişinin, o yerine, başka bir kişiyi sokması.

    183
    Ama bir bak şuna: ‘uçmak’ fiilinden geliyor; ‘uçulacak’ / (bir şeyin) uçurulabileceği (‘uçurma!’) yer’ gibi bir anlama geliyor, galiba ‘uçmak’ fiili de herhalde ‘uç’tan ‘ucuna’ gelmek.

    185
    “ayrılmalıyız” dedin. Ben de “ayrılma tek kişilik bir edimdir, ayrılmak isteyen ayrılır” dedim.

    187
    “benim senden önce de sevgililerim oldu” dedin. Oysa bu, ya o anda söylerken bir yalandı; ya da bana o ana dek sürekli yalan söylemiştin: ikisi de birbirinden berbat durumları gösteriyor. İşin garip yanı bunu bir açıklama olarak yapmandı: başka bir durumda içten bir itiraf olabilecek bu söz o durumda ikili bir yalandı.

    192
    Hiçbir ilişki ‘son’una kadar ‘tamam’ değildir, her ilişki tamamlanmadan biter. Tamdır her ilişki, ‘tamam’lanmadan tamamlanır.

    223
    Ben yürüyordum; senin çantan da elimdeydi; sana seslendim: “benimlesin.”
    Kişi sevdiğini hep sonradan mı anlar?
    “Sevdiği’ni” / “sevdiğini”

    227
    Çünkü yazdıklarımın, tam anlamlarını bulmak için, şimdi kendimi içimde duyduğum konuma ulaşmış olmamı gerektiriyordu: senin o parlak kahkahanla ve uzun suskunluklarınla, burada, yanımda bulunman; benim de, artık tamamlanmış bir kitabın sonuna konacak bir son sayfayı yazmakta olmam.


    Oruç Aruoba / İle
    Metis, Onuncu Basım, 2014 Nisan

    Mart 03, 2015

    ZM / Elektra

    1980'ler.
    Babam(sağdaki bey)
    ilk görev yeri Kayseri'de arkadaşıyla kahvaltıda.
    Ben seni kaç yaşımdan beri seviyorum baba?

    "Membe" kazağımı giyip, küçük elimden tutup dışarı çıktığımız yürüyüşlerden beri mi? O güzelim, ince, uzun parmaklı ve güçlü ellerinin içinde elimin kaybolduğu günlerden beri mi? Her akşam gelişinde bize seslendiğin mutlu akşamlardan beri mi?

    Karnelerimize bakıp "aferim" dediğin hatta çocuk yüzlerimizi gururlandırmak için alkışladığın günlerden beri mi?

    Karşına alıp bize satranç oynamayı öğrettiğin, Ömer Seyfettin'in şimdi betimlemeye sıfat bulamadığım güzel atmosferli öykülerini okuttuğun günlerden beri mi?

    Ütopik şeyler istediğimde/söylediğimde "o bize yakışmaz" dediğin ve hala çekindiğim kara gözlerinle gözlerimin çakıştığında hissettiğim o hem korku hem de saygı hissinden beri mi?

    Sonuçsuz tartışmalara girdiğimiz, toy ve çocuk aklımda fikirlerinle kavga ettiğimiz ama hep ölçülü ve hep makul sesinle zihnimi susturduğun, kalbimi yatıştırdığın tartışmalardan beri mi?

    Ne zamandan beri baba? Neden çeyrek asrı bile dolmamış şu kısa ömrümde bu an'ı anımsayamıyorum?  O kadar mı eski baba?

    *

    Yakında emekli olacaksın. Yakında yıllardır yaptığın ve sana çok yakışan mesleğinden emekliye ayrılacaksın. Ama benim her zaman öğretmenim olacaksın. Her sıkıştığımda danıştığım, ne kadar okursam okuyayım o olgun, arifane, ve dengeli zihninin öğütlerine ihtiyaç duyacağım.

    Senden hep çekinsem de, kızmadan değilse de güzünde ufacık da olsa saygımı kaybetmekten deli gibi korksam da seni çok seviyorum baba. Göğsü kocaman, aklı kocaman, olgunluğu ve üzerinde en soylu armalar ve nişanlar gibi taşıdığı gururu bana en güzel miras babacığım benim.

    İlk öğretmenim.
    En eski ve en çok sevdiğim öğretmenim.

    Mart 01, 2015

    .: Latif Bey :.

    İyi tasarım bir buzdolabı süsünden böylesi bir portre çıkacağını kim bilebilirdi ki?
    Fuardan küçük 1 hatıra.

    2015, mart 1.


    Zarif Hanım & Latif Bey

    Şubat 13, 2015

    ZM / Zayiat

    Yaklaşık bir hafta önce 2-3 günde bir muhakkak yazdığım, 2 seneyi çoktan geçmiş ve şimdi bedbahtım ki kalem yerine tuşlara dokunarak yazdığım cümlelerimi kayb ettim. Ahmağım çünkü bir kez daha başıma gelmişti ve zerre önlem almadan harfler tuşlamaya devam ettim yıllarca. Sözde defterlere geçirecektim hepsini.

    Belki de sanal olanın trajedisi bu. Hızlı, kolay ama güvenilirliği ve sadakati meçhul. Oysa 'kara kaplı bir defter' asla ihanet etmez. Üzerine yağmur damlaları vursa ve yaprakları kırış kırış olsa hatta.

    İçimde hüzün yok, boşluk yok ama kayb edince neden üzülür insan? Ya da kalben üzülmese de zihnen üzülmesi gerektiğine şartlar kendini? Hepsini geçtim her kayb nakıslığa mı sebep olur? Hayır, olmaz. Kaybedilen her şey nakıs bırakmaz ki içimizi. Bırakamaz.

    O halde kayb olursa nakıs kalacağı şeyleri saklamalı insan. Kaybolmasına gönlünün elvermeyeceği. Belki de bu yüzden bazı kaybetmekler ölüm gibi. Bir daha asla geri gelmeyecekler diye asık yüzümüz. -ama sorun şu ki 'hüzünlü' değil, 'kayıtsız' yüzümüz-

    Hem gerçekten hüzne değer ne kayb ettin içim? Öyle çok yanıtın olması gerekiyor ki aslında. Ama yok. Belki arkasından gözyaşı dökeceğim tek şey kayb etmemişimdir gerçekte. Ama kayb ettim işte. En başta masumiyetimi kayb ettim. Çocukluğumu kayb ettim. Saklayamadığım o an'ları kaybettim. Bazen ümidimi kayb ettim. Çok şey kaybettim. 

    O halde tıpkı fotograf gibi, an'ı sonsuza kadar saklayan fotograf gibi bana bir şey ver Khodah. Defterler gibi. Kayb etmeye gönlümün elvermeyeceği o kutlu şeyler için bana bir somutlaştırıcı ver. Çünkü içim fazla kayıtsız ve kayıpsız bazen. Bu şekilde giderse yakında kayb olan ama içimi zerre nakıs bırakamayacak bu şeylere rağmen ruhum çoğu nakıslıklardan münezzeh dopdolu olacak.

    Amor fati.

    .: marlon :.


















    Size minicik bir kemeri olan burnun çok karizmatik olduğunu söylemiştim değil mi?
    Şimdi de gösteriyorum o halde.

    Şubat 05, 2015

    Nefes



    Her kim bu şah eseri dinlememişse, seher vakti, tabiatın yüzünde dinlesin bunu. 
    Ruhuna muhteşem bir ürperti gelmezse, ben ben değilim.

    Bir efsun var bu seste.
    Seher vakti gibi. Sabah namazına kalkmak gibi bir eser bu.
    Seher vakti uhreviliğinde, azametinde ve biraz da korkunçluğunda.

    Baş dönmesi. Kesinlikle baş dönmesi.

    "Yunus cemalin pak derken,
    Cihanda mislin yok derken,
    Seher vakti hakk, hakk derken,
    Bizi de unutma bülbül."

    Yunus.